Yazmak bir hastalık mıdır? | Feridun Andaç

Temmuz 25, 2017

Yazmak bir hastalık mıdır? | Feridun Andaç

Sık sık edebiyatın işlevinden söz eder dururuz. Hatta yakındığımız da olur.

Ortak nokta: okumuyoruz.

Peki yazıyor muyuz?

Sanki okuduğumuzdan daha fazla!

Peki bu nasıl bir ikilem, “okumadan nasıl yazabiliyorsunuz,” demezler mi insana?

Çok basit bunun yanıtı:

Efendim, toplum olarak okuma oranımız düşük olabilir, kişi başına okunan kitap sayımız yarım bile değilken, nasıl oluyor bu? Demek ki kalem defter, kâğıt tüketimimiz çok!

Tam tersi düşüşte.

Peki neye yazıyorsunuz; artık kil tabletler, papirüsler çağı da geride kaldığına göre…

Bunun okumakla bir ilgisi yok. Akıllı telefonlar çıkalı beri yazma hastalığımız nüksetti. Dokunmatik tuşlarla işaret dilini kullanarak iletişim kuruyoruz. Uzun cümlelere, tamamı yazılmış sözcüklere de gerek yok.

Bu hastalığın tanımı varsa eğer, belirtilerine dikkat etmek yeterli.

Oysa benim burada size söz etmek isteğim “yazma hastalığı” aslında bu değil.

Biteviye yazmadan edememek. Her gün, her ân yazmak, yazmayı düşünmek, yazmak için yaşamak adeta.

Benim tanımım şu: Eğer okumadan yazıyorsanız yaşadığınız tamı tamına yazma hastalığıdır.

Ve böyle bir hastalığın tedavisi ancak okumakla olur. Okuyarak neyi yazmayacağınız/yazamayacağınız öğrenirsiniz.

Her şeyi okumak da çözüm değil, bu da bambaşka bir illettir ki; hastalık sınıfına girer.

“Çok okuyorum, onun için yazamıyorum, önümü tıkıyor!”

Peki, sorarlar ne okuyorsun?

“Her şeyi, önümü çıkan her şeyi…”

İşte bunun için yazamıyorsun. Seçerek okumak, yazar okumak, kendini tanıyarak okumak gerekir ki; ne yazmak istemediğini bilesin.

Okumak yazmayı öğretmez, tam tersi düşünmeyi öğretir. Düşünme olmadan yazmak olmaz. Üstelik yazma ritüeli öğretilebilir/öğrenilebilir bir şeydir. Bunu öğrenemezseniz çok okumak size yazma bilgisini/bilincini/alışkanlığını kazandırmaz. Nasıl ki okumanın tekniği/eğitimi var, yazmanın da öyle.

Düşünmeden yazanlara “yazıcı” diyorlar. Daha ötesi yazı hastası.

Eğer canlı/yaşayan, verimli, çağdaş yaygın bir edebiyat geleneği yoksa, bunun eğitimini veremediğiniz gibi, insanlara kendilerini doğru ifade edebilmeleri, anadillerini düzgün konuşup, o dille yazabilmelerini de öğretemezsiniz.

Sonuç?

İşte böyle ortalık kitap kirlenmesiyle dolar…

Savrukça, özensizce, dil bilincinden yoksunca yazılanlar kör kurşun gibi savrularak ortalıkta gezinir. Ortalık uzmandan, biliciden, romancı öykücüden, şairden geçilmez.

Gazete sayfalarından internet sitelerine, dergilerden kitaplara yayılan bu hastalık salgına dönüşmüş durumda.

İlkesiz, kuralsız, bilgisiz bir topluma dönüşüyoruz hızla.

Bir yazımda değindim, gene burada da anmak isterim Umberto Eco’nun şu sözlerini:

“Dil nereye isterse oraya gider ama edebiyatın önerilerine duyarlıdır. Dante olmasaydı dil birliğine sahip bir İtalyanca olmayacaktı.”

Peki, bugün bizim Yunus Emre’miz nerede? Onun kullandığı dil, yansıttığı duyarlılık, düşünce toplumun hangi katmanını sarmalamış durumda?

Karacaoğlan’ın, Ercişli Emrah’ın o yalın Türkçesini kim konuşuyor bugün?

Dede Korkut hikâyelerinden ırkçı bakışı çekip alamadığımız sürece ne masallarımızın ne de halk hikâyelerimizin bize taşıdığı edebiyat duygusunun, dil bilincinin farkında olabiliriz.

Eğer bir yazma hastalığından söz edeceksek; önce bunları okuma illetine tutulmamız, hatta edebiyat humması geçirmemiz gerekiyor.

Edebiyata bu inançla bağlananların yazma hastalığı, topluma yeni bir bilinç aşısı taşımaya dönüktür hep.

Bakın Eco, Dante’yi anarken gene ne söylüyor:

“Dante’nin halk dili herkesçe konuşulan bir dil haline gelmek için birkaç yüzyıl uğraştı, bu doğru, ama bunu başardıysa eğer, bunun nedeni edebiyata inananlar topluluğunun o modelden ilham almayı sürdürmüş olmasıdır, üstelik o model olmasaydı belki de bir siyasi birlik fikri bile gelişmeyecekti.”

Halkın konuştuğu dilden ürkmeyelim. Ama onları da edebiyat duygusuna yakın tutalım ki; edebiyattaki dil bilincinin yolunun bu duyarlılıktan geçtiğini gelecek kuşaklara anlatabilelim.

Yoksa vasatın egemenliği hem bu türden hastalıkları çoğaltır, hem de toplumda derin uçurumlar yaratır.

Evet, Eco’nun söylediği doğrudur: “Edebiyat, dili biçimlendirmeye katkıda bulunurken kimlik ve topluluk yaratır.”

Okumaya bunun için ihtiyacımız var, yazan bir toplum olmaya daha da çok…

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (25 Temmuz 2017)

Yorum yapın