Yazarın Odası: Necla Akdeniz | Meltem Dağcı

Nisan 30, 2020

Yazarın Odası: Necla Akdeniz | Meltem Dağcı

Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Necla Akdeniz’i, oğlu Oluş Akbulak  ile konuştuk.

1) Genelde nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu? 

Bodrum’daki evin çalışma odasında. Geniş camlarla çevrili bahçeye bakan odada, asırlık meşe ağacının tam karşısına koyduğu çalışma masasında yazar. Eğer yeni bir romana başlamışsa vay halimize. Gözü hiç kimseyi görmez o zaman, günde 12- 16 saat yazar. Yurt dışında yaşıyorum, yılda bir, iki defa Türkiye’ye geliyorum. Yine böyle hummalı bir yazma döneminde, geleceğimi unutmuş. Beni karşısında görünce, hayırdır, niye geldin? dedi. O günden sonra, benim Türkiye’de olduğum dönemlerde, yeni bir romana başlamama kararı aldı. 

2) Annenizle yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?

Anneme kalsa, okuduğu kitaplardan, sevdiği yazarlardan başka konu konuşmaz. Hele yeni keşfettiği ya da okuduğu bir yazar olduğunda sevinçten havalara uçar. Nasıl okumamışım bu zamana kadar, der durur. Öyle bir tutku ve çoşkuyla anlatır ki okuduğunu, dinlemeye doyamaz insan. Çok severim onunla edebiyat hakkında sohbet etmeyi ama konu sadece bu olunca sıkılıyor bir süre sonra insan. Böyle durumlarda bir şifre geliştirdik aramızda, o sözü söyleyince, hemen konuyu değiştiriyoruz.

3) Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?

İlk romanı Gök Kuşaksız’ın girişinde şöyle bir teşekkür yazısı yazmıştı. “Yazıklarımın tek satırını bile okumadan sadece varlıklarıyla bana hayatımın kıyağını geçen çocuklarım Balım ve Oluş’a teşekkürler.” Yani benden fikir almaktan çok, birlikte geçirdiğimiz zamandan, doğumumdan bugüne kadar yaşadıklarımdan, başıma gelenlerden, hayallerimden, arzularımdan ilham alır.  Bu konularla ilgili soru sormaya çok sever, dinlemeye de bayılır. Ayrıca çok iyi gözlemcidir.

4)Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?

En önemli ritüeli sessizliktir. Sadece kuş sesleri eşliğinde yazmak ister. Bunun için elbette yalnız olması lazım. O yüzden yeni bir romana başladığında yakınlarına haber verir. Çünkü herkes bilir, annem yazmaya başladığında dünyayı ve zamanı unutur. O süreçte sık sık aramayız, sormayız. Sabah kalkar kalkmaz ilk işi çay koymak olur. Sonra oturur masanın başına, açar bilgisayarını yazmaya başlar. Kahvaltısını yazarken yapar, bardak bardak çay içer, akşama kadar kalkmaz masadan. Akşam yemeğinde ne bulursa onu yer, bulaşıkları bile yıkamaz. Bazı sabahlar yoga ve meditasyon yapar. Öğleden sonraları da yürüyüşe çıkar. Bu  hummalı dönem, yaklaşık 3 ay sürer. Sonra daha sık aranmaya başlarız, daha uzun konuşuruz. Arada geçen sürede olan olayları anlatırız, o da bize yeni romanını anlatır. Roman kahramanlarından sanki birlikte yaşıyorlarmış gibi bahseder, çoğu zaman romanı onların yazdırdığını söyler.

 5)   Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?

Mart başında Budapeşte’ye beni ziyarete geldi annem. Bir ay kalacaktı ama korona salgını yüzünden apar topar geri dönmek zorunda kaldı. Bir sırt çantasıyla seyahat eder her zaman, yanına çok az kıyafet alır. Asıl ağırlığı kitaplar olur. Bu gelişinde getirdikleri şunlardı:

  1. Agota Kristof, Büyük Defter Kanıt Üçüncü Yalan
  2. Agota Kristof, Dün
  3. Clarice Lispector, Yaşam Suyu
  4. Asuman Susam, Plasenta
  5. Hüseyin Kıran, Yaşamak Bir Çaba
  6. Herakleitos, Kırık Taşlar

edebiyathaber.net (30 Nisan 2020)

Yorum yapın