Yazarın iç dünyası, yazınsallaştırma sürecine nasıl yansır? | Prof. Dr. Onur Bilge Kula

Temmuz 14, 2020

Yazarın iç dünyası, yazınsallaştırma sürecine nasıl yansır? | Prof. Dr. Onur Bilge Kula

Nitelikli yazın okuyucusu ve araştırmacısı, bir yazarın yazınsal yapıtlarını nasıl tasarımladığını, kurguladığını ve yazdığını merak eder. Bir yazınsal yapıtın tasarımı, kurgulanımı ve yazınsallaştırımı tümüyle öznel bir çalışmadır. Söz konusu katıksız öznellik, anılan aşamaya ilişkin kesin bir şey söylemeyi olanaksızlaştırır. Bu nedenle, bir yazarın günlüklerinde ya da söyleşilerinde yazınsallaştırma aşmasına ilişkin bilgi vermesi ve diğer yazarların yapıtlarına ilişkin değerlendirme yapması her zaman ilgiyle karşılanır.

Virginia Woolf ve Lord Byron

İngiliz kadın yazar Virginia Woolf, günlüklerinden ilkinde (4. 8. 1918) Byron’a ilişkin izlenimlerine yer verir. Bundan üç gün sonra yazdığı günlükte “Byron’ıma devam ettiğim için mutluyum. Onda erkekçe erdemler var. Aslında onun kadınlar üzerindeki etkisini bu kadar kolaylıkla hayal etmem beni eğlendirdi” der. Yaşamöykülerini incelemeyi önemseyen bu yazar “toplayabildiği bilgi kırıntılarından hayali birini yaratmak” istediğini vurgular. Böyle bir tutkuya kapıldığında, karşısına Byron çıkmıştır. “Byron’un şiirinin kötülüğü beni çok etkiledi” diyen Woolf, ‘kadınların taptığı’ Byron “olağanüstü güçlüdür; mektupları bunu kanıtlıyor”[1] diye yazar. Romantik yazıncı Byron’ın ödünsüz bir Yunan hayranı, bir başka deyişle, filhelenist (Yunan hayranı), dolaysıyla da Türk karşıtı olduğunu, Goethe’nin ‘Faust II’ adlı yapıtında Byron’ı anıtlaştırmak istediğini belirtelim.    

Woolf bir başka günlüğünde (8. 8. 1918) “insan ilgisinden yoksun olmak bize huzur ve mutluluk veriyor; bu yüzden Byron’a devam edebiliyorum” dedikten sonra “yüz yıl sonra Don Juan’a âşık olmaya hazır olduğunu” belirtir. Don Juan’ın şiiri, bu yazarın nitelemesiyle, çekiciliğini, “yay gibi esnek, gelişi güzel dağınık, dörtnala koşan doğasına borçludur.” Oysa Byron’un “kafası düşüncelerle doludur” ve bu onun şiirine “sertlik veren ve tam okumamın ortasında beni küçük gezintilere çıkaran bu niteliktir.” Woolf, Byron’ın her dörtlüğünden ‘ayrı haz duyduğu’ için bitirmek istemediğini de vurgular.    

Katherine Mansfield’ın ‘Bliss’ (Katıksız Mutluluk) adlı öyküsünü ‘hapı yutmuş’ diye bağırarak yere attığını, böyle bir öyküyü yazan ‘kadın ve yazara’ duyduğu inancı tümüyle yitirdiğini dile getirir. Woolf’un günlüğündeki (7. 8. 1918) değerlendirmesiyle, bu öykü kitabı “yüzeysel kurnazlık ve bütünüyle kavrayış zavallısıdır.”  

Bir yazar, neyi okur, neden esinlenir, okurlar genellikle bunu merak eder. Woolf günlüğünde (19. 8. 1918) Sophokles’in ‘Elektra’sını bitirdiğini, bu öykünün doğasının “sanki ilk kez okuyormuş gibi kendisini etkilediğini” yazar. Bu öyküden “iyi bir oyun çıkarmamak olanaksız değil gibi görünüyor” diyen bu yazara göre, bu “belki de cam parçacıklarının denizde aşınarak pürüzsüzleşmesine benzer biçimde sayısız oyuncunun, yazarın, eleştirmenin cilasıyla yaratılan, geliştirilen, gereksiz fazlalıklardan arıtılan geleneksel olay örgüsüne sahip olmasının sonucudur.” Ayrıca, bu öyküde görülen eksiklik, “var olmayan yanlış duyguları metnin için yerleştirme sorunudur.”

Yazarın deyişiyle, “sonuç olarak Yunanların özel çekiciliği, her zamanki gibi güçlü ve açıklanması zor olarak kalıyor.” Özgün metinle çevirinin örtüşmediğini öne süren Woolf’un deyişiyle, “kadın kahraman, İngiltere ve Yunanistan’da aşağı yukarı aynıdır.” Her iki ülke yazınında da kadın kahramanlarda, ‘aileyi ve geleneği’, dolayısıyla da ‘erkeği’ yüceltme eğilimi başattır. Woolf’un bu değerlendirmeleri, Filhelenizm içselleştirdiğinin göstergesi sayılabilir.

Woolf, Milton’un ‘Yitik Cennet’ adlı yapıtını niçin över?

Woolf, Milton’un ‘Yitik Cennet’ini övgüyle anar (10. 9. 1918). Bu yapıtın ayırıcı özelliği, Woolf’un anlatımıyla, “meleklerin bedenlerinin, savaşlarının, kaçışlarının yaşadıkları yerlerin görkemli, güzel, ustaca tanımlarıdır.” Bu yapıt, insan gönlündeki tutkularla ilgilenmez; “kişinin öz sevinçleri, acıları üzerine az ışık tutar.” Ayrıca, yaşamı sorgulama bakımından okura, diyesi, Woolf’a ‘hiç yardımcı olmuyor.’ Erkek ‘yandaşı’ olan Milton, ‘kadınları ve erkekleri’ tanımamaktadır; ancak bütün bunları ‘pürüzsüz, güçlü ve gösterişli’ betimlemektedir. Öyle ki, “Shakespeare bile biraz sorunlu, kişisel, öfkeli, yetkinlikten uzak görünüyor.” Miton’un anılan yapıtında okur “daha derinliklerde başka bileşimleri, karşı koyuşları, mutlulukları, ustalıkları yakalıyor… Dahası Hamlet’in çığlığına benzer bir şey, acıma, duygudaşlık ya da sezgi hiç olmasa da kişiler görkemlidir.”

Yazmak için okumak gerekir

Woolf, yazar ve yazma ilişkisi açısından içten bir duygusunu şöyle dile getirir. 20. 1. 1919 tarihli günlüğünde hastalığı nedeniyle, “tümceler biçimlendirmekte tutukluk” yaşadığını, kendisine “bir kaç hafta boyunca günde bir saat yazma izni verildiğini”, günlük yazmanın, ‘yazma sayılamayacağını’, son bir yılda yazdığı günlükleri okuduğunu, bunlardan ‘çok etkilendiğini’; durup düşünse, bunları ‘asla yazamayacağını dile getirir.

Okuması gereken çok şey olduğunu belirten (5. 3. 1919) Woolf’un anlatımıyla, Dickens’in ve Mrs. Gaskell’in yapıtlarıyla ‘karşılaştırabilmesi’ için, James Joyce, Wyndham Lewis, Ezyra Pound ve George Eliot’un, ‘bütün yapıtlarını’ okuması gerekmektedir. Anny Hala diye nitelediği babasının kız kardeşine ilişkin “özgürce ve içinden geldiği gibi yazmayı” yeni bitirmiştir.

Yaşam bir şeyleri ‘öyle hızlı biriktiriyor ki’ diyen ve aynı hızla biriken ve bir yana not ettiği “izlenim kümeciklerini yazacak zaman bulamadığından” yakınan Woolf, (19. 3. 1919) “başkalarının ruhlarının derinliklerinden yarattıkları şeylere kendinden emin tavırlarla burunlarını sokanların o tuhaf iğrençlikleri üzerine yazmaya” niyetlenmiştir. Yakınlarında bulunan bu tür kişiler, öz sorgulama yapmaksızın, Woolf’un ‘eleştirel yeteneklerini çözümlemeye’ kalkışmaktadır. Bu öz-beğenmişlik ve aldırışsızlık, belki de düşünsel yüzeysellikten, “eğitimsizlerin yaltaklanmalarından, yoksullara iradelerini kolayca dayatmalarından” kaynaklanıyordur. Bu yazar, bir kişinin “bir başkası üzerinde herhangi bir egemenlik kurmasından, herhangi bir önderlikten gittikçe daha çok” nefret ettiğini vurgular. Woolf’un böyle bir öyküye ilişkin yazınsal beğenisi, “öykünün bol bol açan şakayık çiçeği gibi pürüzsüz biçimde gelişip, tam bir başarıya ulaşması karşısında hakarete uğramaktadır.” 

‘Gece ve Gündüz’ niçin daha tümlenmiş ve yetkindir?

Woolf günlüğünde (27. 3. 1919) ‘Gece ve Gündüz’ adlı yapıtını, ‘Deniz Aşırı Yolculuk’tan ‘çok daha olgun, tümlenmiş ve doyurucu’ sözleriyle niteler. Bu yapıt, ‘iki baskı bile yapamayacağını’ öngören yazarına göre, “İngiliz yazınının şu anki durumunda, özgünlük ve içtenlik açısından birçok çağdaşı” ile yarışabilir. Anılan yapıt hüzünlüdür; çünkü “geniş bir açıdan insanları ele almakta ve düşündüklerini söylemektedir.” Eskinin yerine yeniyi koyacak yanıtlar her zaman tümlenmiş olmaz ve bu hüzün üretir. Her şeye karşın, Woolf hiçbir yazma eyleminden ‘Gece ve Gündüz’ün “son yarısını yazmaktan hoşlandığı kadar hoşlanmamıştır.” Örneğin, ‘Denizaşırı Yolculuk’, yazarının ‘sabrını’ zorlamıştır. “Yazdıklarımı yüzüm kızarmadan okumaya katlanabileceğim zaman gelecek mi?” diye soran yazar ‘en azından bazı kişiler ondan zevk alacağı’ umuduyla, buna katlanmıştır.


[1] Virginia Woolf (2014): ‘Bir Yazarın Günlüğü’; çeviren: Oya Dalgıç, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul

Prof. Dr. Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (14 Temmuz 2020)

Yorum yapın