Yavuz Ekinci: “Dünyaya şaşkınlıkla bakan bir çocuk gibiyim.”

Kasım 9, 2018

Yavuz Ekinci: “Dünyaya şaşkınlıkla bakan bir çocuk gibiyim.”

Söyleşi: Yusuf Çopur

Yavuz Ekinci kendi romancılığında bir dönüşüm ve köklü bir değişimi ifade eden Peygamber’in Endişesi’nde büyük bir şehrin kıyılarında hayata tutunmaya çalışan insanların “bekleyiş”lerini anlatıyor. Roman, karakter merkezli olmasının yanı sıra, günümüz ortamında geçse de, karakterin zamanlar üstü bir özelliğe sahip olmasıyla daha bir dikkat çekiyor. Günümüzden öncesini, günümüzü ve geleceği insanın iyiye, güzele, doğruya ve merhamete olan açlığını dile getiren Peygamberin Endişesi’ni yazarıyla konuştuk.

Peygamber olduğunu söyleyip ve vahiy bekleyen bir karakterin romanını okuduk Peygamberin Endişesi’nde. Bir “beklenti” romanı da diyebileceğimiz bu metinde bir din önderinin başkarakter olmasının sizdeki gelişiminden bahseder misiniz? 

Peygamberin Endişesi, bir beklenti ve bekleyiş romanı. Beni bu romanı yazmaya iten en büyük duygulardan biri Mehdi’nin vahiy bekleyişidir. Onun bu bekleyişi aynı zamanda bir sanatçının yaratma sancısıdır.

Zaman, mekân, an, durum sizin romanlarınızda hep ön plana çıkan izlekler iken bu sefer bilmem katılır mısınız, başkarakterin “karakter” olduğu bir eserle karşı karşıyayız. Diğer eserlerinizi de göz önüne aldığımızda bu değişimi aynı zamanda romancılığınızda bir dönüşüm olarak görebilir miyiz?

Her yazar gibi ben de yazdığım her romanda roman sanatını bir daha tanımlamaya çalışırım. Aynı zamanda her yazdığımla da kendimi tanımaya çalışırım. Büyüdükçe, okudukça, gördükçe ve duydukça değişiyoruz. Bir zamanki büyük dertlerimizin yerini yeni dertler alıyor. Meraklıyım. Dünyaya şaşkınlıkla bakan bir çocuk gibiyim. Anlatacağım her hikâyeye bu merak ve duygu ile eğilirim. Peygamberin Endişesi benim için birçok ilk barındırıyor. Karakter merkezli olması, kent hayatı, günümüz dünyası ve daha birçok şey. Zaten yazının büyüsü de bunda saklı. Her yeni metinle yeni şeyler keşfettiğimiz gibi her yazdığımız metin ile de yeni tarzlar denemek isteriz. Yeni farklı şeyler yazmayı isteyen biriyim. Temel izleklerim yakın olsa da yazdığım her metinde başka bir hikâye anlatmak istiyorum. Bildiğim bir hikâyeyi başka bir biçimde işlemek istiyorum. Beni başka başka metinlere ve anlatılara götüren işte bu arayışımdır.  

Dinler ve felsefe tarihine birçok metinler arası göndermelerin olduğu Peygamberin Endişesi’ndeki zaman ve zemini dikkate aldığımızda “yolunda gitmeyen” neler vardı da kahramanımız kendine kutsal görevler tebliğ etti?

Mehdi, Büyük Kent’e yani günümüz dünyasına denk gelen büyük bir şehirde yaşıyor. Bu zamanda yaşıyor. Roman günümüz dünyasında geçiyor. Bugün yolunda gitmeyen o kadar çok şey var ki. Gelir dağılımında büyük bir adaletsizlik var. Hukuk desen yerlerde. Vicdan ve merhamet desen mumla aranır hale geldi. Çevreye verdiğimiz tahribatın haddi hesabı yok. Mehdi, yükselen sağ ve milliyetçi politikaların getireceği tahribatı görüyor. Ayrımcılığın, mülteci düşmanlığının, silahlanmanın dünyayı nereye sürüklediğini görüyor. Mehdi, tıpkı Kassandra gibi yolunda gitmeyenleri görüyor ama kimseyi inandırtamıyor. 

Kendi hayatlarına bile sahip olamayanların yanında buluyoruz Peygamber’i. Büyük Kent’te yaşayan ama ötelenmiş, şehrin, belki de yaşamın kıyısına itilmiş, üstleri örtülmüş, ruhları sömürülmüş insanların yanında… Bu “tebliğ” yolculuğunun başlangıç noktasında hepimiz için biraz “düşünme” payı bırakan bir eser. Ne dersiniz?

Bu roman için birbirinden farklı kitaplar okudum. Okuduğum en önemli kitaplardan biri de İhvân- Safâ Risaleleri’ydi. İhvân-ı Safâ, onuncu yüzyılda ortaya çıkmış bir gurubun adıdır. Bu grup ansiklopedi niteliğinde 52 risale yazarlar. Bu risâleri gizli olarak yayarlar. Abbasi halifesinin emriyle İhvân- Safâ Risâleleri toplatılıp yakılır. Fakat Endülüslü düşünür Müslime, Doğu seyahatti sırasında bir nüshasını yanında getirmiştir. Böylece yok olmaktan kurtarılır. Bu değerli, paha biçilmez eseri Ayrıntı Yayınları çevirip yayınladı. İhân-ı Safâ grubundan bir düşünürün şöyle rivayet ettiği söylenir. “Din hastaların, felsefe ise sağlıklı insanların tedavisiyle ilgilenir. Peygamberler hastaları, hastalıkların artmaması, hatta onların bütünüyle iyileşmesi için tedavi eder. Filozoflar ise herhangi bir hastalık bulaşmaması için, sağlıklı insanların sağlığını korur.” 

Karakterin plazalarda, villalarda, köşklerde, saraylarda değil de yoksullar ve kaybedenler topluluğunun bir Peygamber’i olmayı tercih etmesini yazar gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Romanın en uzun bölümü Mehdi’nin vahiy beklemesi ve Cebrail’i aramasıdır. Mehdi, Büyük Kent’in sokaklarında, terk edilmiş kilisesinde, hayalete dönmüş eski kundura fabrikasının çatısında, ölü evinde, Amar Dağı’nda, parklarında Cebrail’i arıyor. Sonra da kuyuya iniyor. Fakat kuyudan çıkıp ilk büyük tebliğini yani insanların karşısına büyük bir özgüvenle çıkıp konuştuğu yer ise Karga Bar’dır.

Ve bu bar bir bakıma her kesimden herkesin eşitlendiği bir mekan. Bu açıdan da ilginç bir mekan…

 Evet, günümüz insanların eşitlendiği yerlerden biri de barlardır. Bar her iş kolundan ve ekonomik gelir düzeyine sahip insanların gelebildiği tek yerdir. Şehrin delisinin de, üniversitede çalışan hocanın da, polisin de, torbacının da, maliye müfettişinin de, vergi kaçıran iş adamının da, gün boyu hasta bakan doktorun da, yüzü ekranda eskiyen ünlünün de, tek gecelik hayatlar yaşayanların da uğradığı yerdir bar. Büyük Kent’e bu kadar farklı insanı yan yana getirebilen tek yer bardır. Bu yüzden Mehdi, peygamberlik tebliğini buradan başlatıyor. Çünkü normal hayatta birbirine hiç tahammül edemeyen insanlar burada yan yana durup içiyorlar.

edebiyathaber.net (9 Kasım 2018)

Yorum yapın