Yaşam, kimine güneş kimine bulut! | Mehmet Özçataloğlu

Ağustos 7, 2017

Yaşam, kimine güneş kimine bulut! | Mehmet Özçataloğlu

Mevsimlerden yaz, günlerden arkadaşlık. Yaz mevsiminin çocuklar tarafından doyasıya yaşandığı şu günlerde şanslı olanlar deniz kenarında günlerini gün ediyorlar. Günışığının altında deniz- güneş- kum üçlüsünün tadını çıkarıp, gün akşama döndüğünde sokaklara serinlik de inince gecenin bir saatine kadar koşup eğleniyorlar. Özellikle tatil yörelerinde arkadaşlıkların tadı biraz farklıdır. Yaklaşık dokuz ay boyunca görüşülmeyen arkadaşlarla okullar kapanıp da tatil başladığında tekrar bir araya gelinir. Ta ki okulların yeniden açılacağı tarihe kadar. Ve bu zaman zarfında sadece keyifli anlar ve anılar paylaşıldığı için yaz arkadaşlığının tadı da başka olur. Bu demek değil ki hiç kavga-dövüş olmaz. O da olur elbet. Özellikle kız-erkek kutuplaşması mutlaka olur her zaman ve her yerde olduğu gibi. Ve kutuplaşmanın sonucunda da kırgınlıklar… Uzun sürmez ama. Küslükler oluşmaz pek. Zaten sayılı gün bir arada olunan arkadaşlarla küsmek de neymiş, değil mi?

Yasemin ve Lavanta ikilisinin yaşadıkları da tam olarak böyle bir şey. Bu ikiliden daha önce yine burada söz etmiştim. Sevgi Saygı’nın 4 kitaplık dizisinin iki kitabını irdelemiştim. Bugün de diğer iki kitap önümde. Dizinin üçüncü kitabı, Amazon Kaptan. Ve önceki kitaplarda olduğu gibi yine resimleyen Merve Atılgan ve yine Günışığı Kitaplığı etiketiyle.

Yasemin, ailesi ve Lavanta’yla birlikte yaz tatili için çadır kampına gitmiştir. Yıllardır yaz tatillerinde bir araya geldiği arkadaşlarıyla kavuşmuştur. Fakat bu defa durum biraz farklıdır. Erkek çocuklar kendi aralarında gruplaşmışlar, bir çete kurmuşlardır. Kum çetesi! Kızların özenle yaptıkları kumdan kalenin yıkılmasıyla başlamıştır her şey. Ve dalga dalga büyüyecektir sonunda. Kızlar erkekleri, erkekler kızları alt edebilmek için kıyasıya bir yarış içerisindedirler. Erkeklerin kum çetelerine karşılık kızlar da Amazon’u kurmuşlardır. Peki, sonra? Kim bu Amazonlar gerçekte? Yanıtını yazar kitabın içerisinde veriyor. Ve biz o yanıtın peşinde dolanırken, dizinin yeni kitabı Cankurtaran Kibele çıkageliyor. Cankurtaran Kibele’de de konu değişmiyor. Bir devam filmi sanki. Aynı karakterler, aynı mevsim, aynı ortam. Tek can sıkan ise yazın ortasında yağan yağmur. Tabi benim değil kitaptaki tatilcilerin canını sıkıyor. Yasemin bulut hikayeleriyle güne güzel başlasa da yağmur ve kum çetesi yüzünden günü berbat olur. Bir de üzerine antik kent gezisi sırasında yaşadığı talihsiz kaza! Sonrasında Yasemin kendini eski tekne Kibele’de bulur. Yanında da Simirna vardır. Bu kitapta kum çetesi ile kızlar arasında bir barış sağlanıyor gibi. Dedim ya yaz arkadaşlıklarında küslük olmaz diye. Ama Yasemin farkına varamıyor gerçek mi yoksa rüya mı olduğunun. Onu da artık okuyunca görürsünüz.

Hazır tatil dedik, Günışığı dedik, sözü bitirmeden bir kitaptan daha söz edeyim istiyorum.

Gerçek devler bacaklarının değil, kalplerinin boyuyla ölçülür!

Hayat her zaman Yasemin ve arkadaşlarına gülümsediği gibi gülümsemiyor, o şansı vermiyor. Şanssız sayılabilecek birine gelelim. “Kocaman Kalpli” Louis’e. Şanssız diyorum çünkü küçük yaşında babasız kalır Louis. Oysaki yaşamı, cambaz ayaklıklarının tepesinde, gökyüzüne ve kuşlara yakın ilerlemekteydi. Babası ile koyunları otlatır ve bu onu çok mutlu ederdi. Ama hayat sürprizlerle doludur işte. Bazen hiç istemediğimiz şeyleri bir anda önümüze serer, yaşatır. Louis için de böyle olur. Çok sevdiği ve mutlu olarak yaşadığı yerden büyük bir kente taşınır annesiyle birlikte. Cambaz ayaklıklarının üzerinde olamasa da kendi ayakları üzerinde durmak için küçük yaşında büyük mücadele verir. Vermek de zorundadır. Tıpkı yaşamdaki binlerce yaşıtı gibi.

Jo Hoestland, bir çocuğun hayallerini, korkularını, heyecanlarını işlemiş Kocaman Kalpli’de. Ve bunu çok gerçekçi olarak ortaya koymuş. Özellikle şu satırlar, küçük bir çocuğun yaşadığı travmalar sonucunda nasıl bir anda büyüdüğünün kanıtı gibi. Hiç büyümemesi gerektiği bir zamanda hem de: “Eskiden, hayalim babam gibi bir dev olmaktı. Ayaklıklarımızın üstünde, bataklığa giderdik birlikte; yeşil, gri, kaygan bir yerdi, bize ait, gizli bir alan… Ve ta yukardan, çok uzakları görürdük. Tam olarak sana açıklayamam ama harikaydı, muhteşemdi. Krallar gibiydik! Gizemli bir krallıktaki krallar. Yani ben öyle sanıyordum. Ama tabi bunlar çocuksu hayallerdi. Artık büyüdüğümüzü söylemekte haklısın: Kanıtı, artık hiçbir şeyin hayalini kuramam.” Bu sözler üzerine Sofia’nın söyledikleri ise bir başka kıymetli: “Hayallerin neden yalnızca çocuklara bırakıldığını anlayamıyorum ben. Hayaller olmasa hayat herkes için çok zor olurdu. Hayallerin varsa üzgün olmazsın. Hem, hayaller bir gün gerçek de olabilir. Ben buna inanıyorum.”

İki farklı dünyanın çocuklarını sunuyorum bugün size. Tüm gerçeklikleriyle. Hayat böyledir çünkü. Herkese eşit davranmaz. Ama kimisi kocaman kalpli olur işte. Hayata kafa tutar tüm zorluklarına rağmen.

Küçük yaşında hayatın zorluklarına kafa tutarak bugünlere gelen bir ismi de anmalıyım burada hemen. Severek, gülerek, eğlenerek okuduğumuz Muzaffer Ağabeyimiz, Muzaffer Dedemiz, Sevgili Muzaffer İzgü bugünlerde biraz yorgun ve hasta. Hastanede tedavi görüyor. İnanıyorum ki yine teslim olmayacak, boyun eğmeyecek ve inanıyorum ki yine çocuklar için yazacak. Dualarım onunla, onun için. Bir an önce sağlığına kavuşması dileğimle…

Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (7 Ağustos 2017)

Yorum yapın