Walter Benjamin düşüncesi ve politik imkânlar | Emek Erez

Ocak 17, 2018

Walter Benjamin düşüncesi ve politik imkânlar | Emek Erez

Dünyanın içinde bulunduğu durum umuttan uzaklaştıkça, politik imkânlar üzerine daha çok düşünüyoruz. Tarihin içinde bulunduğumuz ânını “kurtarmak” yeni stratejiler geliştirmek, ezilenlerin bu an içerisindeki konumunu tartmak ve yorumlamak, tartışma zeminleri yaratmak da bu açıdan önemli görünüyor. Böyle anlarda yaşamımızda ve dünyada yer etmiş düşünürlerin fikirlerine tekrar tekrar dönme ihtiyacı duyuyoruz. Çünkü dünya, savaşlar, vahşi kapitalist politikalar, baskıcı rejimler ve liderler yüzünden gittikçe yaşanmaz hâle gelirken, madunun konumu açısından durumu değerlendirmek, tartışma yürütmek de önemli görünüyor.

Ancak bu tartışmaların bir şekilde krizin farkında olarak yürümesi, geleceğe yönelik iyimser, umutlu sloganlara dönüşmemesi önemli. “İyi olana” gelecekte kavuşulacağına dair umuttansa, şimdide yaşananların olumsuzluğunu, geçmişin bilgisiyle birleştirmek ve ona göre yorumlamak bize farklı kapılar açabilir. Geçmişi yaşanmış bitmiş olarak düşünmek, zaman çizgisinin şimdisinden onu silmek ve gelecek için olumluluk vaat eden değerlendirmeler yapmak, bizim şimdiyi kaybetmemize, şu anda gerçekleşiyor olandan uzaklaşmamıza da neden olabilir. Oysa geçmişe dönük şimdi tüm enkazıyla bize çok şey söyleyebilir.  Çünkü ilerleyerek iyiye gidileceğine olan inanç, çok kez tecrübe ettiğimiz gibi pek de geçerli görünmüyor.

Bu yorumları yaparken elbette aklımıza gelen ilk isimlerden Walter Benjamin, “Klee’nin “Angelus Novus” adlı bir tablosu var. Bakışlarını ayıramadığı bir şeyden yani sanki uzaklaşıp gitmek üzere olan meleği tasvir ediyor: Gözleri fal taşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. Tarih meleğinin görünüşü ancak böyle olabilir, yüzü geçmişe çevrilmiş. Bize bir olaylar zinciri gibi görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket.”[1] Benjamin’in yüzü geçmişe dönük meleği, tarihin şimdide karşılığını bulmasıdır biraz. Çünkü ezilenlerin tarihin felaket anlarını “alıntılamaları”, onu bugünde bir an da tekrar var etmeleri, bellekte olan tanıklığı, politik bir erk durumuna getirme potansiyeli taşır. Bu bir bakıma unutuşa bırakmadan geçmişin acılarını, şimdide telafi etmektir. Şöyle der Benjamin, “Bizden sonra geleceklerden istediğimiz, kazandığımız zaferler için bize şükran duymaları değil, yenilgilerimizi hatırlamalarıdır. Bu bir tesellidir: Artık teselli edilme umudu kalmamış olanlara sunulacak bir teselli.”[2] Benjamin tarihe kahramanlar ve fetihçiler gözünden bakmaz, ezilenlerin, acı çekmişlerin, kaybedenlerin karşılığının şimdide bir direnme gücüne dönüşebilmesi ekseninden bakar ve bu bir bakıma tarihin mağdur ettiğinin şimdide hakkını almak anlamına gelir çünkü Gandler’in de vurguladığı gibi: “ kavgalar geçmiş nesillerin ölüleri ve mağlupları için sürdürülür, gelecek vaatleri için değil.”[3]

Benjamin pek çok açıdan tartışılabilen, kategoriye sığmayan bir düşünür. Bu nedenle belki de onu tasnif etmekten çok üzerinde durduğu konuları farklı bağlamlarda ele alarak konuşmak gerekiyor. Onun çalışmalarına politik açıdan bakabileceğimiz bir kitap, geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları tarafından basılan, Dar Kapıdaki Mesih: Walter Benjamin ve Politik Felsefesi. Kitap, bugünün felaketlerinin süregittiği alanlardaki yeniden üretimin önüne nasıl geçilebilir? “Sinik olmayan bir melankoli”, “onaylayıcı olmayan bir romantizm” ve tahakküm etmeyen bir yıkma nasıl mümkün olabilir? Soruları çerçevesinde, İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünde düzenlenen bir kolokyumun sunum metinlerinden, M. Ertan Kardeş tarafından derlenmiş. Burada ele alınan metinler tekrar gözden geçirilerek, metnin konuyu derinlikli tartışması sağlanmış. Böylece, Benjamin’in, eserleri, yaşadığı dönem, etkilendiği isimler ve kavramları üzerinden farklı yorumlar bulabileceğimiz, üzerine yeni tartışmalar ortaya konulabilecek bir kitap ortaya çıkmış.

Kitapta Nami Başer, Benjamin’in politik görüşlerinin hazırlayıcısı olarak betimlediği düşünürler ve onların felsefelerinden bahsederek başlıyor tartışmasına ve bu bağlamda Adorno, Brecht, Scholem, Bloch gibi isimlerin Benjamin’in felsefesindeki yerine değiniyor. Ayrıca onun tarih ve zaman kavrayışı ile birlikte “mesihsiz mesihçilik” kavramına odaklanıyor. Yenilgilerimizden de öğreneceklerimiz olduğunu vurgulayarak, Benjamin’in intiharının da belki bu anlamda düşünülebileceğini vurguluyor. M. Ertan Kardeş ise, Benjamin’in politikayı nasıl tanımladığı üzerinden, onun ne tarz bir politik felsefe geleneğine yakın durduğunu çalışmalarından hareketle değerlendiriyor. Benjamin’in felsefesi ışığında “yasa”, “adalet”, “politik nihilizm”  gibi kavramları tartışmaya açarken “daimi olarak tamir edilmeyi ve düzeltilmeyi” bekleyen dünyaya ve onun sorunlarına düşünürün perspektifinden bakıyor. Kitapta Besim Dellaloğlu’nun sunum metnine de yer verilmiş, Dellaloğlu, “politika” ve “teoloji” bağlantısı üzerinden, Benjamin’i incelerken, konunun modernleşme ile bağlantısını kuruyor.

Kurtul Gülenç ise tinsellik ve kolektivite bağlamında düşünürü ve çevresini incelerken, sonuçta, Benjamin’in düşüncesinin, diğerlerinden farklı olarak soyut kalmadığına, sınırda yaşayan bir özne olarak, onun felsefesinin kendi “yaşama tutunma” çabasıyla da ilişkisi olduğunu ortaya koyuyor. Cengiz Çakmak, “Kader ve Karakter” metni üzerinden bir okuma yaparak geçmişin bilgisinin şimdide, kendimizle olan ilişkisine dikkat çekiyor.

Ateş Uslu ise Benjamin’in şiddet üzerine fikirlerini tartışırken öncelikle yaşadığı dönemin politik ortamına ve etkilendiği; Georges Sorel, Oskar Goldberg, Erich Unger gibi isimlerin fikirlerine ve Benjamin’in hangi bağlamda etkilediklerine değiniyor. Ayrıca, Benjamin’in “Şiddetin Eleştirisi” metnini yakın bir okumaya tabi tutuyor. Uslu’nun sonuç bölümünde Benjamin’i bir ideoloji çerçevesinden değerlendirmenin yerine etkilendiği kaynaklara bakmaya dikkat çekmesi de önemli. Onu herhangi bir düşüncenin yanına kaydederek,  geleneksel tasnif yöntemleri ile değerlendirmek bana kalırsa da hata olur.  Çünkü bu anlayış bir şekilde herhangi bir yazarı, felsefeciyi bir kategoriye hapsetmeye ve genel anlamda onun çeşitliliğini gözden kaçırmaya neden olabilir ki özellikle Benjamin gibi çok farklı alanlarda düşünmüş bir ismi, tekil bir yere kaydetmemek gerektiği konusunda fikirlerine katılıyorum.

Kitapta Tacettin Ertuğrul, Benjamin’in “Şiddetin Eleştirisi Üzerine” metnini Derrida’nın “Benjamin’in Önadı” ile birlikte değerlendirerek, kesişen ve ayrılan noktalarını, “şiddet” üzerinden tartışıyor. Son olarak Cana Erşen ise, ezoterik okur yazarlık üzerinden, Blanqui, Adorno, Amery gibi yazarların fikirleriyle Benjamin’in zaman anlayışını harmanlıyor. Erşen ayrıca, tarih tezlerinin ikincisinde geçen “Kur yaptığımız kadınların tanımadıkları kız kardeşleri yok mu?” ifadesini yorumlayarak, yazarın “dişil tekilin hakkını tarihin tüm ezilenleri nezdinde koruma altına” aldığını vurguluyor.

“Dar Kapıdaki Mesih: Walter Benjamin ve Politik Felsefesi”nde toplanan metinler, “keder hiçbir zaman bu kadar gayret gerektiren bir mesele olmamıştır”[4] dediğimiz şimdimize dair tartışmalar sunan bir kitap. Metin, farklı açılardan Benjamin’e yaklaşarak, onun düşüncesinden bugüne uzanan politik imkânları tartışıyor. Kısacası, tüm kederlerimiz, geçmişin adaleti ve bugünde ne yapabilirizi düşünmek için kitaptaki metinler üzerinden, Benjamin’e bir kere daha bakmaya değer.

Emek Erez – edebiyathaber.net (17 Ocak 2018)

[1] Benjamin, V. (2012), “Son Bakışta Aşk ‘Tarih Kavramı Üzerine’”, (Haz. Nurdan Gürbilek), s. 43 İstanbul: Metis

[2] Akt. Eagleton, T. “İyimser Olmayan Umut”, (Çev. Emine Ayhan), s. 49 İstanbul: Ayrıntı.

[3] Gandler, S. “Tarih Meleği Nereye Bakıyor?”, (Çev. Itır Arda), s.169, Cogito, sayı 52, 2007.

[4] Eagleton, T. (2016), “İyimser Olmayan Umut”, (Çev. Emine Ayhan), s. 53, İstanbul: Ayrıntı.

Yorum yapın