Virginia Woolf aforizmaları: “Bir kadın olarak ülkem tüm dünya” | Emek Erez

Ekim 21, 2015

Virginia Woolf aforizmaları: “Bir kadın olarak ülkem tüm dünya” | Emek Erez

emek-erezAforizmaları çok derin duyguları kısaca felsefi biçimde ifade ettikleri için sevdiğimi düşünürüm. Doğrudur da belki, bir cümlelik aforizmayı okuduğunuzda üzerine sayfalarca yazabilir, dakikalarca konuşabilirsiniz. Virginia Woolf’un “Yalnızlık Ömür Boyu” adıyla Zeplin tarafından, Nil Sakman çevirisiyle basılan, aforizmaları da bahsettiğiniz gibi aslında. Woolf’un aforizmaları: İnsanın kendi varlığıyla, kadınlığıyla, erkekliğiyle, dünyanın durumuyla, yazma edimiyle ve yaşamla ilgili olduğu için, hepimizden birer parça taşıyor. Bu nedenle de kitap keyifle okunurken, bizi kendi yaşamsal pratiğimizden duygularla karşı karşıya getiriyor.

“… Yazmak için kalemi ele aldığında ya aklına hiçbir şey gelmiyordu ya da kalem, kȃğıdın üzerinde gözyaşlarını andıran koca lekeler bırakıyordu.” Sanırım son günlerde yaşadığımız olaylar yazma çabası içerisinde olan herkeste benzer bir durum oluşturuyordur. Çoğu zaman sözün tükendiği bir yerde olduğumuzu söylemeye gerek yok. Kelimeler susuyor çünkü anlatmaya yetmiyor. Sanki yeni kelimeler icat etmek gerekiyor da dil yetersiz kalıyor. Woolf da benzer şeyler söylemiş: “Kelimeler her şeyi söyler mi? Kelimeler herhangi bir şey söyleyebilir mi? Kelimeler ulaşılmaz noktadaki sembolleri yok etmiyorlar mı?” Kelimelerin her şeyi söyleyemeyeceği, ifadesiz kalacağı durumlar yaşıyoruz doğrudur evet, anlam asılı kalıyor çoğu zaman havada çünkü dil susuyor, dil dolanıyor, kelimeler söyleyebilecek bile olsa “ulaşılmaz noktadaki sembolleri” yok ediyor. Çünkü semboller yaşananların göstergelerini açıklamaya yetmiyor. Ve böylece geriye hȃkim olan şey sessizlik oluyor. Anlatılamayanın sessizliği.

Woolf’un aforizmaları farklı konulara odaklanıyor onlardan birisi de şöyle: “Bizlerin giysileri değil de, giysilerin bizi giydiğini savunan görüşü destekleyecek çok şey var; kolumuzun veya göğsümüzün şeklini almalarını sağlıyor olabiliriz ancak onlar bizim yüreklerimize, beyinlerimize, ifade biçimlerimize canlarının istediği gibi şekil verirler.” Katılmak gerekir bu fikre her şeyin neredeyse imajlara hapsedildiği bir dünya hali içerisindeyiz. Ne düşündüğümüzden, derinliğimizin ne olduğundan, kalbimizin ne hissettiğinden daha çok görünüşlerle ilgili değil miyiz? Buna bir de tüketim kültürünün etkisi eklenince fark ediyoruz ki aslında hepimiz aynı markaların etiketleri altındayız. Aynı şeyleri giymeye çalışıp, aynı ortamlarda takılmaya gayret ediyoruz. Sistemin barkotlu ürünleri gibiyiz. Kendimizin, sadece düşünsel anlamda değil bedensel anlamda da farklı olduğunun ayırdında değiliz. İşte bu nedenle biz giysileri giymiyoruz onlar bizi giyiyor. Halimizi, tavrımızı her şeyimizi belirliyor. Herkes gibi olmanın güveniyle ancak var edebiliyoruz kendimizi. Ve aslında şekilli, biçimli, kendimizin çok uzağında bir yerde “simülasyon” bir varlık gösteriyoruz.

yalnizlik-omur-boyu“Kendim olmak için kaydediyorum başka insanların gözlerindeki ışığa ihtiyacım var ve tam da bu nedenle kendimin ne olduğundan bütünüyle emin olamıyorum.” diyor Woolf. Bu da sanırım yine yukarıda bahsettiğimiz durumla ilgili. Başkalarının gözlerindeki ışığı ararken kendi gözümüzün ışığını kaybediyoruz. Çünkü kendimizi nasıl gördüğümüzden çok başkalarının gözündeki halimizle ilgiliyiz. Ve işte bundan dolayıdır ki kendimizin ne olduğunu bir türlü bulamıyoruz. Bentham’ın Panoptikon’unun içerisinde yaşıyor gibiyiz. Sanki her yerde bizi gözetleyen farkında olmadığımız gözler var ve biz hep o gözlere göre hareket etmek zorundayız. Yazarın başka bir cümlesiyle ifade ettiği gibi: “ Kalabalık kitleler asla yaptıkları şeylerden sorumlu tutulamazlar. Kendi denetimlerinde olmayan içgüdüler tarafından yönlendirilirler.” Kalabalıklar içerisinde onların gözünde varolabilmek, belki de bu durumda çabamız ancak bu içgüdülerimizin bile denetimli olması demek. Denetimli içgüdüler ise kendimizin çok uzağında, kitle kültürünün tüm biçimlemelerine maruz, gözetime esir, olduğumuza işaret ediyor. Bu durumu yine Woolf’un şu cümleleriyle anlaşılır kılabiliriz zannımca: “Başka insanların gözleri hapishanelerimiz; düşünceleriyse kafeslerimizdir.”

“Bir kadın olarak ülkesizim. Bir kadın olarak bir ülke istemiyorum. Bir kadın olarak ülkem tüm dünya.” Woolf’un bu cümlelerine de kendim kurmuş gibi katıldığımı belirtmeliyim. Genellikle kadınlar için böyledir, tüm dünya erkek söylemine esirdir. Sözü söyleyen, ülkeleri yöneten hep erkekler olmuştur. Bu nedenle kadın ülkesizdir ve bu kötü bir şey olmaktan çok bir reddediştir bana kalırsa. Ülkesiz olmak tüm dünyayı “ülke” benimsemek onun tüm acılarına ortak olmak anlamına gelir. Bu bir anlamda kimliksizleşmeyi, kendini sınırların olmadığı bir yerde, devletlerin söyleminin dışında var etmeyi gerektirir. O nedenle barış çığlıklarının yükseldiği bu günlerde en önde görürsünüz kadınları, kimliğini sormadan kimse ölmesin diyebilen barış anneleri o nedenle tehlikedir ve yok edilmesi gerekir otoriteler için. Kadının dünyadaki “ötekiliğini” olumluluğa çevirebilmesi de bu nedenledir işte. Diğer tarafta olmayı aileden başlayarak, tüm kurumsal deneyimlerinde yaşayan kadın, o nedenle kendisi gibi “öte tarafta” yer alanlarla sonsuz dayanışma içerisindedir. LGBTİ hareketinden, kendi coğrafyamız açısından düşünüldüğünde tüm ezilen halklara kadar tüm direnişlerin en önünde olması bu yüzdendir.

“Belki de yaşam, onu anlatmaya çalıştığımızda gördüğü muamele için elverişli bir şey değildir.” Belki de öyledir evet yaşamın kendisidir sorun, onu anlatabilmek için kelimelerin yetmemesi ondandır ya da “anlam dilin en ücra köşesidir” yine yazarın kendisinin söylediği gibi ve o anlamın ne olduğuna ulaşmamız gerekir bilemeyiz.

“Bir hiç olmak önünde sonunda bu dünya üzerindeki en tatmin edici varoluş hali değil midir?” diye soruyor ayrıca Woolf, genellikle hak verebileceğimiz bir düşüncedir bu da. İnsan değiştirmek istediklerini değiştiremediğinde, umuttan çok umutsuzluğa mahkȗm hissettiğinde, kederi artık varlık nedeni haline geldiğinde yani kendisini değersizleştirdiğinde bir “hiç” gibi hisseder. Ve bu doğaldır ancak bize “hiç” gibi hissettirenleri de göz ardı etmemek gerekir belki de.

Kısaca toparlamak gerekirse, sanırım Woolf’un aforizmalarının bize şöyle bir mesajı var: Kendimizi kitlelerin ruhundan arındırmak, kelimelerimizi otoritelerin elinden almak, “hiç” hissetsek bile “hiçliğimizi” kendimiz belirlemek, değerimizi kendi irademizle fark etmek, ülkesiz olup tüm dünyanın “ötekileriyle” birleşmek… Belki bir gün başarırız kim bilir?

Emek Erez – edebiyathaber.net (21 Ekim 2015)

Yorum yapın