Uyuyor Diyorlar: “Komadan çıkmak, komaya girmek gibi” | Gamze Erkmen

Mayıs 24, 2018

Uyuyor Diyorlar: “Komadan çıkmak, komaya girmek gibi” | Gamze Erkmen

Porto Riko edebiyatının genç yazarlarından Sergio Gutiérrez Negron’un dilimize çevrilen Uyuyor Diyorlar isimli romanı, geçtiğimiz Mart ayında, Cumartesi Kitaplığı tarafından yayımlandı.

Her şey, Luis’in trafikte giderken koluna ve başına isabet eden kurşunların sonunda dört yıllık komaya girmesiyle başlıyor gibi hissettirilse de kurgusunun temelinde iki kardeşin arasındaki bağ, aile ilişkileri, zamanın uzaklaştırıcılığı, hep derinlerde saklı kalan o kaybetmişlik hissi küçük kardeşin ağzından, ikinci tekil şahıslı bir anlatım dili ile okura aktarılıyor.

Uyuyor Diyorlar, kurgusu itibariyle genel anlamda iki kardeşin arasındaki ilişkiyi, aslında kurulmaya çalışılan ama yıllar içerisinde söylenmesi gerekenlerin susulması nedeniyle ortaya çıkan “ilişkisizliklerini” anlatıyor. Üç bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde, yazar kurguyu komaya girip dört yıl uyuduktan sonra yeniden hayata dönen Luis’in başına gelen olay çevresinde çiziyor. Luis’in evinden çıktıktan sonra arabasıyla yolda giderken, siyah bir Honda Civic’in içindeki iki kişinin ateş etmeye başlamasıyla girdiği koma ve bu komadan dört yıl boyunca çıkamamış olması, daha kurgunun en başından bilinmesiyle, okura hayat ve ölüm arasındaki yakınlığı ancak insanın, bu yakınlık içerisindeki bilinçsizliğini sorgulatmaya başlıyor. Luis’in kazanın yaşandığı andaki durumunu, “Tam son nefesini vermek üzereyken duruyorsun, ölümünü yarım bırakıyorsun,” diye anlatıyor kardeşi. Belki bir kaza, belki bir yanlış anlaşılma ya da bilinçli bir cinayetin kıyısından dönme, adı her ne olursa olsun, kaybedilen yıllardan sonra bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olamadığını gösteren kurguda, zaten öncesinde de aslında hiçbir şeyin olması gerektiği gibi olmadığını da okura hissettiren cümleler özellikle dikkat çekiyor, hatta kitap bütünüyle düşünüldüğünde yaşanan olayın ve bunun neticesinde meydana gelen dört yıllık komanın, birtakım hislerin açığa çıkması için yalnızca bir bahane olarak kabul edilebileceğini, aslolanın iki kardeş arasındaki yorgun olarak nitelendirilebilecek ilişkileri olduğu gözleniyor.

İlk bölüm içerisinde iki kardeş arasındaki gerilimli ilişkinin kıskançlık boyutu ele alınırken, romanın anlatıcısı olan küçük kardeşin cümleleri arasında, Luis’in kazadan önce hayatına girmiş olan ve sonrasında da bir süre birlikte olmaya devam ettiği sevgilisi ile arasında hissettiği dışlanmışlık, kardeş olmaktan ileri gelmesi gereken yakınlığın yoksunluğu, iki insanın yalnızca aralarında kan bağı olması sebebiyle yakın olamayacağına dair düşüncelere sürüklüyor. Öyle ki, anlatıcı küçük kardeşin koma süreci ve sonrasını kıyaslarken, aralarındaki boşluğu kendisine dahi hissettirmek istemese de, uzaklığın getirdiği sorgulama sürecindeki öfke barındıran sözcüklerinden rahatlıkla hissediliyor. “… Çünkü Laurita benim arkadaşımdı. Eve beni ziyarete geliyordu ve okula birlikte gidiyorduk,” cümlesindeki kendisine ait olan birtakım hislerden ve yaşanmışlıklardan bahsederken, yazar da bunun okur tarafından hissedilmesini arzu etmiş olacak ki, bu sözcüklerin biçimsel olarak da kitap içerisindeki diğer sözcüklerden farklı olarak yazıldığı gözlerden kaçmıyor.

İkinci bölüme geçmeden bahsi geçmeye başlayan ve oldukça dikkat çeken her iki kardeşin de gördüğü rüyaların anlatıldığı satırlar oluyor. İki kardeş de rüyalarında varlıklarından haberdar olsalar da, birbirlerine ulaşamıyor, birbirlerini göremiyor ancak birbirlerine rüyalarını anlatırlarken bu durumun oldukça sıradan bir durum olduğu konusunda izlenim yaratmaya çalıştıkları okur tarafından hissediliyor. Birbirini kaybetmekten korkan insanların yan yana geldiklerinde hiçbir şey olmamış gibi davranmaları, halbuki ikisinin de aslında içlerinden konuştukları ile ağızlarından çıkanın buz gibi bambaşka olduğunu bildikleri o durumu, anlatıcı rolündeki küçük kardeşin cümleleri okura yaşatıyor. Rüyalar anlatılırken kullanılan metaforlar ise okurun ayrıca dikkatini çekecek kadar kuvvetli anlamlar taşıyor. Her iki kardeşin rüyalarına ilişkin bölümler kurgu sona erene kadar ara ara okurun zihnine giriyor, betimlemelerin fazlasıyla güçlü yaratılmışlığı ile okuru kurgudan kesinlikle koparmıyor.

İkinci bölüm diğer iki bölüme kıyasla biçimsel anlamda daha kısa gibi görünse de, aile ilişkilerinin yer aldığı bölüm olduğundan, kurgunun başı ile sonu arasında bir köprü ve geçmişin kazadan sonrasına bağlanabilmesi için oldukça anlamlı bir bölüm olduğu okur tarafından görülebiliyor. Bununla birlikte, başkarakter Luis’in dört yıl boyunca uyuyor olması, komadan çıkamayışı, aslında yalnızca onun hayatından değil, kardeşi ve ailesinin süregelen hayatlarında da dört yıllık bir ara vermelerine sebep olduğu, anlatıcı olan küçük kardeşi tarafından, kendisinin ve ailesinin hayatının istedikleri gibi gitmeyişinin bir nevi sebebi olarak gösteriliyor. Bu anlatımın, en vurucu noktası ise “iyi” insanların ve “kötü” insanların yaşamaları gereken hayatlar arasında farklılıklar olması gerektiği, eğer ki bir insan iyi olarak yaşamayı seçmiş ise mutlu olması gerekir, kalıbının sorgulatılması olarak okurun karşısına çıkarılıyor. Küçük kardeşin, “İyilerin dünyasında böyle şeyler olmaz, birisi bunu bozdu,” diyen babasının bu cümlesinden yola çıkarak, bu kazanın ve ailenin her şey normalmiş gibi davranarak yaşamaya çalışmasının kendisinin hayatında da nasıl farklılıklara yol açtığından bahsederken, kaderin sorgulanmazlığı öğretisinin bir çeşit eleştirisi okurla buluşturulmuş oluyor.

Üçüncü bölümde ise okur şüphe ile şiddet arasında bir bağıntı kurmaya başlıyor. Luis’in başına gelen bu olayın bir kaza olup olmadığı konusunda şüpheye düşüp de kardeşi ile bu konu hakkında konuşmaya başladığı satırlarda, belki istemsizce belki de yıllar içerisinde içselleştirdiği öfkesinin dışavurumunu artık engelleyememesi sebebiyle abisini şiddete yönlendirdiği hissediliyor. Kişinin yaptığının yanlış olduğunu aslında bilmesi, bunu dile getirirken karşı tarafı durdurmaya çabalamasının yanında göğsünün ortasında bastıramadığı hırslarının, bir diğer insan tarafından ortaya çıkartılması ile yaşayabileceği o rahatlama ama aynı zamanda da huzursuzluk duyguları okura geçiyor. Kendisini öldürmeye çalıştığını düşündüğü kişinin evini bulup da o hep adı geçen siyah Honda Civic’i canavarca hislerle parçalamaya başladığında, anlatıcı olan küçük kardeşin de ona katılması ve en sonunda kendilerini yerde birbirlerini hırpalarken bulmaları kurgunun en anlamlı tasviri olarak okurun karşısına çıkıyor.

Sergio Gutiérrez Negron

Kurguda sıklıkla yer verilen Luis’in çizimleri de okurun dikkatinden kaçmıyor. Nitekim kazadan önce çizmeye başladığı ancak bitiremediği köprü çizimleri, kazadan sonra yaşadığı ayrılık ve başına böyle bir olayın neden geldiğine ilişkin yaşadığı şüphe ve neticesinde içindeki tüm nefreti, öfkeyi ve kaybetmişliklerini parçaladığı arabadan çıkarmasıyla birlikte belki de tamamlandığını hisseden Luis’in kurgunun sonuna doğru birleştirdiği köprü çizimleriyle birlikte kardeşinin hissettikleri, çizimde yer alan köprünün detaylı betimlemeleriyle beraber okur için bütünleyici bir anlama bürünüyor.

Bitişte yer alan küçük kardeşin son cümleleri, yaşanan kazanın ve dört yıllık uykunun getirdikleriyle birlikte, ilişkilerindeki tükenmişliği, hiçbir zaman kuramadıkları o kardeşlik bağını en saf haliyle ortaya koyuyor. “Hiçbir zaman yeniden olması gerektiği gibi olamadık. Hiçbir zaman yeniden olamadığımız şey buydu; kardeş.”

edebiyathaber.net (24 Mayıs 2018)

Yorum yapın