Umberto Eco’nun son romanı “Sıfır Sayı”: Kötü ve art niyetli gazetecilik | Dr. Javanshir Gadimov

Mayıs 13, 2016

Umberto Eco’nun son romanı “Sıfır Sayı”: Kötü ve art niyetli gazetecilik | Dr. Javanshir Gadimov

sifir-sayiUmberto Eco’nun (1932 – 2016) son kitabı (veda kitabı da diyebiliriz) Sıfır Sayı’nın arka kapağında “Kötü gazetecilik konusunda bir rehber.” ifadesi yer alıyor. Gazetecilik toplum için çok önemli bir görev üstlenen meslektir. Ancak her zaman hayal edilen ya da beklenen mükemmel sonuçlar vermez. Çoğu zaman da çok nadir durumlarda iyi bir gazetecilik örneği ile karşılaşırız.

Bir gazeteci olarak kitabı okurken satır aralarından kendisi de gazetelere yazılar yazmış olan Eco’nun gazetecilik konusuna eleştirel yaklaşımını ve bakış açısını görüyoruz. Kitabın arka kapağındaki “kötü gazetecilik” ifadesini “kötü niyetli gazetecilik” olarak düzeltirsek daha doğru olur. Çünkü kötü gazetecilik, eğitimsizlik, beceriksizlik, tembellik sonucu ortaya çıkabilir. Ancak Eco’nun kitapta bir örneğini verdiği gazetecilik ise bu mesleğin birilerinin çıkarı doğrultusunda art niyetli kullanılmasıdır.

Her ne kadar Umberto Eco roman olarak, kurmaca olarak yazsa da “Sıfır Sayı”da gazetecilik ile ilgili kurmaca dışı bilgiler vererek bir anlamda olayın iç yüzüne ışık tutuyor.

Kitabın ismi Sıfır Sayı, çünkü belki de hiçbir zaman basılmayacak bir gazetenin ilk sayısından önce deneme amaçlı “sıfır” sayılar çıkarılacaktır. Bu sayıların çıkarılmasının bir amacı vardır. Amaç gazetecilik değildir. Amaç medya gücünü, daha doğrusu henüz olmayan bir gazetenin oluşturabileceği gücü göstererek hedefe ulaşmak. “Commendatore” olarak anılan kişiden gazete çıkarma işini alan Prof. Simei, yapılacakları çalışma arkadaşlarına şöyle özetliyor: 

“Commendatore finansman dünyasının, bankaların ve hatta büyük gazetelerin o güzel salonuna adım atmak istiyor. Her konuda gerçeği dile getirecek yeni bir günlük gazetenin vaadi olacağız. On iki adet sıfır sayı çıkaracağız; 0/1, 0/2 gibi düşünün; çok sınırlı sayıda basılacak, Commendatore bunları değerlendirecek ve sonra kendi bildiği bazı kişilerin incelemesine sunacak. Commendatore finansman ve politika dünyasının güzel salonunu rahatsız edebileceğini kanıtladıktan sonra, olasılıkla bu güzel salon ona bu düşünceden vazgeçmesini rica edecek, o da Yarın tasarısını bir kenara kaldırıp güzel salona giriş yapma iznini koparmış olacak. Örneğin büyük bir günlük gazetenin, bir bankanın, önemli bir televizyon zincirinin yüzde iki hissesi denebilir buna.” (s. 28)

Umberto Eco kitabın tanıtımı ile ilgili bir toplantıda “gerçek edebiyatın kaybedenlerin hikâyelerini” (1) anlattığını söylemişti. Benzer şekilde kitaptaki karakterler ve yeni kurulan gazetenin çalışanları da birer “kaybeden”dir. Olayları bize anlatan ana karakter Colonna üniversiteyi bitirememiş, farklı işlerde çalışmış, ancak elli yaşına gelmesine rağmen bir başarı elde edememiş biri. Ayrıca kendisinin bir kaybeden olduğunu kabul ediyor.

Colonna’nın gazetede çalışmaya başlamasında sonra tanıştığı ve daha sonra aşk yaşayacakları Maia Fresi’yi de Eco, üniversiteyi bitirememiş, kuaförlerde masalara konulan dedikodu dergileri için uydurma yazılar kaleme alan biri olarak karşımıza çıkarıyor. Maia kendisini tanıtırken, söylenti ve hatta  asılsız haberler yazmaktan bıktığını dile getiriyor.

Başka bir gazeteci Braggadocio ise dergi muhabirliği  yapmış ve işe girişi yapılmadığı için yarı maaş ödendiğinden şikayet ediyor. Geri kalanlar ise gece kaza haberi kovalayan, bulmaca sayfaları yapan ve matbaalarda çalışmış kişilerden oluşuyor.

Prof. Simei’nin sıfır sayı gazete çıkarmak için topladığı gazeteciler bunlar. Üniversite mezunu olamamış, hiç bir ciddi gazetecilik tecrübesi olmayan kişiler. Eco’nun günümüz gazeteleri ve gazeteciliğine getirdiği birinci eleştiriyi burada görebiliriz. Eğitim sorunu. Ancak gazetenin müdürü Prof. Simie bu durumu “Siz gençler kültür düşkünü oluyorsunuz, neyse ki üniversiteden mezun olmamışsınız, öyle olsa bana elli sayfalık edebi eleştiri yazmayı önerirdiniz.” (s. 61) sözleriyle şaka konusu bile yapabiliyor. Diğer bir eleştiriyi ise işe girişi yapılmamış, yarı ücretle çalıştırılan Braggadocio örneğinde görüyoruz. Benzer durumu bir çok gazeteci yaşamıştır.

“GAZETELER, TELEVİZYONLAR YALAN SÖYLER”

Ana karakterlerden bir olan Simei’nin “Unutmayın, ‘haber yapmak’ güzel bir deyiştir, haberi biz yapıyoruz ve bunu satır arasında belirtmeyi bilmemiz gerekir.” (s. 54) sözleri aslında haberin nasıl yapıldığı ile ilgili bir görüş ortaya koyuyor.

“Gazeteler yalan söyler, tarihçiler yalan söyler, bugün televizyon da yalan söylüyor. Bir yıl önce televizyonda, Körfez Savaşı sırasında Basra Körfezi’nde zifte bulanmış olarak can çekişen karabatağı hatırlamıyor musun? Sonra öğrenildi ki o mevsimde körfezde karabatak olması mümkün değilmiş ve o görüntü sekiz yıl öncesine, İran-Irak savaşı dönemine aitmiş. Bazılarına göre de hayvanat bahçesinden aldıkları karabatağı petrole bulamışlardı.” (s. 40 – 41)

“Gazetede neyin yer alacağını belirlemek için, öteki gazetelerin ifadesiyle, ajandayı tespit etmek gerekir. Haber denen şeyden bu dünyada çok fazla var ama neden Bergamo’da bir kaza olduğunu söylerken, Messina’da bir başkasının olduğunu görmezden geliyoruz? Gazeteyi yapan haber değil, haberi yapan gazetedir. Dört farklı haberi bir araya getirmeyi bilmek demek, okura beşinci bir haber önermek anlamına gelir.” (s. 53)

Gazeteler ya da genelleme yaparsak medya, insanlara, topluma olayları nasıl görmesi gerektiğini, neyi konuşması gerektiğini ve nasıl düşünmesi gerektiğini söyler. Eco, gazetecilikle ilgili dersleri romanda Simei ve Colonna’nın ağzından aktarıyor. Bunları aktarırken de örneklerle açıklamayı ihmal etmiyor.

Yaşanan bir olayı sadece ne olduğunu aktarmak varken, sebebi nedir, sorumlusu kimdir gibi sorulara cevap arayarak da aktarmak mümkün. Yani gazete okura yaşananları nasıl anlaması ve kimi sorumlu tutması gerektiğini de tırnak içine alarak fısıldayabilir satır aralarında. Eco bunu Sıfır Sayı’da şu örnekle açıklıyor:

DVD 613 (23-05-13) Umberto Eco, escritor y filósofo italiano. ' Cristobal Manuel Photo via Newscom“Bir örnek vermemiz gerekirse, bir viyadük çökmüştür, altında bir kamyon kalmıştır ve sürücüsü ölmüştür. Metin, olayı ayrıntılarıyla aktardıktan sonra şöyle diyecektir: Köşede gazete bayii olan 42 yaşındaki Bay Rossi’yi dinledik . Ne denir ki, alın yazısı işte, dedi, o zavallı adam için çok üzgünüm ama kader kaderdir. Bundan hemen sonra yakındaki şantiyede çalışmakta olan 34 yaşındaki Bay Bianchi’ye söz verilir ve o da şöyle der: Suç kesinlikle belediyenin, bu viyadükün sorunlu olduğu uzun süredir biliniyordu. Sizce okur kendini kiminle özdeşleştirecektir? Birine ya da bir şeye öfkelenen, sorumluluğa işaret edenle değil mi? Açıkça anlaşıldı mı? Sonuç, neyi nasıl tırnak içine alacağınıza bağlıdır.” (s. 52)

“Her konuda gerçeği dile getirecek yeni bir günlük gazetenin vaadi olacağız.” ifadeleri ile sıfır sayı gazete denemesi ile işe başlayan Simei, yapılacak haberin patronun çıkarları ile çakışması durumunda ise tam tersi bir söylem belirliyor. Patronun itibarını zedeleyecek bir haber ‘çöpe gidecek’ haberdir.

“Şimdi siz bizim kurucumuz olan Commendatore’nin liyakatini gölgeleyecek hatta onu gülünç düşürecek bir yayın yapabileceğimizi mi düşünüyorsunuz? Bırakalım herkes kendi yanılsaması içinde yaşasın. Üzgünüm Lucidi ama sizin güzel haberiniz çöp kutusunu boylamak zorunda.” (s. 67)

Medya bir görüşü topluma yaymak için en iyi araçtır diyebiliriz. Kimin iyi ya da kötü olduğunu öğrettiği sürece işlevini görmektedir. Bir kanıyı yayar, sonra da  toplum böyle düşünüyor diye onu daha da pekiştirir. Ancak bu görüş ve eğilimlerin en başta medya tarafından topluma yayıldığını kimse hatırlamaz.

“İyi de gazeteler XXIII. Ioannes’in iyi yürekli Papa olduğunu yazdı ve insanlar da bu görüşü benimsedi.”

“Doğru. Gazeteler insanlara nasıl düşünmeleri gerektiğini öğretir ” diyerek araya giren Simei idi.

“Peki ama gazeteler halkın eğilimini mi izler yoksa bu eğilimi onlar mı yaratır?”

“Her ikisi de Bayan Fresia. İnsanlar başlangıçta nasıl eğilimlere sahip olduklarını bilmezler, biz bunu onlara söyleriz ve onlar zaten böyle bir eğilime sahip olduklarını fark ederler. Biz fazlasıyla felsefe yaparız ve profesyonelce çalışırız.” (s. 84)

Hayatını kaybetmeden önce yaptığı açıklamalardan birinde “gazetelerin komplo teorileriyle mücadele etmesi gerektiğini” (2) söyleyen Eco, ayrıca komplo teorileri ile de ilgilendiğini belirtmişti. Sıfır Sayı’da da içinde Gladio gibi örgütleri ve bunlarla ilgili çeşitli komplo teorilerini okuyoruz. Başlangıcı İkinci Dünya Savaşı, korkulan Sovyet ya da komünist işgali, bunun için savaş sonrası yer altından örgütlenen yapılanmalar anlatılıyor. Ne kadarının gerçek, ne kadarının komplo teorisi olduğuna karar vermek artık okura kalmış. Eco kitapta Türkiye’den ve burada kurulan stay-behind yapılanmadan bahsediyor. “Türkiye’deki stay-behind’ın Papa II. Ioannes Paulus’a suikasttan da sorumlu olduğuna” (s. 140) romandaki komplo teorileri arasında değinen Eco, gerçekte yaşanan bazı olaylarla komplo teorilerini birleştirerek kurmaca bir hikâye sunuyor.

“ASIL HABER ENFORMASYON OKYANUSUNDA BOĞULUR”

Kitapta “Ama genellikle gazete bize bir düşünce, bir alarm, bir uyan iletir… Şimdi siz okuyucuyu düşünün: tek tek ele aldığında bu haberlerin hiçbirini umursamayacaktır, ama haberlerin dördü bir araya geldiğinde onu o sayfada kalmaya mecbur edecektir.” (s. 53) ifadeleri yer alırken, aynı zamanda gazetelerin fikir, görüş ve eğilim yayma işlevi ile birlikte, bazen de görünmesi, bilinmesi istenmeyen olayları gizlemeyi ve örtmeyi de başarıyla yapabildiğine  dikkat çekiliyor. Bir anlamda dikkati dağıtma, bakışları farklı yöne çevirme ile gerçekleştiriliyor.

Sorun şu ki gazeteler haberleri yaymaya değil, örtmeye yarıyorlar. X olayı oluyor, söz etmemek mümkün olmasa da çok kişiyi küçük düşürecek bir haber bu; işte o zaman aynı gazeteye tüyleri diken diken edecek, örneğin dört çocuğunu boğan annenin, suya düşecek tasarruflarımızın, Garibaldi’nin Nino Bixio’ya yazdığı mektubun haberini koca manşetler atarak verirsen, asıl haber enformasyon okyanusunda boğulur.” (s. 140 – 141)

Kaybedenlerin kısa bir gazetecilik serüvenini konu edinen Sıfır Sayı, aynı zamanda gazeteciliğin nasıl yapıldığını, gerçekte önceliğinin ne olduğunu, halkı nasıl yönlendirdiğini ve ‘haber yapmanın’ ne olduğunu eleştirel bir bakış açısıyla anlatıyor.

Kaynakça:

1 – Javanshir Gadimov, Umberto Eco: “Gerçek edebiyat kaybedenleri anlatır”, Edebiyat Haber, Erişim adresi: https://www.edebiyathaber.net/umberto-eco-gercek-edebiyat-kaybedenleri-anlatir-javanshir-gadimov/

2 – Javanshir Gadimov, Umberto Eco: “Gazeteciler yalanlar ve komplolarla savaşmalı”, Edebiyat Haber, Erişim adresi: https://www.edebiyathaber.net/umberto-eco-gazeteciler-yalanlar-ve-komplolarla-savasmali/

3 – Umberto Eco, Sıfır Sayı, Çev: Eren Yücesan Cendey, Doğan Kitap, İstanbul, 2015.

Dr. Javanshir Gadimov – edebiyathaber.net (13 Mayıs 2016)

Yorum yapın