Türkiye’nin en büyük yazarı kim? | Erdinç Akkoyunlu

Aralık 6, 2018

Türkiye’nin en büyük yazarı kim? | Erdinç Akkoyunlu

Ortaya çıkışı yüz yılı çeyrek geçen Türk edebiyatı, tarihsel bakımından Rus ve Avrupa edebiyatıyla boy ölçüşemese bile ABD ve Latin Amerika edebiyatını da dahil edince bu dört ana akımdan derinlik açısından hiç de az sayılmaz: Öyle romanlar ve öyküler yazdık ki, bunu değme edebiyat ülkesi başaramazdı. Ama artık ne Türk edebiyatı yazarları, ne de okuru son yıllarda bu durumu önemsemiyor. Hatta bir sorumluluk getirdiği için bu gerçekliği yok sayıyor ve popüler olmanın her türlü yolunu zorluyor. Böyle davrandığı için Büyük Yazar sıfatını alan ve hak eden yazar da bir türlü gelmiyor.

En basitinden ama en etkilisinden Türk edebiyatının en büyük yazarının kim olduğunu sorgulamak dahi, edebiyatın tarihçisi olma görevini az çok yerine getirmez mi? Edebiyatın bir sorma ve cevap verme eylemi olduğunu düşünmüyorsan, zaten işin özünü ıskaladığın için yapacağın hiçbir eylem artık yanlış sınıfına da girmez: Dünyanın en büyük romanları her ne kadar birer kurgu zekasının ürünü olsa da, insanlığın en önemli sorularına en doğru olmasa da en açık yüreklilikle verilen cevaplardan ibaret. Peki aynı durumun Türk edebiyatı için geçerli olmadığını nereden biliyorsun?

Reşat Nuri Güntekin

Reşat Nuri Güntekin bu durumun pekala farkındaydı. Ve bugün kitapları tavsiye edilen 100 Türk eseri listesi nedeniyle lise öğrencileri tarafından çok okunsa da, Türk edebiyatını o çok geriden başladığı yolculukta dünya edebiyatıyla arasındaki mesafeyi kapatan atılımları yaptı. Reşat Nuri Güntekin, Türkçenin yalın anlatıma olan uyumunu ilk keşfeden dahi yazar sayılır bana göre. Türkiye sosyolojisini bir an olsun eserlerinin tabanı ve çatısından ayırmadan, üstelik edebiyatı da edebiyat yaptığını okurun gözüne sokmadan yapan bir büyük dahidir. Sadece Çalıkuşu romanının gölgesinde kalması bile dünyanın en büyük edebiyat suçlarında biz okurlarının büyük bir ceza almasına yetecek kadar başka birçok mükemmel romanı inşa eden Güntekin, tam anlamıyla dört dörtlük bir yazar. Yaprak Dökümü’nden Değirmen’e, Ateş Gecesi’nden Akşam Güneşi’ne kadar romanları hem kurgusu, hem üslubu hem de roman iklimi bakımından Türk edebiyatının ‘Nasıl yazılı’ konulu dersinin resmi kitapları sayılır. Güntekin’in romancılığı Türkiye’de değişen yaşam şartlarının nostaljik hatırası olarak adlandırılsa da, bu yapılan tam anlamıyla yazarın büyüklüğünü gizlemeye dönük bir propagandadan başkası değil.

Sait Faik Abasıyanık

Sadeliğin ihtişamıyla yazan bir başka büyük ustanın Sait Faik Abasıyanık olduğunu söylemenin de tam yeri ve zamanı. Ama edebiyat denilince onun ilk olmasa da en kıymetli çocuğunun roman olduğunu belirtmek de bir boşboğaz cesareti gerektirmiyor. Abasıyanık ise az romancı ama çok hikayeci bir yazar. İşte burada yıllardır Sait Faik’e ilişkin bir karalamanın da tam aydınlığa dökülmesinin vaktidir. Bugüne değin Abasıyanık’ın kısa öykülerinin evet hacim olarak kısa olduğunu fakat edebiyatın roman derinliği ve karakter yaratma ölçütleri bakımından da birer kısa roman sayılabileceğini dile getiren olmadı. Bu da Sait Faik’i hikayeci olarak rütbelendirip romandan uzaklaştırdı. Aslen Abasıyanık da bir iki çalışması dışında romana pek yüz vermedi. Zira onun yufka yüreği 1920 ile 50 arası İstanbul’unda üç kuruş paraya emekleri sömürülen deri atölyesinin elleri kireçten yanan çırakları, sevgililerinin insanlığına kalmış cömertliğini bekleyen metreslerini, sokaklardan çer çöp süpüren Anadolulu garibanları ve ‘Hişt hişt’ gibi seslenişleri duyan başka yufka yüreklilerin hikayelerini yazmaya dayanmadı. Sait Faik hem dilinin akıcılığı, hem anlatıdaki ustalığı hem de imgeler arasında metnin yapısını bozmadan yaptığı geçişleriyle bir çok ama çok büyük yazı ustasıdır.

Sabahattin Ali

Sabahattin Ali de sadelikle yazan üstelik Türkiye sosyolojisine hiç de yüzgeri etmeyen bir yazar. Fakat Sabahattin Ali’nin roman türündeki eserleri içinde en derli toplu olanı bugünün popüler algısının aksine Kürk Mantolu Madonna değil Kuyucaklı Yusuf olduğu kanaatindeyim. Sabahattin Ali, yaşadığı Türkiye siyaseti ve hukukunun ensesinde boza pişirmesi nedeniyle sık sık girip çıktığı hapishaneler sebebiyle edebiyatta hak ettiği yere onu getirecek kadar roman ve çok nitelikli yaptığı öykü yazarlığını istikrara kavuşturamadı. Şiirlerin de edebiyat olduğunu yadsımadan ama bu yazının sahibi fakirin ancak roman ve öykü değerlendirebildiğini de unutmadan Sabahattin Ali’ye ‘Aldırma gönül aldırma’ diyebiliyorum. Tıpkı Türk dilinin en büyük üç şairi saydığım Yahya Kemal, Nazım Hikmet ve önemli romanları da olan Atilla İlhan gibi…

Aziz Nesin

Türkiye hikayelerini yazmak demişken Aziz Nesin edebiyatının altını kalın çizgilerle çizmemek, adamı ipe götürür. Aziz Nesin belki eserlerinin çoğunluğunu kısa ve komik hikayelere ayırdı ayrıca çok sayıda roman ve tiyatro oyunu yazdı fakat Nesin’i sadece komik hikaye yazarı olarak anmak da, edebiyatı güneş kadar parlak bu çok ama çok büyük ustaya en az onun kadar büyük bir haksızlık yapmaktır. Nesin’in Zübük adlı romanı sadece Türk siyasetine yaptığı göndermelerle ön planda duruyor olsa da, birinci kişi anlatısının Türk romanındaki hem en başarılı uygulamasının eseridir, hem de giriş-gelişme-sonuç rotasında ilerleyen sıralı anlatı biçimini değiştiren yapısıyla da dünya edebiyatı açısından çok önemli bir romandır. Roman yazmaya başlayanların ders kitabı niteliğine okuması ve kendine biçim notları çıkartması gerekir. Öte yandan Nesin, Damda Deli Var, Fil Hamdi gibi öyküleri ve tiyatro oyunlarını da birbirinden kıyas kabul etmez derinlik ve nitelikte yazdığı için, ustaya öykücü ya da oyun yazarı demek de haksızlık etmek sayılmaz.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Buraya gelince derin bir of çekip, biraz düşündüm. Ahmet Hamdi Tanpınar’dan söz etmek her zaman zordur. Çünkü ona dair bir noktayı atlamak büyük saygısızlık olur ki, bu utançla yaşamak zor. Tanpınar’ın modern Türk edebiyatının kurucusu olduğunu dile getirmenin yeni bir yanı yok. Saatleri Ayarlama Enstitüsü bunun en açık delili ve daha önce de burada uzunca o romanı yazmıştım. Öte yandan bu romanın Türk edebiyatının ilk büyülü gerçekçilik bölümlerine sahip olduğunu da dile getirmiştim. Tanpınar’ın romancılığı Huzur ile huzur bulsa da, öyküleri de hiç yabana atılır cinsten değildir. Tanpınar, romanı tıpkı Batı büyük romancıları gibi bir bütün olarak ele alır ve onu uygun parçalara ayırarak, birbirinden farklı bir dünyayı birbiriyle tam uyumlu hale getirme konusunda ustalık taşır. Onun metinlerinde altı çizilecek sözler bulmak bu bakımdan zordur ama onun bütüne ilişkin tutkusu, modernliğe ilişkin adımları ve Türk edebiyatını çok derinden etkilemesi, onun adını büyüklerin sırasına yazdırmaya çoktan yeter de artar.

Kemal Tahir, Orhan Kemal

Edebiyatın üç Kemal’inden ikisinin hakkını yiyecek de değilim. Hem Kemal Tahir, hem de Orhan Kemal edebiyatımızı geliştiren, değiştiren ve dönüştüren güçlerin en etkilileri arasında her zaman. Kemal Tahir’in biraz düşüncelerini kabul ettirmek için yazdığı romanları aynı duygularla hareket eden Tolstoy’un çabası gibi başarıya ulaşır. Özellikle Esir Şehrin İnsanları ve Karılar Koğuşu, Kemal Tahir edebiyatının zirveleridir. Türk edebiyatının ülkenin sosyolojik durumunu anlatan büyük yapıtlar arasında yer alır. Orhan Kemal ise yazdığı senaryolarla Yeşilçam’ı Yeşilçam yapan en önemli değerlerden biriyken, uzun öykü formunda olmasına karşın roman denilen Murtaza ile sadeliğin ihtişamının ve kısa anlatının önemini bize göstermesi bakımından çok önemlidir. Bereketli Topraklar Üzerinde, 72. Koğuş, Hanımın Çiftliği gibi çok sayıda nitelikli roman Orhan Kemal’ı çok büyük bir yazar yapar.

Adalet Ağaoğlu

Oyun yazarıyken romancı olmaya karar vermesi onun yayınlanmama duvarına çarpmasına sebep olsa da, Adalet Ağaoğlu modern edebiyatın kapısını penceresini kuran romanlarıyla edebiyatımızın zirvelerinden sayılır. Hele ki Bir Düğün Gecesi romanında başarıyla ortaya koyduğu üslup ve biçim denemesi, ‘İntihar etmeyeceksek içelim bari’ gibi büyülü açılış cümlesiyle, Batı romanın tüm iyi niteliklerini Türk edebiyatında uygulamış bir ustadır. İlerleyen yıllardaki romanları da Adalet Ağaoğlu’nu edebiyatımızın silinmez, yok edilmez yazarlarından yapar. Onun romanlarını okumak, roman yazmayı öğrenmek anlamına gelir. Bu denli ders içerirken, bunu öğrettiğini de gizleyerek büyük bir başarıya imza atar.

Yusuf Atılgan

Yusuf Atılgan’ın edebiyatı da modern edebiyatımızın keskin bir bıçağa dönüşmesindeki en önemli bileme hareketlerini barındırıyor. Hem Aylak Adam’ın naif ama bir o kadar da derin yapısı hem de Anayurt Oteli’nin hayatın cilt yaralarını kurcalayan ve bize büyük bir dönüşüm yaşatan yapısı, Türk romancılığının en keskin dönüşlerini sağladı. Yusuf Atılgan hiç roman yazmasaydı bugün Türk edebiyatı durduğu yerin çok gerilerinde olurdu. Ama Atılgan’ı Anayurt Oteli’nin Zebercet’i olarak konumlandırıp, öykülerinin de çok büyük olduğunu es geçmek de Zebercet’e yapılan haksızlıklar kadar yaralayıcı oluyor.

Oğuz Atay

Süreçte Leyla Erbil’in, Sevgi Soysal’ın, Nihat Sırrı Örik’in, Fakir Baykurt’un adını ve edebiyatını anmamak olmaz. Bu büyük ve önemli yazarlar Türk edebiyatına unutulmaz şeyler kattı. Bu amacı gütmese ve sadece yazmaya odaklansa da Oğuz Atay da Türk edebiyatını ileriye taşıyan yazarlar sınıfında şeref listesinin üst sıralarına yerleşti. Bugün Tutunamayanlar ile tam da Tutunamayanlar’da anlattığı ve eleştirdiği bir hayat düzeninin oyuncağı haline getirilmeye çalışsa da Bir Bilim Adamı’nın Romanı da, Tehlikeli Oyunlar da önemli romanlardır. Hatta Tehlikeli Oyunlar, Tutunamayanlar’dın daha rafine ve sadeleştirilmiş, üstelik usta halidir ama Tutunamayanlar’ın isminin gölgesinde kalır. Öte yandan Oğuz Atay’a öykücü denilmese de Türk edebiyatının hala başarısı geçilemeyen öykü kitabı Korkuyu Beklerken’i yazdı. Korkuyu Beklerken hem ismi, hem içeriği, hem de hazırlanışıyla bugüne değin yazılmış en nitelikli öykü kitabıdır.

İhsan Oktay Anar

Metin Kaçan’ı, Latife Tekin’i, Mehmet Eroğlu’nun büyüklüğünü ve biricikliğini de göz ardı etmeden İhsan Oktay Anar’ın özgünlerin en özgünü olduğunu söylemek gerek. Romancı olmak, edebiyat tarihine damga vurmak gibi kaygıları gütmeden sadece yazmanın yelkenini basan Anar, Türk edebiyatını niteliğin ve ihtişamın sularında daha önce gitmediği yerlere götürdü. Puslu Kıtalar Atlası’ndaki çarpıcılığını Suskunlar ile zirveye taşıyan Anar, ondan 17’inci yüz yıl roman ikliminde kalmasını isteyen hatta bunu zor koşan edebiyat kanonuna inat romancılığını bir müddettir askıya aldı. Ama geriye de eşi benzeri olmayan bir külliyat bıraktı ki, metinler arasılık yapılmasının en zor ama en gerekli olduğu, şimdiye kadar da bunu düşünüp ya da deneyenin çıkmadığı bir soruyu ortaya koyup, Türk edebiyatının en büyüklerinden olduğunu fısıldayarak köşesine çekildi.

Hasan Ali Toptaş

Hasan Ali Toptaş’tan söz etmemek bir haset vesilesi sayılabilir. Gölgesizler ile yaptığı çıkışı Uykuların Doğusu ve Bin Hüzünlü Haz ile sürdüren Toptaş, kendine has dil ve teknik özellikleriyle yine sade edebiyatın gücüne dayanan imgelerle yazı hayatını sürdürüyor. Heba’daki kendi türünün önemli çıkışının ardından Kuşlar Yasına Gider’de yaşadığı kısır döngünün ilerleyen romanlarda sürmemesi onun elinde. Her şeye karşın önemli ve kıymetli bir romancı olarak her zaman anılmayı hak ediyor… Türk edebiyatına da önemli değerler katmaya devam ediyor.

Orhan Pamuk

Dersini en çok çalışmış, hayatını yazma üzerine kurmuş, gençliğini bu uğurda bir odaya kapanarak tüketmiş, neticede tüm uğraşını Nobel Edebiyat Ödülü ile taçlandırmış Orhan Pamuk, Türk edebiyatının en karlı zirvelerinden. Cevdet Bey ve Oğulları ile başlayan, Batı romanına gönderme ya da adaptasyon yapan Beyaz Kale gibi metinleri Kara Kitap türü Türk tipi hayal dünyasının en içe işleyen metinlerini oluşturan Pamuk, Benim Adım Kırmızı ile edebiyatında zirve yaptı. Kar romanı o türün hiç dokunulmamış çabası olarak değer kazanırken, Masumiyet Müzesi görece vasat, Kafamda Bir Tuhaflık ise kendi romancılığına atıf yapan metinler oldu. Her şeye karşın Pamuk, Türkiye’de edebiyatın itici gücü olmayı sürdürüyor. Ona en çok atıf yapılan ve izinden gidilen yazar olma unvanını da taşıyan Orhan Pamuk, kendisinin çalışkanlığı ve yeteneğinin altın oranı bugüne değin izinden gidenler arasında çıkmadığından hala koltuğunun tek ve haklı sahibi…

Yaşar Kemal

Yaşar Kemal, romanlarının diyaloglarında biraz tekrara düşse hatta seri romanlarda son bölümleri biraz fazla uzatsa da Türk edebiyatının zirvesi olmayı daha çok uzun yıllar sürdürecek. İnce Memed’de cumhuriyet rejiminin Anadolu köylerindeki feodal yapıyı kıramadığını eleştiren Yaşar Kemal, Yer Demir Gök Bakır’da iki küçük roman karakterinin ormandaki bir taşın altında buldukları parlak ışık metaforuyla Hollywood Quentin Tarantino’nun Ucuz Roman filmindeki çantanın içindeki ışık ikonu ile dünya sinemasını da etkileyebilme gücüne sahip. Öte yandan Demirciler Çarşısı Cinayeti romanı ile Batı tarzındaki romanı da yazabildiğini gösteren Yaşar Kemal, Anadolu ifade biçimini romana aktarmasıyla Türk sözlü edebiyat tarihini yazıya geçiren özellikleri barındırır. Sadece roman değil öykü, uzun öykü, masal ve şiir de yazan Yaşar Kemal, edebi zekasıyla 90 yaşında yazdığı Bir Ada Hikayesi’nin 4’üncü romanıyla bile ustalığını konuşturmayı bilen ve bana her seferinde yazacağı yeni romanların kurgusunu anlatma heyecanına sahip bir yazardı. Bir başka değişle Türk edebiyatının Ağrı Dağı, Yaşar Kemal’dir. Karanlığın sonundaki ışık, efil efil esen yele edilen merhaba’dır…

Erdinç Akkoyunlu – edebiyathaber.net (6 Aralık 2018)

Yorum yapın