Turgut Ulucan: “Bizim bu romanda niyetimiz okuyanı güldürmekti…”

Şubat 19, 2016

Turgut Ulucan: “Bizim bu romanda niyetimiz okuyanı güldürmekti…”

turgut-ulucanTurgut Ulucan’ın son kitabı Devrim Bize Güldü Geçti İletişim Yayınları’ndan çıktı. Ulucan, ilk kitabı Nergis’teki çizgisini devam ettiriyor, yine bir köyü, romanına mekân olarak seçiyor. Yozgat’ın Akpınar köylüsünün “komünizm” ve “darbe” ile imtihanını esprili bir dille anlatıyor.

Bu sefer Nergis’tekinden farklı olarak muzip bir dili, esprili bir anlatımı tercih ediyorsunuz. Bu bir tercih miydi yoksa kendiliğinden –yazma sürecinde- ortaya çıkan bir şey miydi?

Aslında Nergis’te de yer yer bu dil kullanılmıştı. Orada, bu kitapta olduğu gibi bütünüyle mizahi dil kullanılmaması, Nergis’teki havanın ağırlığındandır. Kır ve köy hayatını anlatırken yüzünüz mutlak gülecek. Çünkü soğuk süte ekmek doğrayan, “Ermeneğin keklikleri ötüyor”u duymasıyla hasta yatağından kalkıp oynayan, şarabı kovayla içip zurnacıyı dama çıkarıp çaldıran, dirgenle tırpanla şakalaşan insanlardır anlattıklarınız; ziraat mühendisi değilseniz ciddi olmak için sebep azdır. Ortaya dökeceğiniz ilişkiler karmaşık değildir. Şehirli kucağında taşla gezerken köylünün yükü cebindeki çakıldır. Kentli içe dönüktür ve bunu marifet sanır. Köylünün bâtını zâhiri birdir. Nergis’te geçen bir cümle vardı; Adana’da siftah deve gören Sivaslı’nın “bu ya Adana valisi, ya Cenab-ı Allah’ın ta kendisi” esprisini kentli katiyetle yapamaz. Köylü dili belki bozarak ama yalın ve son derece etkili kullanır. Kentlinin kullandığı dil yalınlıktan ve özellikle samimiyetten uzaktır. Bizim bu romanda niyetimiz güldürmekti okuyanı ama sözcüklerle ve düşündürerek güldürmekti, dürte dürte değil.

devrim-bize-guldu-gectiHem Nergis hem de Devrim Bize Güldü Geçti kısa, bir çırpıda okunan romanlar. Okuyanı yormayan ve okuduktan sonra güzel tatlar bırakan güzel romanlar… Şunu sormak istiyorum, eskiden sayfa sayısı bakımından hacimli kitaplar yazan pek çok yazar artık daha kısa, novella tipi kitaplar yazmaya eğilim gösteriyor gibi. Sizce bunun nedeni ne olabilir?

Anlatacağınız şeyin, konunun yoğunluğuna bağlıdır bu. Yaşar Kemal İnce Memet’i iki bin sayfada anlatırken Çakırcalı’yı yüz elli sayfaya sığdırmış. İşe “Memet Efe’yi anlatayım ama novella olsun” diye başlamadığı ortada. Büyük laf konuşmak istemem ve kendini ispat çizgisini çoktan aşmış yazarlar için söylemiyorum ama işe novella yazmak için başlamak bana çok dürüstçe gelmiyor. Daha ucuz olsun, sıradan okur okusun ve daha çok satsın… Ucuz muşamba üretip sürümden kazanmak gibi bir şey bu. Bizim romanlarımızın kısa oluşu ise hem okuyucuyu sıkmamak, hem anlatının kıvamını bozmamaktandı. Söz tılsımdır ve ancak kıvamındaysa hoşnutluk verir. Novella için “uzun hikâye” diyen de çok. Buna katılmıyorum. Hikâye uzarsa tadı kaçar. Kısa roman demek daha doğru gibi.

Hikâye tam olarak hangi yıllarda geçiyor? 1950-1960 yılları arasındaki Demokrat Parti deneyimi ve askeri darbe sonrası dönem diyebilir miyiz?

Dede/oğul/torun temsilinde üç dönem insanını anlatmaktı niyetim: 1900’lü yıllar, Balkan Savaşları ve 31 Mart Ayaklanması’ndan gelen dede, 1950’leri yaşayan baba ve 1970’lerin ortalarına doğru bir oğul. Her üç dönem için ortak yazgı: Siyaseten kirletilmiş, çıkmazda bir ülke, çekilen acılar ve fırsat kollayan asker. Sonra sil baştan…

Zabun Lütfü’nün, -köyün marazlısı denilip ötelenen- arka planda kalan bir karakterken bir anda hikâyenin merkezine oturuyor olması kitapta en keyif aldığım noktalardan biriydi sanırım. -Hafiften kötücül bir tarafının da olduğunu düşünerek bunu soruyorum- Lütfü karakterinin bir anti-kahraman olduğunu söyleyebilir miyiz?

Lütfü’nün Akpınar’ın en zekisi olduğu kesin. Romanın başkahramanı oluşu mazlumluğu ve haklı başkaldırışı kadar bu başkaldırışını aklıyla demleme becerisindendir. Lütfü’yü ben de sizin kadar tanıyorum. Anti-kahraman diyebiliriz belki ama bir Mefisto değil Raskolnikov’a benzetmek şartıyla.

En son neyi okudunuz? Ve şunu da sormak istiyorum, şimdiye dek sizi en çok etkileyen kitaplar hangileri?

Zaven Biberyan’ın Yalnızlar’ı bittiğinde öyle kolum kanadım düştü ki ikinci kez okumak için birkaç ay geçmesi gerekti (Biberyan’ın Babam Aşkale’ye Gitmedi romanı da etkileyicidir). Anayurt Oteli de her okuyuşumda derin etkiler beni. Yeni dönem edebiyatında en beğendiğim kitap Akif Kurtuluş’un Ukde romanı. Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ını saymamak da eksiklik olur. Bunlar dışında sayacaklarım hepimizin ilk nefeste sayacağı klasikler olur. En son okuduğum kitapsa Daron Acemoğlu ve James A. Robinson’un Ulusların Düşüşü.

Söyleşi: Sevim Tomris – edebiyathaber.net (19 Şubat 2016)

Yorum yapın