Teklif değil tehdit: “Kaybolan Bağlar” | Evren Kuçlu

Ekim 21, 2019

Teklif değil tehdit: “Kaybolan Bağlar” | Evren Kuçlu

Ruhsal açıdan dibi bulduysanız beyniniz bu çıkmazı telafi etmek için çevreden gelecek yardım tekliflerine gözünüzü dört açmanızı sağlar. Çoğunlukla yoğun acı ve çaresizlik hissinin buldurduğu bu yol büyük olasılıkla sığınağa, bir ihtimal de cangıla açılır. Tam burası psikolojiyle ezoterik disiplinlerin tabelalarının karşı karşıya olduğu bir yol ayrımı olarak yorumlanabilir. Ancak bazı durumlarda bu tabelalar okunamayabilir. Dahası bir tabela bile yoktur görünürde. Yolun sahiden nereye çıkacağı ise tamamen şansa kalmıştır.

Johann Hari’nin Kaybolan Bağlar adlı inceleme kitabı Mayıs 2019’da Metis Yayıncılık tarafından neşredildi. Yayınlanmasıyla birlikte özellikle sosyal medya üzerinden başköşeye oturtulan kitabın Goodreads adlı kitap değerlendirme platformunda 5 üzerinden 4.30 gibi yüksek bir derecelendirme skoru tutturduğunu da biliyoruz. Açıkçası hem Metis etiketi hem de okurlardan aldığı iltifatlar kitap hakkında düşüncelerimizi iki kere gözden geçirmemiz ihtarında bulundu. Fakat görülüyor ki tüm iyi niyetimize rağmen, bilimin ışığını üzerine tutunca silikleşen bir kitapla karşı karşıya olduğumuz düşüncesinden kopamıyoruz.

Hari, kitabın temel tezini hayli kişisel tecrübelerden yola çıkarak inşa ediyor. Depresyon hakkında bilimsel tanımlamalar duymaktan sıkılmış okurları yüksek empatiyle daha ilk dakikalardan kendisine çekmesi takdire şayan. Bir noktadan sonra neredeyse bir roman okuruyla eşit koşullarda bir okuma deneyimine erişiyorsunuz. Aslında bu, başka birçok bilim kitabını da benzersiz kılan bir teknik. Yazar, düşüncesini hikâye ederek okurun tüm ayna nöronlarını harekete geçirip, ilgiyi tamamen kitabına odaklıyor. Mademki kitaptaki bir fikrin peşine takılacağız, yazarından da böylesi bir güzellik beklemek hakkımız. Zaten kitap hem adı hem kapağı ve elbette keyfi çıkarsamalarıyla okura sürekli motivasyon takviyesi yapıyor.

Kitabın başlarında damıtılan kişisel hikâyeden öğreniyoruz ki Johann Hari bir yaşa kadar hiç geçmeyen bir depresyondan mustarip. Yazar, erken yaşlarda tedaviye cevap vermeye çok hazır olduğu halde psikoloji ve farmakoloji el ele vererek onda tükenmek bilmeyen bir yan etkiye yol açmış. Hari, beni iyileştirmeyen şey seni öldürür gibi amorf bir varsayımdan kalkarak kendi tedavi deneyimlerini bütün dünyaya salık veriyor. Bu esastan hareketle doktorlarını, ilaçlarını vesaireyi kitap boyunca bir kara liste olarak okura sunuyor. Paxil (bir antidepresan), beni daha da kötüleştirdi, aynısını size de yapacak, yapmıyorsa da “plasebo etkisi”dir, demeye getirerek tıbbi müdahaleleri ve psikolojinin neredeyse işler tüm yöntemlerini kızağa çekiyor.

Çevremizle kurduğumuz ilişkinin hayat kurtardığını kabullenmeyecek tek bir ruh sağlığı çalışanı bile yoktur sanırım. Dolayısıyla iyi ilişki kuşkusuz onarıcıdır. Kişilerin ilişkileri tehdit altına girdiğinde evrimin bir dayatması olarak kaygı başlar. Biraz ilkel görünse de; çıplak olarak yorumlandığında kabileden uzak düşme, kurda kuşa yem olma kaygısıdır bu. Ancak bu kaygı bazı çevresel ya da kalıtımsal unsurlar sebebiyle, yerini enerjiyi daha dikkatli kullanma prensibine terk eder. Buradan bakınca depresyon, fazla enerji kaybetmemek için kabuğumuzun içerisinde yaşamaya başlamamızın öyküsü olarak görünüyor. Yani, limbik sistemimizin başının altından çıkan bir küçülme kararı. Elbette, bu hususta evrimci bakışın tarifine boyun eğmek zorunda değiliz. Ama ısrarla “kaybolan bağları” arıyorsak bizi biz yapan hikâyeden de kopamayız.

 Hari, depresyonun olası başka neden ve çözümlerini kendi kişisel tecrübesi yüzünden yok sayıyor. Geçmişine dair duygusal izlenimlerini bir çeşit şiirsellikle okura geçirmeye çalışıyor. Bunu yaparken okuru ya da psikoloji bilimiyle hemhal olan insanları açıktan hafife alıyor. Kendi depresyonunu ilaçla aşamadığı için ilaçla aşılabilecek bir depresyon türü olmadığını varsayıyor. Depresyonun kalıtsal bağı sayısız incelemeyle apaçık ispatlandığı halde “İlginçtir, depresyon ve kaygının kimyasal bir dengesizlikten kaynaklanmadığını öğrenmek bende dengesizlik yarattı,” gibi literatüre kaçak yollardan bile sokamayacağınız hasarlı bir varsayımı kitabın ana fikri yapabiliyor. Dahası kitap boyunca “Depresyon çevresel ve kimyasal (biyolojik) nedenlerle oluşabilir” gerçeğini kabullenmekte ve itiraf etmekte ayak diriyor.

Aslında antidepresanların, tıbbi tanıların, hatta psikolojinin ta kendisinin modern yaşamın bir aygıtı olup, insanı daha da kötüleştirdiği düşüncesi ruh sağlığı çalışanları için şaşırtıcı bir söylem değil. Bilimin ışığında ilerlerken bir yandan da kendi kişisel deneyimlerinden yola çıkarak çeşitli iyileşme metotları sunan yığınla disiplinle boğuşmak zorunda kalıyorlar. Hele ki günümüzde ayyuka çıkan spiritüel taktikler kantarın topuzunu hepten kaçırmış vaziyetteyken. Kişiler kendi iyileşmelerine giden yolu, saçlarına iyi gelen bir şampuanı bir başkasına önerir gibi çevresindeki insanlara fısıldayabiliyorlar. Bu tablonun en günahsızları şüphesiz, “İyi hissetmek” ile “iyileşmek” arasındaki farkı kavramamış ya da içinde bulunduğu şartlar yüzünden bu farkı umursamayan insanlar. Kaybolan Bağlar da bu duygusal zaafların üzerine inşa edilmiş bir kitap. Duygusal zaaf demişken, kitabı inceleyen yazarların yazılarında genellikle edebi bir eseri incelermişçesine “duygusal” bir bakış açısına kendilerini kaptırdıklarını görüyoruz. Kitabın pompaladığı duygusal yoğunluk sebebiyle kaçırılan nokta şu: Kaybolan Bağlar depresyon hakkında bilimsel birçok bilgiyi açıktan çarpıtıyor. Kitabı ve hakkındaki yazıları okuyan herkesin yanlış bilgilenmesi ihtimali var.

Yazarın yer yer evrimsel akıl yürütmeyle depresyonun kökenleri hakkında bir sonuca varmaya çalışması belki de kitabın ayakları yere basan tek kısmı. Fakat orada da, evrimsel görüşü, onun köklerinden yeşeren Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ekolüyle bağdaştırmayı başaramayarak tam anlamıyla çuvallıyor. BDT’den; “Kanıtlar bu tür terapinin ufak bir etkisi olduğuna ve etkinin uzun sürmediğine işaret ediyor,” diye söz ederek kabahatlerine bir yenisini ekliyor. Zira, Hari’nin elinde elbette bu yönde bir kanıt yok. “Var” derse tüm hikâyesini ve tezini çöpe atması gerekecek. Zaten kanıtlarla değil birkaç “şahit”le iş görüyor. Gözünü o denli karartmış ki, okurun gözünün içine baka baka, “depresyonun kimyasal bir yanı yoktur” diye bağırabiliyor.

Normalde, sağlık alanına burnunu sokan kitapların etik olarak iddialarını kanıtlamaları icap eder. Kaybolan Bağlar bu açıdan tam bir fiyasko.  Ancak iddialarını bilimsel açıdan temellendirmeyi başından beri dert etmeyip, çoğu yerde tek ve oldukça sığ birkaç kişisel hikâyeden kalkarak tüm insanlığa bir metot teklif edebiliyor. Her daim kişisel hikâyesini merkez alıyor. Bu zihinsel işleyiş kitabın her yanını dolanıyor ne yazık ki; bazı sayfalarda doz aşımına uğruyor. Öyle ki, bir yerde İngiliz uzman Katie Hopkins’in “depresyon kafayı kendinizle bozmanın en garantili yolu. Aklınızı başınıza toplayın millet,” sözlerini ve depresyondakilere yönelik “sızlanmayı bırakıp koşuya çıkın” gibi son derece işlevsel tavsiyesini “Bu tür edepsizliklere depresyonun bir hastalık olduğunu söyleyerek karşı çıktık” gibi zehirli oklarla karşılık veriyor. Tek bir düsturu var: “Benden ve hikâyemden kopmayın.”

Kaybolan Bağlar’ı bilime açıkça düşmanlık güden zayıf görüşlerden ayıran şey; bir çeşit, bilimi bilimle çürüttüğü illüzyonu. Bilimin bilimle çürütülmesinde bilimin prensiplerini ilke edinen insanlar açısından herhangi bir beis yok, olamaz da. Fakat Hari bunu yaparken literatürü açıktan suiistimal ediyor. Örneğin farklı birçok araştırmayla etkililiği ortaya konmuş bir bulguyu, onu inkâr eden, kadük bir araştırmayla –bazen bu kadarına bile ihtiyaç duymuyor- yok sayabiliyor. Bu arzusunu okurlara “kanıtları tekmeleyin” talimatı vererek baştan ortaya koyuyor. Yazının tam burasından bakınca açık yüreklilikle söyleyebilirim ki görüşleri toplamda bilimdışı ve kesinlikle art niyetli. Gördüğü ilgi, ezoterik disiplinlerin cirit attığı bir çağda yadırgatıcı değil. Tutunabilir de bir süre. Ancak bilim tarihi bu tip boşboğazlıkları pek bağışlamaz.

Son sözler de şunlar olsun: İyi ilişki her daim onarıcıdır. Ancak onarıcı olması, depresyonla yıkılan ya da bozulan her şeyi tamir edebileceği anlamına gelmez. Bilakis ilişkilerin depresyona ittiği sayısız insan var.  Kimyasal ya da çevresel hiç fark etmez; sorunun etkisine göre kişinin kaçınılmaz olarak tıbbi yardım alması gerekir. Hari, psikolojideki en temel ilkelerden birisini, bireysel farklılığı, ihlal ediyor. Hem de göz göre göre. Kaybolan Bağlar’ın yazarının başına gelenler sizi depresyona sokmayacağı gibi, ona şifa olan şeyler sizi depresyondan çıkarmayabilir. Bu yüzden, oldukça yüzeysel ve duygusal bir depresyon taraması olan Kaybolan Bağlar’ın size gösterdiği tabelaya daha dikkatli bakın.

Evren Kuçlu – edebiyathaber.net (21 Ekim 2019)

Yorum yapın