Susuyor çok şey, hayaller dâhil | Anıl Ceren Altunkanat

Kasım 27, 2017

Susuyor çok şey, hayaller dâhil | Anıl Ceren Altunkanat

“Söylenenlerin ardında hep bir hiçlik gizli. Ânı dolduran, günü doğurup batıran bir hiçlik. Şekilsiz, dağınık suskular. Ne zaman geleceği belli olmayan patlayışlar. Hisleri var eden ve yok eden. Sürekli canlanan ve yön değiştiren akışlar içinde ne yöne gideceğime karar veremiyor, her defasında olduğum yere çakılıp kalıyorum. Hangi elden ineceği belli olmayan kırbaçlar, duvarların arasındaki tutsaklık, farklı dudaklardan çıkan farklı tonajları ayırt edebilme yeteneğinden yoksunluk.”

İlk gençliğimde, geceleri saatlerce gelecekteki yaşamımı hayal ederdim. Odam ufaktı ama kapıyı kapatıp, kafamda hayaller, volta atmaya başlayınca ucuz bucaksız bir dünyaya açılırdı dört duvar. Saatlerce. Saatlerce. Bir gezgin olduğumu hayal ederdim en çok. Bağları olmayan biri. Sırt çantasında yalnızlık, gittiği her yerde tadımlık kalan bir kadın. İlişkiler inşa etmeyen, geçtiği köprüleri yıkan; başkalarına duyulan ihtiyaçtan arınmış biri. Mutlu değil, hüzünlü. Ama genellikle neşeli. Yüksüz. Ya da belki, yükü kendinden ibaret. Kaçınılmaz olarak kasvetli. Ama kendinden ibaret.

Hayalim buydu. Olacağım insan buydu.

Kendimle tanışmadan önce. Hiçliği, patlayışları, kırbaçları, tutsaklığı kabullenmeden önce. Başkalarından kaçma yeteneğinden yoksunluğu bilmeden önce.

Sonrası malum. Hemen herkesin öyküsü. Başlayan şeyler. İnsanın her uzvunu yakalayıp onu olduğu yere sabitleyen gündelik yaşam. Yükü günbegün arttıran bağlar. Alışkanlığa ve zorunluluğa dönüşen bağlar. Kan kusturan, kızılcık şerbeti tadında bağlar. Biten şeyler. İhmal edilmiş benliğin isyanları. İçe dönen ve her yeri kirleten o yüklerle karşılaşan gözler. Kapanan gözler. Acıya kapanan gözler. Acıyla açılan gözler. Öfke. Ve nihayetinde hiçlik. Koca bir hiçlik.

Sonra tekrar sil baştan.

“Gözkapaklarımı açışım aylarımı aldı sanki. Zaman gitgide ağırlaştı. Biri hayatımın kumandasını eline almış, beni ağır çekimde oynatıyor. Anları hayalî kıymıklara bölüyor, bir türlü geçmek bilmiyor. Zaman.”

Ve geçmek bilmeyen zamanın ağında, yaşamın başlamasını beklerken bir anda yaşlandığını fark etmek. Geç kaldığını. Gezgin olmak için, yükleri atmak için; bir sırt çantasını umarsız ama hüzünlü bir gülümsemeyle sırtlayabilmek için. Hatta kendinden, bizzat kendinden, bir sır olsun saklayabilmek için.

“Artık aramızda sır kalmadı, her şey gizemini yavaş yavaş yitiriyor. Mağarayı dolduran su bir asit, heyecanımı eritiyor sanki. Bir insanı keşfetmekle bu mağarayı keşfetmek arasında bir fark yok. Arzulanana ulaşınca yaşanan derin, tarif edilmez boşluk bu. Biliyorum.”

Nihayetinde boşluk.

***

Ezgi Polat’ın Temmuz 2017’de çıkan ilk kitabı, Susulacak Ne Çok Şey Var Aramızda insanlar arasındaki suskunluklardan içsel suskunluklara yönlendiriyor okuru. Bunu karakter zenginliğiyle, kaleminin oynak zarafetiyle ve zorlayıcı içgörüsüyle yapıyor. Polat ve öyküleri hakkında daha önce yazdığım bir yazıda belirtmiştim; son derece zengin bir bahçesi var Polat’ın. Eklemek isterim; olayları, ruh hallerini hassas ellerle yoğuruyor ve mutfağının duyusal hazzını okura aktarmayı başarıyor. Algının alıngan uçlarını tetikleyerek okuru öyküden bizzat kendi içine dönmeye itiyor. Öykünün içinde kalarak. Bir yandan o yazılmamış öyküye dokunarak. Susulan ve susulacak şeyleri imleyerek.

“Bütün geçmişimi, o an neler hissettiğimi bilirmişçesine yüzüme bakıyor. Çırılçıplağım. Yıllar öncesinden tanışıyoruz sanki. İçimi tuhaf bir duygu kaplıyor. Hiç tanımadığım birine bir tür teslim olma isteği. Ölçülü, içten bir sıcaklık.”

Öyle. Öyküleri, karakterleri yıllar öncesinden kalma bir tanışıklık hissi yaratıyor. Çünkü güçlü ve gerçek. Çünkü hazin ve hiçliği tanıyor.

***

Gezgin olmayı hayal etmiyorum artık. Susmuş bir hayal bu. İçimdeki sessiz tortulardan biri. Susmayı bekleyen diğerleri gibi.

Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (27 Kasım 2017)

Yorum yapın