Sülünün gagasında parlak bir kan izi vardı | Menekşe Ercan Pekel

Nisan 24, 2020

Sülünün gagasında parlak bir kan izi vardı | Menekşe Ercan Pekel

Raymond Carver (1938-1988), Amerikan edebiyatının büyük yazarlarından biri olarak kabul edilir. Aynı zamanda bir şairdir. Balıkçılık ve kereste fabrikasında işçilik yapan bir babayla; garsonluk, tezgâhtarlık gibi gelip geçici işlerde çalışan bir annenin oğludur. Yoksul bir çocukluk geçirmiş, erken yaşta evlenmiş, yirmi yaşındayken iki çocuk babası bir aile reisi olmuştur. Evini geçindirebilmek için kıyasıya çalışmış; fabrika işçiliği, teslimatçılık, hademelik, kütüphane asistanlığı gibi birçok değişik iş yapmıştır. Çalışırken yılmadan kısa öyküler yazmaya devam etmiştir.

Öykülerinde genellikle geçim sıkıntısı çeken orta-alt sınıfın çalışan insanlarını konu eden Raymond Carver, ilerleyen yıllar içinde eserlerini yayımlatmaya ve çeşitli üniversitelerde yaratıcı yazarlık dersleri vermeye başlamıştır. Kendini “kısa ve yoğun” şeyler yazmaya meyilli bir yazar olarak tarif eden Carver, yine kendi ifadesine göre “kısa hikâyeler yazmaya takıntılıdır”. İnsan ilişkilerindeki çöküşü kasvetli bir şekilde anlatırken, dramatik sonlar kurgulamaktan kaçınmıştır.

Sülün (The Pheasant), 1982 yılında küçük bir kitapçık halinde basılmıştır. Kahramanlarımız Gerald Weber ve Shirley Lennart’ ın hikâyesi, şu cümleyle başlar: “Gerald Weber ’in söyleyecek sözü kalmamıştı.”

Öykü, sade ve abartısız, fakat oldukça etkili bir anlatıma sahiptir. Yazarın kalemi, kamera görevini ustalıkla yerine getirir. Öykü kahramanı çiftimizi, “büyük bir arabanın kasvet dolu karanlığı içinde” sabaha karşı yolculuk yaparlarken izlemeye başlarız.

Shirley’in Carmel’deki yazlığından Hollywood’a, yine Shirley’in evine dönüyor olan ikili, seyahat boyunca pek konuşmamıştır. Shirley, “uzun sessizlikleri doldurmak amacıyla” teybe türlü türlü kaset koyar, radyo istasyonlarında gezinir, arada bir sigara içer. Sonunda Gerald’ın “kötü bir yatırım” olduğuna kendi kendine karar verir, ondan vazgeçer ve uykuya dalar. Bu noktada, iki karakter arasındaki ilişkinin bir kopuşa doğru yaklaştığını anlarız. Ama sebebin ne olduğunu tam olarak bilemeyiz.

Gerald, Shirley’in uyumuş olmasından memnundur, radyoyu kapatır. Düşünceye dalar. Otuzuncu doğum gününden iki gün önce kendini iyice boşlukta hissetmeye başlamıştır. Shirley’e üç yüz mil ötedeki yazlığa gitmeyi teklif etmiştir. Yazlık Shirley’indir. Oraya ancak onun onayıyla seyahat edilebilir. Shirley’in bu ilişkide maddi açıdan üstün taraf olduğunu, ayrıca bu üstünlüğünü Gerald’a hissettirmede hiç geri kalmadığını, verdiği cevaptan anlarız: “Sanırım bir haftadan beri senden duyduğum en iyi fikir bu.”

Gerald arabayı kullanırken, yan koltukta uyuyan Shirley’e bir göz atar. Bakışlarında sevgi veya yakınlık duygusu yoktur. Çünkü Shirley’in uyurken, “baygın ya da yaralanmış gibi” göründüğünü düşünür.

Öyküde zamanın ilerleyişini takip ederiz. Sabahın karanlığı yavaş yavaş silinmeye, ortalık aydınlanmaya başlamıştır. Belki de bu aydınlanma, Gerald’ın uyanışını simgeler. Gerald farları söndürmüş ve hızını azaltmıştır. Saatlerdir araba kullanmaktan şikayetçi değildir, bir şeyler yapıyor olduğu için memnundur. Tam o anda, arabaya doğru yaklaşan bir sülünü göz ucuyla görür. Önce frene basar, fakat sonra birden hızlanır, direksiyona sımsıkı yapışır ve sülüne çarpar. Bunu niye yaptığını kendisi de bilmemektedir, yaptığı şey konusunda şaşkındır.

Shirley uyanır, “Ne oldu?” der. Gerald bir sülüne çarptığını söyler. Arabayı yol kenarına çekip iner. Hava soğuktur. Sülünün arabada bıraktığı hasarı “titreyen parmaklarıyla” inceler. Bu titremenin soğuktan mı yoksa şoktan mı kaynaklandığını anlamayız. Geriye doğru yürür ve çarptığı sülünü yol kenarındaki otların arasında bulur. Dokunmaya cesaret edemez ama bir iki dakika boyunca onu izler. Bu, dişi bir sülündür.

Gerald’ın dişi sülüne ani bir kararla çarpmasının, içinde biriken negatif duyguların bir patlaması olduğunu düşünürüz. Dişi sülüne çarpıp onu öldürerek, kendini değersiz hissettiren ilişkisini sabote etmek istemiştir. İlişkisini bitirmek için ilk adımı istem dışı bir şekilde atmıştır.

Bu arada Shirley’in duruma tepkisinin duygusuzca olduğunu görürüz. Gerald’a “Çabuk ol!” diye seslenir, “Çok fazla zarar vermiş mi?” diye sorar. Duygu birliğini çoktan terketmiştir. Ancak yola çıktıktan sonra “Ölmüş mü?” diye sormayı akıl eder. Arkasından “Hiç şansı yoktu,” diye de ilave eder. Buyurgan bir karakterdir Shirley, başının ağrıdığını söyler Gerald’a. En yakın mola yerindeki bir lokantada durup, bir şeyler yiyip içmek derdindedir sadece.

Gerald arabayı sürmeye devam ederken sülünü düşünmeye başlar. Ve öyküdeki ilk ciddi cümlesini söylemeye cesaret eder. “Beni ne kadar iyi tanıyorsun?” der Shirley’e. “Bana güveniyor musun?” Shirley bu sorulardan hiç hoşlanmaz.

Gerald’ın tekrar düşünceye dalmasıyla birlikte, Shirley’le geçmişleri hakkında bilgi sahibi olmaya başlarız. Yazar bize bu bilgiyi öykünün ortasına kadar vermemiştir. Shirley, Gerald’dan yirmi yaş büyük, iki kere evlenip boşanmış, nüfuzlu tanıdıkları olan, zengin bir kadındır. Gerald ise onunla tanıştığında tiyatro dalındaki yüksek lisans eğitimini yeni bitirmiş, beş parasız bir aktördür. Shirley’in tanıştırdığı kişiler sayesinde senede birkaç ayını aktörlük yaparak geçirir. Geri kalan zamanlarda Shirley’in havuzunun başında güneşlenir, Shirley’le oraya buraya gider.

Carver, öyküsünde Gerald karakterini bir aktör olarak canlandırmıştır. Fakat bu karakter aslında pekâlâ bir ressam, bir müzisyen, bir yazar veya bir şair olarak da düşünülebilir. Bir sanatçı ve ona sponsor olan bir eş, yaşam içinde karşılaştığımız ve yabancısı olmadığımız bir durumdur.

Gerald bir adım daha atar, ilişkisini sabote etmeye kararlı gibidir. Tartışmanın onun nereye götüreceğini bilmez, ama bir soru daha sorar: “Kendi çıkarlarıma ters düşen bir şey yapacağımı, böyle bir şeye kalkışacağımı düşünür müsün?”

Shirley, evet, der Gerald’a, başka soru duymak istemediğini ekler.

Zaman ilerlemeye devam eder. Güneş ortaya çıkmış, bulutlar dağılmıştır. Bu, aynı zamanda Gerald ve Shirley’in zihinlerindeki bulutların da dağıldığına işaret eder. Shirley bütün her şeyden sıkılmıştır. Sürekli derin düşüncelere dalıp kendini tanımaya çalışan insanları sevmediğine kanaat getirmiştir. Gerald son hamleyi yapar ve sülüne bilerek çarptığını Shirley’e itiraf eder.

Shirley cevap verir: “Hiç şaşırmadım. Seninle ilgili hiçbir şey beni şaşırtmıyor artık. Sen dalganı geç bakalım.”

Gerald hızını azaltır, yol kenarındaki bir lokantanın önüne arabayı park eder. Birbirlerine bakarlar.

Shirley: “Artık açlığım geçti,”der. “İştahımı kapatıyorsun sen.”

Gerald cevap verir: “Ben kendi iştahımı kapatıyorum.”

Gerald arabadan iner, Shirley’in kapısını açar. Shirley arabadan iner ve son patronluğunu yapar. Gerald’dan arabanın anahtarlarını ister. Gerald ona anahtarları verir, hoşçakal der. Artık kendine “gerçek” bir iş bulacağını, bu süre boyunca kimseyi görmeyeceğini ilave eder. Shirley sinirlenmiştir. “Gerald, bana hiçbir şey ifade etmiyorsun,” diye cevap verir genç adama. Ardından okkalı bir küfür eder ve elinin tersiyle Gerald’ı tokatlar.

Lokantadakiler bu sahneyi içeriden izlemektedir. Gerald arkasına bile bakmadan yürüyüp giderken, Shirley onun arkasından parmağını sallar. Lokantadaki garson kız, “Kadın ona gününü gösterdi,” diye fikrini beyan eder. Kamyon şoförü müşteriyse farklı düşünmektedir. “Adam ona nasıl davranması gerektiğini bilmiyor. Geri dönüp kadının dayaktan canını çıkarmalıydı,”der. Bu son yorum aslında Gerald’ın ilişkisi boyunca yüzeye çıkarmadığı öfkesinin söze dökülmüş halidir. Nihayetinde samimiyetle pişmanlık hissetmiş olsa dahi, Gerald, zavallı bir dişi sülünü ani bir dürtü sonucu öldürmüştür. Bu hareketiyle Shirley’e karşı ve belki de kendi yetersizliğine ilişkin duyduğu hıncı, bir nebze olsun hafifletmek istemiştir.

Kararlı adımlarla uzaklaşan Gerald’ı belirsiz bir gelecek beklerken, Shirley kafa yapısına uygun yeni bir partneri çabucak bulacak gibi görünür.

Menekşe Ercan Pekel – edebiyathaber.net (24 Nisan 2020)

Yorum yapın