Steinbeck’in hayaletleri | Ertuğrul Nehri

Ekim 20, 2014

Steinbeck’in hayaletleri | Ertuğrul Nehri

Çizer: Alp İz

C’est avec les beaux sentiments que l’on fait de la mauvaise littérature.

André Gide

André Gide’in “İyi duygularla kötü edebiyat yapılır.” deyişini haklı çıkarır şekilde, hüzün ve dert ile örülmüş, belki de olabilecek en ‘kötü’ duygularla eserler vererek uygarlığın kültürel birikimine tarihi etkiler yapabilmiş pek çok yazar vardır.

Bu yazarlar isimleriyle hissi bir kalıp koyarlar ortaya, isimlerinin anılmasıyla bulunulan ortama saygıyla karışık bir kasvetin çöktüğü, zihinlerin kötümserlik, ölümlülük, geçicilik, basitlik ve yoksulluk gibi yaralayıcı kavramlarla meşgul olmaya zorlandığı anlar hediye ederler.

Tolstoy fısıldanır kulaklara örneğin ve o herkesin bildiği Pahom’un zavallılığı bir anda cisimleşir o ismin sembolünde. Uzun, görkemli ve şanla dolu bir hayatın, ağır yaşlılık depresifliğiyle soğuk bir tren istasyonunda son buluşu, hayata dair umulmaya müsait her şeye pranga vurmaya niyetli bir karamsarlıkla kuşatarak işgal eder zihinleri. 14 gün bile mutluluk yüzü görmediğinden dem vuran bir dert yığınıdır Tolstoy, ölümle oynayan, onu özleyen bir adam olarak hep başkaları için yaşadığını düşünüp haklı ve üzücü bir geç kalmışlıkla hayıflanır, dünyadan neredeyse tiksintiyle bahseder bir hale bürünür. O ölümsüz yapıtların bu bütün hayata yayılmış hal-i pürmelalden etkilenmemiş olduğunu söylemek pek abes olacaktır.

İki tok hece ile Kafka yankılanır ardından ve Gide’i tek başına ispatlayan vakur bir insanın acılarla, korkularla, ambivalan duyguların sardığı, bunalımı kanıksamış, yalnızlığı kutsallaştıracak kadar benimsemiş bir karakterin, yazmayı bir kaçış yolu olarak gören kısa hayatı duygu dünyamıza da kavram dünyamıza da adeta saldırır. Sağlıksız bir vücudun, anlamsız bir hiyerarşiyle, üyelerini çürütmeye, değersizleştirmeye fazlasıyla meyyal bir sosyal yapının bütün baskılarına, birkaç yüz metrede sınırlanmış küçük bir hayatın bütün yıpratıcılığına rağmen yazılmış ve kendinden sonrakileri müthiş etkileyecek onlarca edebî yapıt bize edebiyatın kriterleri hakkında yeni ufuklar sağlarken, Kafka’ya ve onun yalnızlığına duyduğumuz derin saygı ise iyice körüklenir.

Kopegim-Charley-ile-Ameri_173080_1Bu isimlere yenilerini eklemek de, hayatlarına yön veren olumsuz bakışlarının eserlerine nasıl olumlu olarak geri dönüş yaptığına dair ilginç hâli, pek çok farklı örnekle açıklamak da mümkündür. Bu yazı da bir eserinden hareketle, belki de olabilecek en (hüzün ve dert manasında) kötü duygularla eserler vererek edebiyat tarihini sarsmış isimlerden biri olan John Steinbeck‘in ve romanlarında kullandığı bir kahramanının vicdani bakışımızda oluşturduğu etkilerden mülhem bir durumdadır.

Steinbeck belki mezkur isimler kadar sıkıntılı bir ömür sürmemişti, neredeyse bütün Amerikan halkının büyük saygı ile benimsediği, oldukça ferah bir hayat ile dünyanın kötülüklerinden alabildiğine uzak durabilmiş biri olarak gözüküyordu. Yaşamının sonlarına doğru kazandığı Nobel Edebiyat Ödülü ile bu hali daha da netliğe kavuşmuştu. Steinbeck bir yazarın elde edebileceği itibarı en son demine kadar deneyimlemiş biriydi artık ve dünyaya dair beklentileri konusunda apaçık bir zafer ile dünyayı terk etmişti. Onun hayatına yapacağımız bu kaba bakış, eğer yazarların hayatları ile metinleri arasında kaçınılmaz bir ilişkinin olduğunu (ki bu tabii ki yanlış değildir) ve bunun büyük bir belirleyiciliğe sahip olduğunu düşünüyorsak, bizi yanıltabilir. Bu refah içindeki hayattan, refah içinde hikayeler beklemek durumunda kalabiliriz, ki bu, yalnızca Steinbeck için değil diğer pek çok edebiyatçı açısından tamamen yanlış bir akıl yürütme olur. Steinbeck’in eserleri bahsettiğim ‘kötü’ duyguların tamamen sarmaladığı bir çerçeve ile okurlarını dünyanın halleri üzerine derin sorgulamalara itecek niteliktedir. Steinbeck bu açıdan kötü yaşamasa da kötü düşünmüş bir yazardır, pratiği kötüden uzaktır ama teorisi kötü ile derin bir iç içelik arz eder.

Steinbeck hüzün dolu satırlarda talihsizliğin, adaletsizliğin ve sefaletin vurduğu insanları, kendisine görev bilmiş bir yoğunlukla ve gerçekçilikle anlatır. Sosyalizme hayatı boyunca duyduğu yakınlık bilhassa işçilere ve ülkesinde pek çok kez yaşadıkları koşulları gözlemleme fırsatı bulduğu bütün emekçilere dair güçlü bir hassasiyet içerisinde olmasını sağlamış ve eserlerini de bu hassasiyetin etkisi çerçevesinde kaleme almıştır. Steinbeck, kurulu düzenin problemlerini, bu problemin en acımasız şekilde vurduğu işçi sınıfının perişan halini okurların adeta yüzlerine vurarak anlatır. ‘Kötü’ bir duygudan yola çıkar Steinbeck, ortada mal, toprak ve para hırsı ile çılgına dönmüş, vahşileşmiş yöneticilerin, merhamet gözetmeden sömürdükleri ve bin bir türlü haksızlıkla insanlara acılar çektirdikleri bir durum vardır ve ‘kötülük’ alabileceği en sarih haliyle Amerikan topraklarında dolaşmaktadır. Steinbeck’in bu çirkin halden rahatsızlığı tahammül edilebilir sınırları çoktan aşmış olacak ki edebiyat anlayışını yoğunlukla insanlarda bu duruma karşı bir duyar oluşturmaya yönelik kurgular üzerine bina etmiştir.

gazapuzumleriTom Joad, Steinbeck’in en ölümsüz karakterlerinden biridir. Onun ‘kötü’ duygularından doğmuş ve yazın dünyasına kazandırılmış en muhterem kişiliktir. Onun en büyük eseri “Gazap Üzümleri”nde anlatılan ailenin en öne çıkan ismi, delikanlısıdır Joad ve o çileli yolculuk boyunca ailenin sıkıntılarıyla baş etmeye uğraşır. Ailesi, Oklahoma’nın bir zamanlar bereketli olan topraklarından kuraklığın da getirdiği problemlerin sonradan vahşi sistemin kan emicileri tarafından fırsata dönüştürülmesiyle yurtlarından çıkarılan mazlum ve mağdur bir ailedir. Varını yoğunu satıp hayalini kurdukları California’nın portakal bahçelerinde hep birlikte geçirecekleri huzur dolu hayata kavuşmak için girdikleri uzun ve çileli yol boyunca ailenin en önemli güven kaynağı olsa da Tom, hakkaniyetli ve cevval damarına söz geçiremez; inancıyla birlikte kendisini de kaybeden kadim dostu Casy’i öldüren polisin katili olur. Adaletsizce işçileri sömürüp sadece hayatta kalmalarına yarayacak miktarlarla onları çalıştıran zalim işleyişe karşı isyan hazırlığı içinde olan bir grupta olan Casy, kendisini feda eder bir konumdadır, Tom’un ilham kaynağıdır. Tom, onlara baskın yapıp Casy’i öldüren zalim uşaklarına kendisini dizginleyemeden şedid bir yanıtla cevap verir, Casy’i öldüren adamı, Casy’i öldürdüğü sopayla oracıkta yere yığar. Artık her yerde aranan azılı bir suçlu haline gelmiştir. Annesine yaptığı vedadan sonra karanlığa karışır ve akıbeti hakkında herkesi bilinmezliğin dertli dünyasına maruz bırakır.

Tom annesine bütün bu yazının ilhamını oluşturan bir konuşma ile veda eder. “Senden nasıl haber alacağım, nasıl duyacağım senin halini?” diye feryat ile soran annesine Casy’i anarak bir cevap verir, (sanki Hegel’i dinlemiş gibidir, “Eh, der, kim bilir belki de Casy’nin dediği gibi tek tek ruhlar yoktur dünyada, büyük, bütün, tek bir ruh vardır.”)  ve baktığımız her mazlumda onun ruhundan bir şeyler bulmamızı sağlayan sözlerini söylemeye başlar.

“… O zaman karanlıkta bile olsam, sana yakınım, hem de çok yakınım demektir. Nerede istersen oradayım, baktığın yerdeyim demektir. Nerede açların karnını doyuracak bir kavga varsa ben oradayım demektir. […] İnsanlar kızdıkları zaman nasıl bağırırlarsa, ben de öyle çağıracağım ve aç çocuklar yemeğin hazır olduğunu işittikleri zaman nasıl gülerlerse ben de öyle güleceğim. Benim memleketim, kendi evlerine yerleşip, evlerinin önünde istediklerini yetiştirdikleri zaman ben yine orada olacağım…”

Steinbeck emeğin sömürüsü üzerinden adaletsizce işleyen düzene karşı olan bütün kinini Tom’un tehditkâr ifadelerine sıkıştırmış gibidir. Gerçekten de, yoksullaştırılıp acımasızca köleleştirilen o masum insanların hak arayan sesini Tom ile bütünleştirmiştir. Kötü olanın zulüm suretiyle insanları mahvetmesine ruhsal ve kolektif bir direniş perdesi açarak Tom’un şahsında yanıt vermeye çalışan Steinbeck, edebiyatın imkânlarını sonuna kadar kullanmış, ‘kötü’ duyguların nasıl hakkaniyeti ima etmeye evrilebileceğini göstermiştir.

Bir hayalet suretine bürüneceğini telkin eder Tom; ailesinin, bütün memleketinin mazlumlarından aldığı kuvvetle bütünleşip yücelen bir hayalet. Casy’den öğrendiği o büyük ruhun desteğiyle, zalimin her daim ensesinde olacağını, onu en korkunç haliyle hiç usanmadan tehdit edeceğini vurgular. Tom, haksızın başından hiç eksilmeyecek, onu her daim rahatsız edecek kara bir bulut gibidir artık. Bir işçinin emeğinin sömürüldüğü, aç bir çocuğun açlığa terk edildiği, umursanmadığı her yerde bir vicdan çığlığı mahiyetiyle çıkacaktır ortaya. Karınların doyduğu, toplumsal adaletin ayakta tutulduğu, yoksulun yoksul kalmaması için zengin tarafından karşılıksız bir cömertlikle desteklendiği, çocukların sevinçle gülüp çocukluklarını yaşadığı zamanlarda da Tom belirecektir. Bir mazlum sesi, vicdan yumruğu ve adalet bekçisi olarak Joad’un hayaleti her daim yeryüzünde dolaşmaya yazgılıdır. 

Edebiyatın kriteri açısından Gidé’in savına katkısını, bir ailenin yolculuğunu ‘kötü’ duyguların, düşüncelerin şekillendirdiği bir kurgu ile anlatarak ve karakterlerini ‘kötü’ ile olan ilintileriyle bütün çağlara seslenebilecek bir bağlamda sunarak yapmıştır Steinbeck. Tom Joad, kendisinden sonraki dönemin sosyal adalet sembolü olmuştur ve edebiyatın satırlar arasındaki dünyasını en güçlüsünden pratiğe yansıtmıştır. Bütün bunları olumsuz bir bakışın etkisiyle oluşturan Steinbeck, hem edebiyatın doğasına hem de toplum hayatının dinamiklerindeki adaletsizliklere okuyucunun zihin dünyasını titretir bir vurguyla dikkat çekmiştir.

Ertuğrul Nehri – edebiyathaber.net (20 Ekim 2014)

Yorum yapın