Sonsuzluğa demlenmiş masallar | Selva Trak Ulupınar

Temmuz 24, 2017

Sonsuzluğa demlenmiş masallar | Selva Trak Ulupınar

Yaşama ait sırların masallar üzerinden ve masal kahramanı Şehrazad’ın gözünden yansıtıldığı bir kitap “Şehrazad’ın Sırları”…

Kitap kapağında yer alan “Masal Sözlüğü” teriminin ilk anda çağrıştırdığı gibi bu sıradan bir sözlük değil elbette… Masal araştırmacısı Özcan Yüksek’in yazdığı eser, uzun yıllar boyu çocuklara “Binbir Gece Masalları” olarak okutulan masalların altında yatan farklı gerçekleri ifade etmesi; dolayısıyla masalların çocuklara olduğu kadar yetişkinlere de mesajlar verdiğini vurgulaması bakımından önem taşıyor.

Dünya edebiyatında da masallara farklı bakış açılarıyla yaklaşarak okuyucuyu aydınlatmaya yönelik eserlerin bulunduğunu göz önüne alırsak “Şehrazad’ın Sırları”nın bu konuda edebiyatımızda kalıcılığı olacak bir kitap olduğunu söyleyebiliriz.

Masallar konusunda ayrıntılı araştırmalar sonucu ortaya çıktığı belli olan kitabı “öğretici eserler” kapsamına sokmamak haksızlık olur diye düşünüyorum: “Masal, insanlığın geliştirdiği, hiyerarşi karşıtı bilgi anlatma kültürünün en önemli yoludur.”

Kitap, masallarda sıklıkla kullanılan imgeleri psikolojik ve felsefi yönden tanımlayarak insan ruhunun derin dehlizlerine inmeyi hedefliyor.

“Şehrin özgür kadını” anlamına gelen “Şehr-i Âzad” aracılığıyla yaşamdaki gerçeklerin masalların içinden âdeta imbikten süzülürcesine aktarılması satırlara farklı bir tat katmakta.

Kitapta sıklıkla rastladığımız ve hemen her okurun kendisini bulabileceği satırlar ise masalların gizemi aracılığıyla kişisel gelişim konularında okura yol göstericiliği yapıyor: “Hırsızı her zaman dışarıda arama, kendi hazineni kendinden çalmış olabilirsin diyordur belki de Şehrazad!.. Açıl susam açıl! Bu sözü söylemen gereken kişi, kendinden başkası değil. Kendine de ki: Açıl susam açıl! Yalnızca susam gibi verici olan çoğalır, hazineyi elde eder, böyle söyler sırrı Şehrazad.”

Masal türünde çok kullanılan birtakım kavramların kullanılma nedenlerine de yer veren bu sözlükte örneğin “altın, hazine” gibi sözcüklerin yer almasının nedeninin insanları altın, para pul gibi maddi hırslardan uzak tutmak için uyarı niteliğinde olduğunun, “zümrüt, yakut” gibi değerli taşlarınsa tam aksine erdemi temsil ettiklerinin altı çiziliyor. Bu tarz örneklerle henüz çocukluk çağlarında insanlara dünyaya nasıl bakmaları gerektiği tarif ediliyor. Dolayısıyla masal türünün öğretici yönü öne çıkartılıyor.

“Binbir Gece Masalları”nda geçen “aşk” sözcüğünü tanımlarken yazar, Şehriyar’ın ölümü, Şehrazad’ın ise yaşamı simgelemesi üzerinden hareket ediyor: “Öyleyse, doğurgan olan kadın yaşamı, erkek ölümü tarif ediyordur. Aşk, ölümle yaşamın birbirini hem tutkuyla hem tedirginlikle hem korkuyla sevmesidir; ölümle yaşamın birbirine bağlılığıdır. Ölüm yaşama, yaşam ölüme âşıktır.” Evrende tıpkı geceyle gündüz gibi ölümle yaşamın birbirini kovalayan döngülerine baktığımızda aşkın aslında binlerce yıldır bu şekilde tanımlandığını hatırlıyoruz.

Sayfa sayfa masallardaki anlamları açıklanan sözcükler aracılığıyla felsefi yargılara ulaşabilmek okuyucuya keyif veriyor: “Yaşam, kıyısı belli olmayan bir denizdir. Bazen gemin parçalanır, bir adaya çıkarsın; bazen gemin parçalanır, bir sandalcı görürsün. Gemi de sensin, sandalcı da. Gitmek var, dönmemek de var.”

Bu konuda bir başka örnek de “baht” sözcüğünün anlamıyla birlikte dünyadaki her şeye karşı üstünlüğünün kabulünün, Şehrazad’ın dilinden bir kez daha vurgulandığı satırlarda göze çarpıyor: “Çünkü ben, bunca bilgim, okuduğum bunca elyazması kitap ve kullandığım bunca hokkaya karşın, bir gün için bile bahtın kudretine karşı denge kurmayı beceremiyorum.”

Masalları diğer anlatım türlerinden ayıran, belli bir yer ve zaman olgusunun bulunmaması özelliğini dikkate aldığımızda Bağdat, Şam ve Kahire gibi ütopya olarak gösterilen şehirlerin bu kuralın dışında bırakıldığını görüyoruz. Özcan Yüksek’in belirttiği gibi; “Thomes More’un on altıncı yüzyılda yazdığı edebi ilk ütopya eserinden bin yıl, iki bin yıl, belki de çok daha önceden masalların ütopya şehirleri vardı.”

Yazarın masallardaki denizkızının ve denizdeki Abdullah’ın kuyrukları için yaptığı yorumsa oldukça ilginç: “Vücudumuzun içindeki ikinci benimiz, gövdesinin yarısı balık olarak yaşamaktadır. Omurgamızın uzantısında, kuyruksokumu denen yerde, az buz değil, neredeyse bir karış uzunluğunda kuyruğumuz zaten yok mudur?” Benliğin derinlikleri yani bilinçaltı konusunun masala uyarlanışı da ancak bu denli etkileyici olabilirdi, diye düşünmemek elde değil.

Masallardaki tekerlemeleri ele alan yazar, bir masalın olmazsa olmaz unsurlarından olan bu söz gruplarını yaşamın zaman kavramıyla açıklıyor. Geçmiş zaman anlatımının kullanıldığı masalların şimdiyi varsaydığını söylüyor. Çünkü: “Şimdi, der demez geçer.” diyor.

Bir varmış bir yokmuş” diye başlar masallarımız. Bu çok özlü, derin anlamlı bir giriştir masalların kapısından içeri. Deyişteki ‘bir’ sözcüğü, hem varlığın ve yokluğun sonlu, bitimli olduğunu tarif eder, hem de birbirine geçişi vurgular. Masal filozoftur. Bir varmış bir yokmuş, dördüncü boyutun masallardaki en güzel Türkçe tarifidir.” Ve aslında hem ‘tek’ olanı hem de “bir araya gelmiş” olanı anlatmaz mı tılsımlı “bir” sözcüğü…

Yine bana çok özel gelen açıklamalardan biri de masallardan birinde ölüm cezasının bir yıl ertelenmesini isteyen tacirle ilişkili:”İki, üç ya da elli yıl değil, yalnızca bir yıl. Niteliği yine nicelikle tarif etmektedir Şehrazad. Bir yıl, bir ömrü anlatır. Çünkü ömür benzersiz bir ölçü birimidir.” Bu bağlamda yine “bir” sayısının özelliğine vurgu yapılmakta olduğunu görüyoruz.

“Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” masalındaki cücelerin aslında henüz gerçek aşka hazır olmayan erkeklerin yeniyetmelik çağlarını ifade etmek için kullanıldıkları gerçeği, cüceler aracılığıyla nasıl da sevimli bir şekilde işlenmiş: “Gerçek aşk için, henüz cüce ve acemi olan duyguların geçmesi, ergenlikten olgunluğa erişmesi gerekir.” Dolayısıyla masalları okurken kullanılan hemen her kavramın ardında verilmek istenen farklı bir mesajın yattığı gerçeği bir kez daha gözler önüne seriliyor.

Anonim anlatılar olan masalların sadece bir şehre veya ülkeye değil, tüm dünyaya ait olduğunun altını çizen yazar, bu gerçeği Şehrazad’ın Şah’a ilk masalını anlatması için kendisine yardımcı olan kız kardeşinin adıyla da ispatlıyor: Dünyazad! “Anlatmak yaşamaktır ve bunu, yaşamak anlatmaktır ilkesi sağlar, böyle der Şehrazad. Dünyazad, dünyadaki özgürlüğün kaynağıdır…” Böylelikle

“Şehrin özgür kadını Şehrazad” ve “Dünyanın özgür kadını Dünyazad” aracılığıyla günümüzden asırlarca önce masallar aracılığıyla kadın özgürlüğüne ve kadına verilen değere bir kez daha şahit oluyoruz.

Masalların salt kuru kavramlardan hoşlanmadığını göz önüne aldığımızda verilmek istenen mesajların kurgu yoluyla canlandırılmalarına bir örnek de en ürkütücü masallardan birinde rastlanır. Öyküde erkeğin aşk ve akılla değil, hayvansı, bedensel arzularıyla çekildiği iç hortlağı, iç gulyabanisi, ifriti olarak canlandırılan bir kadının kendisini bir köpeğe dönüştürmesi anlatılır: “Köpekliğinden hoşlanmaya başlayan bir köpek. Hoşlanır, çünkü köpek insanın hayvani arzularını tarif eder der Şehrazad…” Adam, onu köpeklikten kurtaracak gerçek aşkını gerçek parayı sahtesinden ayırt ettiği ve insana dönüştüğü sırada bulur: “Şehrazad der ki gerçek parayı sahtesinden ayırt eden köpek, aslında gerçek aşkı sahtesinden ayırt etmekle insana dönüşür.” İnsana ait duygular, arzular gibi kavramların bu denli incelikli detaylar arasına gizlenerek canlandırılması yine yüzlerce yıl önce insan zekâsının ortaya nasıl ürünler koyabileceğinin bir kanıtı olarak dikkati çekiyor.

Sinbad’ın hamallığından yola çıkılan öyküde ise “hamal” sözcüğüne bilgece bir açıklık getiriliyor: “Şehrazad der ki dünyanın hamalı olma, dünyayı yük olarak görme. Bedenin bir ağırlığı vardır, ruhunsa hafiftir. Bağlarından, yüklerinden kurtul ve dış âleminde veya iç âleminde yolculuklara çık. Taşımayacağın her şeyi de at, yola yeğni çık.”

Masal türünün en önemli özelliklerinden biri de kurgunun güzel, çirkin, iyi, kötü gibi zıt kavramlar üzerine kurulu olmasıdır. Bu bağlamda sezdirilmek istenen gizli anlamlarda da bu zıtlığa rastlayabiliyoruz. Tıpkı hükümdar sözcüğünün açıklanmasında olduğu gibi: “Masallardaki hükümdarlar sensin ey bahtı güzel okur! Çünkü kendinin hükümdarısın, kimseye hükmetmeyen, boyun eğmeyen. Masal özgürlüktür.” 

Bilinen en ünlü masallardan “Sinderella”da yazarın dilinden aşkın “ayakkabı” benzetmesiyle renklendirilen tanımını buluyoruz: “Aşkı aşk yapan, onu yegâne kılan, tek olmasıdır. Ayakkabı bir kişiye uyar; eğer o ayakkabı sayısız kişiye uyuyorsa, o ayakkabı aşkın ayakkabısı değildir… Ayakkabının uyması koşulu, aşkın uyum demek olduğunun da tarifidir…Aşk, biz doğarken yitirilmiş ötekimizi bulmaktır. Birbirine uyumlu bir çift ayakkabıdır aşk, böyle der Şehrazad.” 

Binbir Gece Masalları’nın özünü oluşturan tema “yaşamın nedeni”dir. Çünkü Şehrazad’ın her gece bir masal anlatarak hükümdarı oyalaması yoluyla ömrünü uzatması söz konusudur. Ve yazar, bu ana tema üzerine ulaştığı yargıları yine felsefi bir bakış açısıyla aktarıyor okura: “Yavan, yaşayıp yaşamadığını hissetmediğin bir yaşam, yaşam sayılmaz. Bundandır ki insanın sıradan yaşamını sıra dışı yapması gerektiği anlatılır. Asıl macera, gözü peklik, ölümü dahi heyecanlandıran yaşam, insanın iç dünyasında, içindeki yabancı coğrafyalardadır. İnsan oraya girmeye ve orada dolanmaya cesaret göstermelidir.”

Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (24 Temmuz 2017)

Yorum yapın