Sıkıntının eğlenceye dönüştürülmesinin modern mekânı olarak “Hovarda Âlemi” | Yağız Alp Tangün

Mayıs 30, 2016

Sıkıntının eğlenceye dönüştürülmesinin modern mekânı olarak “Hovarda Âlemi” | Yağız Alp Tangün

hovarda-alemiModernitenin doğuşu ile birlikte standardizasyon ve kontrol alanları inşa etme çabası yaşamın birçok alanında tezahür etmiştir. Modern yaşam tahayyülünün yaratılması; gündelik hayattaki bütünselliğin indirgenmesi ve kartezyen düşünceyle incelenmesini gözeten bir paradigmaya dayanmaktadır. Böylece ayrıştırılan her parçanın tek tek yeniden tanımlanması mümkün olabilir. Bu bağlamda sıkıntı kavramı da kozmosun ahengini bozan bir düzensizlik nüvesi olarak görüldüğü için modern tahayyül içinde kurtulunması gereken bir hastalık olarak tanımlandı ve tedavi vaatleri kapitalist tüketim alışkanlıklarına kanalize edildi.

Yanlış teşhiste rol oynayan temel sömürü zemini, bilgiye dair modern kavrayış olsa da sunulan “eğlenceli” kent imgesinin de bunda payı olduğu ayrıca belirtilmelidir. Kentlerin kendi eğlence fazlalıklarını taşraya ihraç ederek eğlence alanları üzerinden taşrayı sömürgeleştirmesi ile erkeklerin yine eğlence alanları üzerinden kadın bedenini sömürmesi benzeşmektedir. Erkeğin sıkıntıyı mülk edinip eğlenme “hakkı”na sahip meşru konumu inşa etmesi, Türkiye’deki ana akım siyasal kültürün toplumsal cinsiyet rollerine içkindir. Bu bakımdan Osman Özarslan’ın “Hovarda Âlemi” başlıklı sahadan 38 formel mülakatla desteklediği tez araştırması salt taşradaki gece hayatının özne, rol ve ilişkilerini göstermekle yetinmiyor, Türkiye gündelik hayatındaki toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl düzenlendiğine dair bir çabaya dokunuyor. Neresinden bakılırsa bakılsın kadın bedeninin zaptı üzerine kurulu bir eğlence mimarisi olarak pavyon, gazino odaklı eğlence kültürü gündelik hayata sinmiş ve meşruluğu kabul edilmiş/ettirilmiş rollerin getirisi olarak kendine yaşam alanları bulmuştur.

Kitabın yaklaşımına dair önemli olduğunu düşündüğüm asıl eksen, erkeklik yerine erkeklikler kavrayışında ilerlenmesi. Bu kavrayış erkekliğin çoklu yeniden üretim araçlarını, yaşam alanlarını ve ilişki biçimlerini varsayarak sahasını belirliyor. Erkeklik rolünün yeniden üretilmesi, hem erkekler arasındaki çatışmaları hem de asıl hedef olan kadın bedenine dönük işgal kalkışmalarını içeren bir zemine tekabül ediyor. Özarslan bu zeminde dolaşmak için teorik çerçeveyi oluştururken statü/hegemoni bağlamında çalışılmış antropoloji literatüründen faydalandığını ifade ediyor. Böylece Özarslan’ın çalışmasında yer verdiği gece hayatının öznesi olan erkek tipolojileri ve kadın çalışanlar (konsomatrisler) arasındaki birtakım çatışma/direnme pratikleri, kitapta özellikle De Certau, Scott üzerinden değinilen subaltern ekolün birikimiyle sunulan teorik çerçeve, araştırmanın gündelik hayata dokunan derinliğini artırmış. Türkiye’de kadınların sömürgeleştirilmiş sınırlı hareket alanlarını ve gündelik hayattan sindirilmelere maruz kalışlarını düşünürsek gece hayatında çalışan kadınların kendi öznellik sınırlarını çizebilme yetilerinin pekişmesinden duydukları memnuniyeti anlamak mümkün olabilir:

“Kadınların bu hayatta ısrar etmelerinin sebebi onların çalışmaya zorlanması ya da çok para kazanmaları değildir. Bundan öte kadınları burada, para kazanarak, kazandıkları parayı kendileri için bir patronaj sistemine dönüştürerek ve gece hayatının entrikalarına katılarak kendilerine bir öznellik alanı yaratmaktadır.”[i]

Taşrada konsomatris olmak zorunda kalan bu kadınlar[ii] eğer bu işi yapmıyor olsalardı Türkiye koşullarında edinemeyecekleri söz konusu sosyal statüden mahrum kalacaklardı. Bu araştırmada Türkiye’de kadının konumunu en çarpıcı biçimde açıklayan ayrıntı ise kazandıkları parayı amaç edinmeyip araçsallaştıran konsomatrislerin kendilerine statü satın almalarıdır:

“Kadınlar ile yaptığım görüşmelerde en fazla karşıma çıkan şeylerden birisi, çok kazandıklarını alenen söylemeleri ve kazandıkları parayı da milletvekili, kaymakam, doktor gibi statü gruplarıyla karşılaştırmaları oldu. Dolayısıyla kadınların paraya yaklaşımı bir tüccar gibi daha fazla kazanmak şeklinde değil. Konsomatrisler, parayla daha sıkı bir patronaj sistemi kurarak ve kendilerini karşılaştırdıkları statü meslekleri kadar güçlü öznellikler elde etmeye çalışıyor gibi görünüyorlar.”[iii]

Kitabın Scottçı kanalında ilerlersek; kamusal-gizli senaryo yazarları ve direniş sanatçıları olarak kadının egemen olana açıktan değil de aşağıdan ve sinsi karşı koyuşlarını başka bir ifadeyle erklenme pratiklerini okumak, konsomatris rolündeki kadının patriarkal ritüeldeki av konumundan kaçak avcı rolünü oynamaya[iv] geçtiğini gösteriyor. Öte yandan Özarslan gece hayatında çalışan kadın öznelliğinin sınırlarını şöyle nitelemektedir:

“Yerel halkın kadınları damgalaması (“stigmatize”) ve kendi yerel cemiyetlerini onlardan izole etmeleri, kadınları mekânsal olarak gece hayatı ve onun periferisine mahkum eder; öte yandan kadının öznelliğinin zamanı ise onun gençliği, güzelliği ve çekiciliği kadardır.”[v]

Osman Özarslan çalışmasında neoliberal kapitalizmin taşradaki etkilerini, taşra imgesi ve eğlence kültürü üzerinden inceleyerek erkeklik üretimlerini ve toplumsal cinsiyet rollerindeki adaletsizliği ifşa etmektedir. Genel bir yorumla “Hovarda Âlemi”nde sömürünün tek yönlü işlediği onun da tüm oklarıyla kadına dönük olduğu söylenebilir.

Yağız Alp Tangün – edebiyathaber.net (30 Mayıs 2016)

[i]  Özarslan, Osman. Hovarda Âlemi, İstanbul, İletişim Yayınları, 2016,  s.157.

[ii] Osman Özarslan kent imgesiyle kuşanmış eğlence kültürünün taşraya sıçramasını, neoliberal kapitalist ekonominin etkisiyle çözülmeye başlayan geleneksel, yerel kültür birikimi ve aile yapısıyla ilişkilendirerek ele almaktadır.

[iii] A.g.e s. 151-152.

[iv] Kitapta yer verildiği kadarıyla “senaryolar, alkol savaşı, hatırlama, patronaj ve cömertlik” konsomatrisin başvurduğu direniş pratiklerinden. Bunları uygularken garsonlar ya da fedailer yardımcı olabiliyor. Ancak atlanmaması gereken bir nokta, bu yardımlaşmanın mekânın ticari amaçları doğrultusunda gerçekleşmesi.

[v] A.g.e s.157.

Yorum yapın