Sibel Doğan’dan, Cemil Kavukçu’nun “Düşkaçıran” adlı öykü kitabı üzerine bir yazı

Şubat 17, 2008

Sibel Doğan’dan, Cemil Kavukçu’nun “Düşkaçıran” adlı öykü kitabı üzerine bir yazı

Siz hangisisiniz?

Cemil Kavukçu, günümüzün en önemli, en özgün yazarlarından biri. Üretkenliğiyle Türk öykücülüğünde şimdiden kalıcı bir iz.  Fethi Naci, “Ayrıntıları kullanmakta çok usta… Tam bir anlatı ustası”  diyor onun için. “Elini neye değse öykü oluyor.’’

Çoğunlukla boğucu kasaba hayatını ve bu hayatın sıradan insanlarını anlatan yazar, öykücülüğünde yeni bir dönemin habercisi sayılan dokuzuncu öykü kitabı “Tasmalı Güvercin”de okuyucusunun alışık olduğundan farklı bir yere -fantastik öğelerle yüklü, daha kentli  bir dünyaya- kırmıştı dümenini.

Cemil Kavukçu son öykü kitabı “Düşkaçıran”la bu yolculuğa farklı serüvenlerle devam ediyor. Kaçan, Kovalayan ve Yakalanan başlıklı üç bölümden oluşan kitap kurmaca, düşlem ve yaşam üçgeninde okuyucusuna  farklı  tatlar sunuyor.

‘’Kaçan’’ adını verdiği bölümde kent yaşamını, kent insanının buhranlarını ele alıyor. İlk öykünün adı ‘’İki Nokta Üst Üste’’. Bu işaret bugünlerde, yanına konan bir parantez kapama imiyle gülümsemeyi ifade etse de Cemil Kavukçu’nun öyküsünde ikili ilişkilerdeki iktidar mücadelesinin acı yüzünü açığa çıkarıyor. Öyküde mücadelenin baskın kahramanı ‘’Ceyda’’dır. Terk ettiği Fatih’le görüşmeye giderken kendinden emin, aynı zamanda gergin ve hırçındır. “Fatih de tam gününü buldu, konuşacak ne kaldı ki? Dön diyecek ısrar edecek, sensiz yapamıyorum falan…( s.17) 

Ancak görüşmelerinde eski sevgilisinin Moskova’ya gideceğini söylemesi Ceyda’nın zırhlarını deler ve bu noktada her şey alt üst olur. Ceyda Fatih’in onu bu kadar kolay bırakıp gidebilmesini, ilişkilerinin devamı için yalvarmamasını hazmedemez. Sonrasında Ceyda’nın tavrı bütünüyle değişir.

Yazar, bu öyküde metropol insanının,  giderek  kendine bile yabancı, doyumsuz, riyakar, bir hırs küpüne dönüşmesini  Ceyda’nın kişiliğinde gözler önüne serer.

Kavukçu, kent insanını anlatmaya ikinci öyküsü ‘’Doç’’ta da devam ediyor. Bu defa karşımıza gündelik hayatın açmazlarından sıkılmış, yorgun, tükenmiş bir şehir insanı çıkıyor. “İşlerden, koşuşturmadan, ilişkilerden, temposu gittikçe artan zamanın içinde oradan oraya savrulmaktan yorulmuştu. Her gün biraz daha mutsuz olduğu işinden ayrılacağını, bu karmaşık kentten kaçmak istediğini Hakkı’ya söylediğinde,  Abi kafaya format atmak lazım. Keşke ben de yapabilsem demişti.’’(s.25)

‘’Modern kentlerde yaşayan insanlar için yolunu tümüyle kaybetmek belki de oldukça az rastlanan bir olaydır. Başka insanların varlığı ve yolumuzu bulmamızı sağlayan araçla, örneğin haritalar, sokak adları, yol işaretleri, otobüs levhaları bize yardımcı olurlar. Ama yolunu kaybetme şanssızlığına bir kez uğranınca şanssızlıkla birlikte gelen korku, hatta dehşet duygusu, bu durumun bizim dengemizle ve esenliğimizle ne kadar bağlantılı olduğunu gösterir. Dilimizdeki ‘’yolunu kaybetmiş’’ deyiminin anlamı salt coğrafi açıdan nerede olduğunu bilmemenin ötesindedir. Tam bir felaket ima eder bu sözcükler.’’ (Kevin Lynch, Metropol  Modelleri, Cogito, sayı 8 )

“Doç” adlı öykünün kahramanı, Kevin Lynch’in ‘’Kentin İmgesi’’ adlı yazısında altını çizdiği ‘yolunu kaybetmiş’ içimizden biridir. Yaşadığı hem de başka bir yerde yaşayamam diyecek kadar çok sevdiği şehir onun hayallerini yok edince kahramanımıza gitmekten  daha doğrusu kaçmaktan başka yol kalmaz. Kavukçu bu kaçışı Attila İlhan’dan alıntıladığı şu dizelerle destekler gibidir: “Yola çıkılınca gidilir, büyük kentler, büyük aşklar çığlık çığlığa terk edilirdi.’’(s.25-26) 

Yeni bir yol arayan kahraman, gittiği sahil kasabasında, insanlarla kuramadığı sıcak, hesapsız, beklentisiz, özgür ilişkiyi orada rastladığı ihtiyar köpek ‘Doç’la yaşar. Öykünün sonlarına doğru Ceyda’dan gelen maille sahildeki yabancının Fatih olduğunu anlıyoruz. Cemil Kavukçu’nun herhangi bir öyküsünde tanıdığımız kahraman,  başka öykülerinde de karşımıza çıkabiliyor. Yazar, bu kurgusuyla birbiriyle yolları kesişip sonra farklı mekanlara, farklı yaşamlara savrulan insanların, değişik öykülerin kahramanı olabileceğini anlatıyor gibidir. Yazarın diğer kitaplarında rastladığımız bu kurguyu ‘Düşkaçıran’da da başarıyla uyguladığını görüyoruz.

‘’İkizler’’adını  taşıyan üçüncü öykü 21. yüzyılın paranoyak kent insanının sanrısıdır adeta. Yazar bu nevrotik ruh halini düş ve gerçek arasındaki yanılsamalarla anlatıyor. Kahramanının, yaşamına aniden birilerinin gireceğinden ve pervasızca tüm yaşamını ele geçireceğinden duyduğu korkudan kaynaklanan bir düşün öyküsüdür bu.

‘’Kaçan’’ adlı bölümün en etkileyici öykülerinden biri ‘’Büyübozan’’. Cemil Kavukçu’nun bir önceki kitabında yer alan ve kitaba adını veren ‘’Tasmalı Güvercin’’ öyküsü de kurguda yerini alıyor. Yazar öyküler arasındaki geçişlerine alışık olan okurlarını biraz daha şaşırtarak bu defa kitaplar arasında bir pencere açıyor. Büyübozan’ın kahramanı, karakter yaratamayan yazarlara gerçek kişilerin yaşamlarını, özelliklerini para karşılığında satan bir karakter taciridir. Öykü, kahramanın televizyonda film izleyen karısını tasviriyle başlıyor. Bu  tasvir, dizilerin başından kalkmayan, bu simsiyah ekranın yarattığı büyük yalanlardan ve şiddetten fazlasıyla nasiplenen modern insana yönelik bir eleştiridir. Anlatıcı, karısından sonra kendi durumuna bir açıklama getirir. Parkta  boynuna tasma geçirilip gezdirilirken gördüğü güvercini, karakter olarak bir yazara satması güvercinleri çok kızdırır ve ona kuş büyüsü yaparlar. Bu yüzden uyuyamaz, konuşamaz ve hareket edemez. Böylece kuşlar onun başka hayatların tacirliğini yapmasına izin vermezler. Kuşları, kendini, yıllar önce kimliğini bir yazara satan kahramanı bu büyüden  kurtaracak olan da  hastabakıcı olarak gelen genç kızdır. 

İlk bölümde diğer insanların hırslarından veya kendi korkularından, karabasanlarından kaçan insanlar anlatılırken ikinci bölüm ‘’Kovalayan’’da kabuslarının üstüne giden insanlar anlatılır. Bu bölümde yer alan ve kitaba adını veren  ‘’Düşkaçıran’’ gerçekle düş arasındaki sınırın kaybolduğu bir öyküdür. “Burada vahşi inekler var, dedi. Bazı geceler kasabayı basıp sokaklarında fink atıyorlar. Sen de akşam ona denk geldin.” (s.72) Kavukçu, hikayede mülkiyetin yarattığı tutsaklığı ‘vahşi inekler’ tamlamasıyla ironik bir biçimde anlatıyor.

İkinci öykünün kahramanı Madenci, yer altındakinin değil üstündekinin, kendi deyimiyle asıl bilinmezin peşine düşmüş bir düş kovalayandır.

İkinci bölümün son öyküsü ‘’Bir Yılbaşı Öyküsü ’’adını taşıyor. Bu öyküde yazar, bunalıp kaçanlara, düşlerini kovalayanlara bir seçenek sunuyor. Onları mülksüz Akalar’ın mutlu ve huzurlu dünyasına götürüyor. “İşçi bulmak için Moon’la birlikte köylerine gittiğimde çok şaşırmıştım. Uyuyup yemek yedikleri daracık yaşam alanlarıydı bunlar. Kullanmayacakları hiçbir eşyaya, nesneye yer  yoktu yaşamlarında.” (s.92)

Son bölüm ‘’Yakalanan’’da düşlerinin peşinden gidemeyen,  tutsaklıkları kafesteki kuşlardan farksız insanların öyküsü anlatılır. Salih, Zeliha, Hasibe ve anneleri, boynuz bıyıklı babanın zindanında kıstırılmış, birer ‘’kaçamayan’’dır.

Cemil Kavukçu’nun kitabı bittiğinde aklımıza şu soru takılıyor: “Acaba  ben hangisiyim? Kaçan mı kovalayan mı yoksa yakalanan mı?”
Sibel Doğan – edebiyathaber.net (7 Mart 2011)

Yorum yapın