Sevgi Soysal, “Ben de yazarım ne var!” demeyen biriydi | Feridun Andaç

Haziran 21, 2016

Sevgi Soysal, “Ben de yazarım ne var!” demeyen biriydi | Feridun Andaç

feridun andac 10.tifOrtalığı pıtrak gibi saran yazıcıların yazıp ettiklerine bakınca karşımıza iki temel etmen çıkıyor: Bilgi düzeyinin yetersizliği, belli bir dünya görüşünden yoksunluk.

Yazmaya soyunan birinin daha başka şeylere de gereksinimi vardır. Ama ilkten bunlarsız olamayacağını bilememek belki de onlar için yazmayı “kolay” kılan şey… “Ne var, ben de yazarım,” deyip kaleme sarılmak.

Peki yazılanlara bakınca karşımıza çıkan ne?

Dili bilememek. Dil üzerine düşünmemek, sözcüklerin tınısını hissedebilmek için bir çaba göstermemek. Bu bilgiden, çabadan yoksun birinin yazıya soyunması…

Bu bir sonuç. Bize şunu gösteriyor aslında, dil/edebiyat eğitiminin yetersizliği. Dil bilincini verememe, edebiyat duygusunu geliştirememe…Yazan insanın edebî belleği, dil duygusu nasıl oluşabilir?

Bugün orta öğretimde Türkçe, lisedeki Edebiyat eğitimleri sorgulanmalı. Bu derslerin programları yeniden gözden geçirilmeli, ders verme yöntemi değiştirilmeli. Dahası öğretenlerin öğrenimi, eğitim düzeyi de bu bağlamda ele alınmalı.

Önümde bir dosya var. Daha ilk cümlede duralıyorsunuz. 22 sözcüklü cümlede yedi kez geçen “mutlu” sözcüğü yazan kişinin neden söz ettiğini anlamamaya yöneltiyor okuru! Cümledeki sözcüklerin dizimi yanlış, öğe bilgisi yok. Yazanın yazdığı, ettiği sözler üzerine düşünmediğini bu tek cümle ile hemen anlamak mümkün.

Yazan kişinin kendisini tanıtan biyografisine göz atıyorsunuz, yazmanın dışında her şey var. Fitnes yapmaktan medeni durumuna kadar. Ama yazmakla, okumakla ilgili tek cümle yok. Yazıya nereden geldiniz, kimleri okudunuz, niçin yazmayı dert edindiniz? Bunları yazdıklarının içinde bulmanız mümkün değil.

Ülkemizde “cahil cesareti” her alanda varlığını gösteriyor. “Ben yaptım oldu” anlayışı egemen. Ama edebiyatta bu anlayış gözle görülür biçimde yaygın.

Yazarlık tek başına beceri/yetenek işi değildir, akıl, bilgi, donanım ve çalışmakla kazanılabilecek bir uğraştır. Okuru ilgilendiren ise bunların sonucunda ortaya çıkan YAPIT’tır. Yoksa neyi/nasıl yaşadığınız değil.

Sizin hayatla ilişkinizin biçimi/yordamı yazar olma durumunuzu belirler. Nasıl yaşıyor, okuyor, bilgileniyorsanız öyle yazarsınız.

Bunu ele verecek olan yapıtın kendisidir, yani sizin ortaya çıkıp öyle sözler etmenize hiç gerek yok.

Sevgi Soysal’ın Öğreticiliği/Gösteren Yanı

Sevgi Soysal’ı okurken, ona dair anlatılanları yakınlarından, yakınında olmuş kişilerden dinlerken gözlediğim şuydu: Yazdıkları yaşamından süzülüp gelmiş biri, yani yaşamından damıttıklarıyla yazı aurasını var edebilmiş bir anlatıcı. Yaşadığı gibi yazmış. Hayata ve insana bakabilmiş, bir o kadar da kendini donatabilmiş bir yazar Sevgi Soysal. O öyküler, romanlar yaşanmayan bir zamandan; belli bir dünya görüşü ve birikimi olmayan birinin hayatından çıkıp gelemezlerdi.

Alın Tutkulu Perçem’deki öyküleri. Genç bir kadının hayata/insana/aşka tutunma durumları anlatılır. Daralıp kalma durumlarına, sanrıyla biten ve başlayan ilişkiler içindeki insana doğrudur yolculuğu…

Yürümek romanı bundan bir adım daha öteye giderek kadının kendini var etme, bedenini keşfetme, duygusallığa bağlanma öyküsünden çıkıp gelir.

Yenişehir’de Bir Öğle Vakti, yaşadığı koşulların gücü ve tanıklıklarından doğar.

Şafak’taki Oya’nın öyküsü, sürgündeki Sevgi’nin öyküsünden çıkmaz mı?

Peki, tüm bunlar neyin kanıtıdır?

Yazıda yaşayan birinin hayatın sağanağındaki ömrünün tanıklıklarını yazıya yansıtabilmek için YAZI-AKLI’na, YAZMA-BİLGİSİ’ne, DÜNYA GÖRÜŞÜ’ne dönük birisi oluşunun kanıtıdır her biri.

Sevgi Soysal yazdıklarıyla bize şunu gösteriyor; büyük yaşam olmadan, bilgi olmadan yazı olmaz.

Çünkü o, “ben de yazarım ne var,” demeden yazan biriydi.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (21 Haziran 2016)

Yorum yapın