Sesinin sessizliğinde… | Feridun Andaç

Ekim 10, 2017

Sesinin sessizliğinde… | Feridun Andaç

O hissizleşmeyi düşündün. Sonra içindeki ıssızlığı. Uzaklık neydi, nerede yaşanandı; içteki mi, dıştaki miydi aslolan?

Zaman alevdi; zaman solgun bir güz yaprağı. Giden bakışın bıraktığı izdi…

Celaliydi bakışları. Uçkun ve dar yerde bir dildi. Uçarıydı, taşra kokuyordu elleri, bakışları yaban.

Bir pars öyküsü anlatmıştı sana. Oysa sen geyiklere düşkünlüğünden söz etmiştin ona. Sonra, dönüp şunu yazmıştın:

“Sen keder olmalısın gözlerinle… Acıya dönüştür, sonra sese ve sessizliğe. Gitmeye hazırla beni, giden ses olayım, gönlüm demeden başlayayım söze. Unuttur bakışlarımı bana. Ne geyik avına çıkayım, ne de parsın ölüm yolculuğuna…”

Dilsiz zamanın mührüydü bakışları. Gene öyle sözler etmişti. Fısıldarcasına üstelik, yer gök sanrı nöbeti sancısıyla alaboraydı sanırdınız. Gene de gözlerini alan kauçuk ağacının yapraklarındaki parıltıydı. Başka bir kentteydin. Sesine ses olan bir bakış vardı sanki aranızda. Rüyanı anlatmak istemiştin. Sonra vazgeçip önündeki kitaptan şu satırları tutup yazmak istemiştin ona:

“Düşün göğüs göğüse ne savaşlar verildi

Alevli oklar kullanılmazken daha,

Kollar yara aldı, bedenler kana bulandı.

Vuruş savuşturmayı, doğa öğretti insanoğluna, kalkanı sol koluna alma bilgisi yokken daha.

Evet, eski bir alışkanlıktır –çok eski-

Bitkin bedeni dinlendirmek, döşek sermekten.

Ve susuzluk, bardak yokken de giderildi.

Diyebiliriz ki, gereksinme ve yaşama deneyi

Sonucunda bulunan bu araçların yapılışındaki

Amaç kullanılmalarıdır: Önce kendileri varolan,

İşlevlerini sonradan esinleyen organlarla

Duyulara benzemezler hiç. İşte, bunların

Özel işlevler gözetilerek yaratıldıklarına

İnanmaman için sürüyle kanıt sana.” (Lucretius/ “Evrenin Yapısı”, Çev.: Tomris Uyar/Turgut Uyar)

Yaşamak arzu ötesi bir istenç, bilinci kendi zamanına dolayan bir tutku. Öyle bakınca yaşanır kılıyorsunuz her ânınızı. Ötesi ziyan ömür!

Bir de bunlara yazmak istemiştin.

Gittiğin yerdeki dönüşsüzlük fısıltısı gibiydi esen yel. Başka denizlerin ne rengi vardı orada ne de kokusu. Sırtındaki nemi alan, ruhunu kanatlandıran bir efsunlu bir esintiydi işte. Kutsal kitapların yazıldığı iklimi hatırlamaya gerek yok; diyordu ya gene bilgece söz eden:

“Aslında, bedenimizdeki hiçbir organ

Buz kullanalım diye yaratılmamıştır.

Tersine, var edilen, yaratır kullanmayı.

Göz yokken, görme yoktu ve dil yokken, konuşma.

Ve dilin varoluşu, konuşma yetisinin

Kaynağından çok daha eskilerdedir.

Daha ses duyulmadan vardı kulaklar;

Ve tüm organlar, kullanışlarından çok önce.

Demek ki salt kullanma adına yaratılmamışlar.”

Şimdi, oturup neyi anlatmalıydın ona; “siz giderek taşırsınız hüznünüzü,” demenin bir faydası yoktu, bilirdin. Eklerdin de;  “öyle sanırsınız, sürüklenişinizi adlandırırken. Oysa gittiğiniz yerdeki karşılaşmalarınızdır saklı tuttuklarınızı ortaya çıkaran…”

Evet, bir ıssızlıktı aranızdaki zaman. Ancak imbat sizi çağırdığında anlardınız kavuşmanın imkânsızlığı ortadan kaldırabileceğini. Bu da bir zaman ülfeti olarak ancak gidenlerin bakışına sinendi, bunu bilir bunu anlatırdın hep…

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (10 Ekim 2017)

Yorum yapın