“Sesin Cinsiyeti” veya cinsiyetin sesi | İsmail Gezgin

Mayıs 30, 2020

“Sesin Cinsiyeti” veya cinsiyetin sesi | İsmail Gezgin

ismailgezginyeniCinsiyet doğal değildir, uygar insanın bir rahatsızlığıdır; dilde tezahür eder. En eski insandan bu yana kullanılan dil, somut, anlaşmaktan öte bir mana taşımayan, sadece ifade ettiği şeyi kasteden bir yapıya sahipken, son 30 bin yılda dil simgesel olanın dünyasına taşındı. Metafor, imge, aşkın anlam… bu yeni dilin ürünüdür. Milyonlarca yıllık bilindik, doğal yaşamını terk eden insan türü, anlamlandırmakta yetersiz kaldığı dünyayı manalandırma gayretine girişmiş, kendi varlık nedeni olarak dile yüklediği metaforik atıflarla yaratıcıların bulunduğu simgesel bir dünya inşa etmişti.

Kendini dil yoluyla dilde konumlamış, sınırlarını dilin oluşturduğu bir anlam evreni kurmuştu. Bu yeni dilsel dünya ikili bir sistemin üzerine kurulmuştu; dişiler ve eriller. Dağlar, gökyüzü, okyanuslar, nehirler… eril olarak isimlendirilirken, denizler, ağaçlar, toprak… dişil ögeler olarak dilde işaretlenmişlerdir.

Ve dil kendini sözde ifade eder. Konuşan dil sözün dünyası dışında var olamaz. Ses ise sözün ve dolayısıyla dilin taşıyıcısıdır. Sessiz söz ve sözsüz ses, kültürün dışını işaret eder. Sözün dışında sesin bir anlamı yoktur diyen düşünürlere inat sesin anlamı ve hatta cinsiyeti de vardır. Dilin birimlerinden olan ve anlam taşıyıcı sözlerin dünyaya gelmesini, bedenlenmesini sağlayan ses, taşıdığı sözün anlamına uygun bir tını/ton çıkarır. Ancak sesin çıktığı boğazın ait olduğu bedenin de bu sesin tınlamasında rolü vardır. Çünkü toplumsal cinsiyet rollerinden bedenler olduğu gibi o bedenlerin çıkardığı sesler de nasiplerini almışlardı. Cinsiyet ve kimlik yüklenen bedenler, yüklendikleri kimliğe uygun bir ses çıkarmakla da yükümlüdürler. Eril bir bedenden çıkabilecek dişil yüklemli bir ses, dilin örgütlediği kültürün kabusu demektir ve sistem hata verir. Bu sesin bedene uygun olması için eğitimler, küçümsemeler ve hatta cezalar içeren bir dizi yaptırımlar kapıdadır.

Heteroseksüel ikili cinsiyete dayalı kültürel normatif, cinsiyetini atadığı bedenden, bu cinsiyete uygun ses çıkarmasını bekleme hakkını kendinde bulur. Bu nedenle de ikili cinsiyete uygun olarak cinsiyetleri atanmış bir ses repertuvarı da bulunmaktadır. Sesin geldiği bedeni görmeden dahi onun cinsiyetini kestirmek bu sistemin bir çıktısıdır. Ve bu çıktıya uymayan “çatlak sesler” kültürün kabusu, kakafonik sesler olarak KAPAK.jpgalgılanır.

Eril uygarlığın en eski dönemlerinden itibaren, cinsiyet rollerine uygun ünlemeyen bedenler üzerine çözüm üretildiğini görmek mümkün.Helenistik ve Roma döneminde doktorlar, erkeklerde görülen her türlü fiziksel ve psikolojik hastalığa çare olarak ses egzersizleri önermişler, buna dayanak olarak da hitabet pratiğinin kafadaki tıkanıklığı azaltacağını ve erkeklerin gündelik yaşamda çok tiz sesler, bağırma ve manasız sohbetler için seslerini kullanarak kendilerine düzenli olarak verdikleri zararları ses egzersizlerinin onaracağını ileri sürmüşlerdir.

Baobo

Tüm uygarlık sürecinin olduğu gibi Antikçağın da “ötekisi” olan kadının, cinsel organı da kastedilerek iki ağza sahip olduğu imasında bulunulması ve her iki ağzını da kapalı tutması kültürel göstergelerdendi. Sophokles’in “Sessizlik kadınların kozmosudur” özdeyişi kadın sesine ve hatta sözüne verilen değersizliği ifade etmektedir. Eski Yunancada “gyne” (çocuk taşıyan, dünyaya getiren) olarak seslendirilen kadının, dil dünyasında taşıdığı mana da bu doğrultudaydı. Bu nedenle iki ağızlı olmanın ve ağızlarının her ikisinin de kakofoni barındırmasının, kadının toplumsal yapıdaki yerine işaret ettiği çok açıktır. Priene’de bulunan bir grup heykelcik, kadının taşıdığı kültürel kakofoniye işaret etmektedir. Demeter, kızı Persophone’nin Hades tarafından Yeraltı ülkesine kaçırılmasından sonra çok üzülmüş ağzını bıçak açmaz yüzü gülmez olmuştu. Onun bu kederli zamanlarında ortaya çıkan Baobo edepsiz sözler söyleyerek ve eteğini kaldırıp cinsel organını göstererek tanrıçayı eğlendiren mitolojik bir kadındı. Ve Baobo heykelciklerinin betimleri son derece manidardır. Kadının konuşmaya yarayan yukarıdaki ağzı ve yüzü göbeğine yerleştirilmiş, üremeye yarayan genital ağız ise açık biçimde heykelciğin kafasına oturtulmuştur. Kadının cinselliği baş tacı (?) edilmiş, kimliği oluşturan yüz karın bölgesine yerleştirilmişti. Kadının yüzü, adını da anlamlı kılan doğurganlığıyla özdeştirilmişti. Antikçağın eril kültüründe kadının, ancak doğuracağı yasal çocuklar sayesinde kimlik edinebileceğine vurgu yapılmıştı. Genital ağzın kafaya yerleşmesi ise onun aklının içeriğine atıf olmalıdır. Kafadaki genital dudaklardan müteşekkil ağız, ondan çıkabilecek müstehcen/kültür dışı sözlerin taşındığı kakofonik sese işaret ediyordu.

Sesteki cinsiyet veya sesin cinsiyeti dilin diğer öğeleriyle birlikte yine ses yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılır, öğretilir. İnsan bilmediği/daha önce öğrenmediği bir sesi duyamaz ve sesin cinsiyeti hakim cinsiyetin sesinden bağımsız değildir. Ses ideolojiktir.

Bu yazının kaleme alınma nedeni olan Anne Carson’un Sesin Cinsiyeti (Çev. Zeynep Talay) Nod Yayınları tarafından yayımlanmış ve okunmayı hak etmektedir.

İsmail Gezgin – edebiyathaber.net 

Yorum yapın