Serkan Türk: “Yazı beni sağaltırken tüm yitirmeleri, o soluk anları yeniden canlandırmasını biliyor her seferinde.”

Ekim 31, 2017

Serkan Türk: “Yazı beni sağaltırken tüm yitirmeleri, o soluk anları yeniden canlandırmasını biliyor her seferinde.”

Söyleşi: M. Özgür Mutlu

Serkan Türk ile geçtiğimiz günlerde Yitik Ülke Yayınları etiketiyle raflarda yerini alan dördüncü öykü kitabı “Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim” hakkında söyleştik. Kendi sesini oluşturabilmiş, incelikli tavrıyla karakterlerinin iç dünyalarını okura güçlü şekilde yansıtabilen, kendi deyimiyle “hayatın hepimiz için bir yerlerde hazırladığı hikayeler”in peşinde olan bir yazar Serkan Türk. Önceki öykü kitaplarında olduğu gibi dilin önemsendiği, çalakalem yazılmamış öyküler okuduk son kitabında da. Edebiyata, şiire, öyküye, hayata dair samimi cevaplar verdi sorularıma. Keyifle okumanız dileğiyle, işte sorular ve Serkan Türk’ün cevapları.   

Çoğu öykünde şiirsel anlatım ön planda. Bir dizenin etrafında örüyormuşsun öyküleri gibi geldi bana. Şair kimliği de olan bir yazar olarak sendeki şiir ve öykü ilişkisini nasıl tanımlarsın?

İkisini de büyülü buluyorum. Çocukluğumda okuduğum kitaplardaki kahramanları günlerce düşünür ve onlara başkaca hikâye ortamları oluştururdum hafızamda. Bu bir çeşit oyundu benim için o yıllarda. Ezberlediğim şiirleri çoğu zaman içimden, bazense yüksek sesle okur, sözün müziğini duymaya çalışırdım. Bu hep eşsiz gelirdi bana. Şiiri bana yazdıran şeyin tam olarak ne olduğunu bilemiyorum ama yoğun bir duygu yükselmesiyle ortaya çıktığını, kızgınlıkla mutsuzluğun arasından doğduğunu söyleyebilirim. Öyküleri yazma biçimimse çok daha farklı. Bir konunun belirmesi, bir düşüncenin içimde yeşermesi gerekiyor. Bu günler süren bir dönem. Çoğu zaman o konuyu düşündüğümü bilinçsiz olarak unutuyorum. Yazmaya başladığım an tek nefeste öykünün bütününü kâğıda geçirmeyi başarırken, nadiren de haftalar sürüyor son noktayı koymam. Şiirselliğe gelince yaşam onu da yazdığım minik bir hikâye ile yanıtlayayım.

‘bir saniyede oluyormuş her şey, dedi kadın.

taşın, yosunun, suyun yerini değiştiren bir saniye.

ikimizin kalbine neler etmez ki.’

Telaşsız, hatta dinlendirici bir tonda akıyor cümlelerin çoğu kez. Bir dosta içini döker gibi… Kime anlatıyorsun öykülerini?

Biliyorsun ben uzun yıllardır radyo programları yapıyorum. Küçük bir odada saatlerce konuşuyor ve muhatabının kim olduğunu bilmeksizin içimde birikenleri, dağarcığımdan sızanları anlatıyorum. Bir kişinin orada olduğunu hayal ediyorum. O bir kişinin kim olduğu, kimliği, cinsiyeti, yaşı beni pek ilgilendirmiyor. Sadece açık bir kalple ve kulakla sözcüklerime eşlik etmesi benim için yeterli. Kim olduğunu bilmeksizin bir okur için yazıyorum çoğu yazar gibi.

Kendine ait bir ses ve biçem var öykülerinde. Belirgin bir sahipleniş var bu sesi. Buna paralel olarak, kitap bütünlüğünde öykülerinde aynı anlatıcının sesini duymaya alışıyoruz. Aynı kişi mi konuşuyor sence de?

Eskiden resim yapmak isterdim. Bu konuda yeteneğim olmadığını kavradığımda onun yerini dolduracak bir şey aradım sanırım. Sözcüklerle aram hep iyi olmuştur. Üç yaşında okuma yazma öğrenmem bunun kanıtı gibi. Hep hayal ettiğim, birilerinin dünyasında karşılığı olup olmadığını önemsemeksizin karakterler, olaylar kurguladım. Kimi çocuk yaşta, kimi yaşlı, kimi kadın, kimi bir eşya… Yaşadığım dünyadaki insanların sesi duymaya çalışmakla geçirdim ilk gençliğimi. İnsanlar yetmedi. Hayvanları, bitkileri ve eşyaları da ekledim listeme. Bazen iç içe öyküler yazdım. Bir olayı başkaca bakış açılarıyla anlatmaya çalıştım. Yazıyla zihnimde oluşturduğum resmi parça parça döktüm kâğıtlara. Her parçada biraz daha belirgin kıldım anlattığım resmi. Bu da sanırım bütünün daha fazla parçasının görünürlüğüyle ilgili. Aynı kişi değil de aynı ruh okuyor öyküleri.

Öykülerinde doğa tasvirleri çok baskın. Daha doğrusu doğa; rüzgâr, ağaçlar, dağlar, başaklar, vb. şeklinde atmosferin ayrılmaz bir parçasına dönüşüyor. “Bulutların gideceği yer neresi?” diye soruyor ya bir çocuk öykünde, düş gücünü besleyen bir kaynak diyebilir miyiz doğa için?

Sabah pencereyi açıp sokağa bakarım. Gökyüzüne, bulutlara, tepelerde artık iyice yükselmiş binaların arasından görebildiğim manzaraya. Yaşam döngüsü doğa ile birlikte içselleştiren biriyim. Bahar bilirsiniz bir eriğin çiçeklenmesiyle gelir. Bir yaprak sarardıysa güz kapıdadır. Kar atıştıran bir zaman yaşanıyorsa yoksulluğu duyumsarız. Doğa ve mevsimler düşsel dünyamı tetikleyen, bana yeni şeyler hatırlatıp söyleten zamanları getirir. İçimde parıldayan bir işaret fişeği ile o anları geçerim temiz sayfalara.

“Bir Yakınım İçin” isimli öykünde şöyle diyorsun: “Sokaklar ilk yurdu insanın. Baştan sona öğrendim onun sesini.” Doğayla olan ilişkin kadar şehirle de bir bağın var. Pazaryerleri, kent hoparlörleri, dolmuşlar, akşam trafiği, büyük ışıltılı caddeler… Şehirde daha bir tedirgin, yalnız öykü karakterlerin. Sokaklar ne ifade ediyor senin için, öykülerini nasıl besliyor?

Hayatımın çeşitli evrelerinde küçük yerlerde yaşadım. Doğanın bir adım uzağında yahut tamamen içinde. Kalabalık şehirlerde de küçük yerlerdeki sesleri duymayı istediğimden, doğanın insanı kışkırtan yanlarını aradığımdan olsa gerek anlattığım her şeyin içine sızıyor bu istek. Hiç bilmediğim sokaklarda dolaşmayı yeni bir insan tanımışım gibi sayıyorum. Ara sokakta kurumuş bir çeşmeyi çocuk seslerinden uzaklaşmaya, büyük bir çınar ağacının gölgesini tanıklığa, merdivende oturan kadınların saf mutluluğu aradığına yoruyorum. Her görüntü sayısız hikâye fısıldıyor bana. Büyükşehirlerde insanlar uzak, yabancı, güvensiz. Benim anlattığım insanlarda da bu duygular çok belirgin.

Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim’de öykülerin bir kısmının Almanya ve Türkiye’de yazıldığını görüyoruz. Kimi zaman Berlin treninde buluyoruz kendimizi kimi zaman Hallense Köprüsü’nden geçiyoruz. Bir ülkede başlayıp başka bir ülkede biten yazma sürecinin ve bu öykülerin hikâyesini merak ediyorum.   

Kitabın öykülerini yazdığım dönemde Berlin’de çıkan Freitext dergisi ile ortak çalışmalar yapıyordum ve sık sık bu kente gidip geliyordum. Yaşam alanınız genişledikçe anlattıklarınız, duygularınız çeşitleniyor. Daha önce hiç sözünü etmediğiniz konular ilgi alanınıza giriyor. Yazdığım bazı öykülerin altına yazıldıkları kentlerin adlarını not ettim. Kent isimleri de öyküye eklenmiş oldu böylece.

Öykü izleklerinde ölüm, yitirişler (kayıplar), yalnız insanlar baskınsa da yaşama dair canlı bir inanış ve vurgu da var. Yazmak için yitirişlere ve yalnızlığa; yaşamak içinse yazmaya ihtiyaç duyuyor musun?

Yazmak için en çok sesime ihtiyaç duyuyorum. Çok yoğun koşuşturmalar arasında insan kendini işitmeye ne kadar çok ihtiyaç duyuyor. Modern çağın sorunu hızlı akan yaşamlar. Arada bir Kızılderililer gibi durmak ve ruhumuzun bizi yakalamasına olanak vermek gerek. Yalnızlığımız bize neler söyler? Bir yazar, insan olarak mutlulukların anlatılmaya değil yaşanmaya ihtiyacı var diye düşünüyorum. İnsan sevinci bölüşebilir, yalnızlığı ne mümkün. Yazı beni sağaltırken tüm yitirmeleri, o soluk anları yeniden canlandırmasını biliyor her seferinde.

Son kitabında da önceki öykü kitaplarında da toplumsal sorunlara dair değiniler yer alıyor. Maden faciaları, sel, deprem, kadınların toplumsal sorunları vb. Fakat bu konuların öykülere ve öykü kişilerinin derinleşen içsel dünyalarına yedirildiğini görüyoruz. Öykünün konusu olmak yerine akılda kalıcı bir detay olarak zihnimizde yer ediyor. Bu bilinçli olduğunu düşündüğüm tercih hakkında ne dersin?

Bu sorunu da bir öykümden küçük bir paragrafla yanıtlayayım dilersen.

“Az sonra bu huzurlu anlar sona erecek. İnsanoğlu mutlu mesut zamanlarının biteceğini kestirebilir. Felaket dediğimiz ansızın gelir ve hazırlıksız yakalar insanı. Tren bir istasyonda duruyor. Pencereden gördüğün bu kasabaya hiç gelmediğin geçiyor aklından. İç Anadolu’da bir kentte yaşamıştın birkaç yıl. Folklor oyunlarına merak sarmıştın. İyi de kıvırmıştın hareketleri yapmayı. İnsan istediğinde başarıyı yakalardı. Sahne üstünde kendini o oyunun parçası olarak görmekten mutluydun. Böyle kaç an var ki hatırlamaktan mutluluk duyduğun? Davullar çalıyor dizlerin yere. Davullar çalıyor etrafında dönüyorsun bir kadının. Davullar çalıyor kalbin hızlanıyor. Davullar içini karıştırmak için… Sen bunları düşünürken tren çoktan hareket etmiş.”

Söyleşi: M. Özgür Mutlu – edebiyathaber.net (31 Ekim 2017)

Yorum yapın