Sercan Leylek: “Hikâye yaratma tutkusu hayatımın vazgeçilmez bir parçasına dönüştü.”

Eylül 5, 2019

Sercan Leylek: “Hikâye yaratma tutkusu hayatımın vazgeçilmez bir parçasına dönüştü.”

Söyleşi: Gönül Ekici

İlk önce Norveççe yayımlanan ve Norveç Kültür Fonu tarafından ödüllendirilerek ülkedeki tüm kütüphaneler tarafından alınan Duvar ve Adam kitabı, geçtiğimiz ay Bilgi Yayınevi etiketiyle Türkiye’de yayımlandı. Kitabın yazarı Sercan Leylek’le Duvar ve Adam üzerine söyleştik.

Merhaba, öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?

İki mesleğe sahip olduğu halde tek bir işi yaptığını düşünen biriyim. En basit tabiriyle benim işim yazmak. Bilgisayar mühendisi olduğum için gündüzleri program yazıyorum, geceleri ise roman, öykü, şiir ve makale gibi farklı edebi eserler yazıyorum. Bence her insan temel yeterliliğini keşfedebilmeli ve hayatını ne yaparak daim ettireceğine erken yaşlarda karar verebilmeli. Ben, yapmam gereken şeyin yazmak olduğunu birkaç yıl önce iyice anladım.

İzmir’de doğup büyüdüm. 19 yaşımdayken İtalya’ya okumaya gittim ve geri döndüğümde sanki Dünya benim için eskisinden daha büyük bir yerdi. Dokuz Eylül Bilgisayar Mühendisliği’nden mezun olur olmaz, soluğu Norveç’te aldım. Başta sadece 3 ay kalacağımı zannettiğim bu soğuk ve karanlık ülkede 10 yılı aşkın bir süredir yaşamaya devam ediyorum.

Tiyatrocu bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm. Babam Ayhan Leylek yıllardır Hacivat ve Karagöz gölge oyunları sergiliyor ve kendisi yılda yaklaşık 20,000 çocuğa bu kültürümüzü aktarıyor. Diğer yandan, abim, kız kardeşim ve annemle birlikte orta oyunları da organize ediyorlar. Kısacası, tiyatro ve diyalog tartışmasına küçük yaşlardan beri aşinayım.

Gölge oyunu geleneği bana da sirayet etti. Bu yıl Oslo ve Drammen şehirlerinde birer oyun sergiledim. Yeni oyunlarla Hacivat ve Karagöz’ü Norveç’te tanıtmaya devam edeceğim.

Edebiyatla ilk ne zaman tanıştınız?

Kendimi bildim bileli bir şeyler yazıyordum, fakat hiçbir zaman “Yazar olacağım.” diye aklımdan geçirmemiştim. Öyle ki, ilk romanım olan Cydonia (Hayat Yayınları, 2012) yayınlandığında bile insanların bana yazar diye hitap etmesini yadırgamıştım. Fakat bu düşünce yavaş yavaş aklıma yattı. Zira, hikâye yaratma tutkusu fark edilmez bir zehir gibi içime işledi ve hayatımın vazgeçilmez bir parçasına dönüştü.

Romanınızda, Batı tarihindeki faşizmi, özellikle de Nazizm ve Yahudilere yapılan soykırım etkilerini Yakamoz karakteri üzerinden aktarıyorsunuz. Günümüzde Norveç’te geçen bir hikâye ile Nazi Almanyası’nı bütünleştiren bir roman yazma fikri nasıl oluştu?

Müslümanlar, Avrupa’nın yeni Yahudileridir. Yahudilerin, İkinci Dünya Savaşı öncesinde maruz kaldığı ırkçılık olaylarının benzerleri şu anda Avrupa’daki Müslümanların başına geliyor. Duvar ve Adam, bu iki dönem arasındaki benzerlikleri dolaylı bir biçimde okuyucularına yansıtıyor. Bu sebepten ötürü, kitabın önemli bir soruna işaret ettiğini düşünüyorum.

Kitabı yazma fikri ise gaipten geldi desem yalan olmaz. Bir gece vakti, kitap tanıtım filminde de gösterilen duvarın önünden geçiyordum ve duvardan bir ses geldiğini zannettim. Küçük bir ırmak şırıltısı duydum. Sonra bu ses bir anda kayboldu. Etrafa bakındım, ama su sesi oluşturabilecek hiçbir şey göremedim. Bu, doğal olarak, arada sırada herkesin başına gelen basit bir yanılsamadan ibaretti, ama bana ilham vermişti. Kendi kendime ya duvarın içinde hapsolduğunu söyleyen birisi olsa diye sordum ve bu gizemli fikir bana çok cazip geldi.

Edebi eserlerin çoğunda ana tema insan olduğundan edebiyat ve psikoloji ilişkisi yadsınamaz elbette. Siz edebiyat ve psikoloji arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?

İki insan bir kafede buluşur. Yarım saat sohbet ederler ve daha sonra evlerine giderler. Diyalog metni bir tanedir ama bu yarım saatlik görüşme sonucunda aslında ortaya üç adet düşünce demeti çıkar. Bir, birinci insanın görüşmeden anladığı ve kafasından geçirdikleridir. İki, ikinci kişinin görüşmeden anladığı ve ona düşündürdükleridir. Üç, aslında bu iki insanın konuştuğu şeylerin tartışmasız metnidir.

Romanınızda ana karakterin psikiyatri seanslarına yer vermişsiniz. Bu diyalogları aktarırken bir uzmandan yardım aldınız mı?

Uzun zamandır Norveç’te yaşayan Psikolog Emine Kale’den yardım aldım. Sadece diyaloglar konusunda değil, kitaptaki Psikolog Jeanette’in diğer eylemleri için de kendisinden bilgi edindim. Çünkü Norveç’teki prosedürleri bilen bir kişiden faydalanmam gerekiyordu ve Emine Hanım’ı tanıdığım için şanslı hissediyorum. Kendisi Norveç’teki yabancıların psikolojik sorunlarını irdeleyen müthiş bir rapora imza attı. Bu araştırması ile Norveç’te yaşayan göçmenler ruhsal anlamda ilk kez analiz edilmiş oldu. Yabancı bir ülkede belli alanlarda söz sahibi olan vatandaşlarımızın varlığı hepimize gurur veriyor.

Romanınız Norveç Kültür Fonu tarafından ödüllendirildi. Türkiye’de yayımlanmadan böyle bir başarı yakaladınız. Bu durumu nasıl karşıladınız?

Duvar ve Adam, resmi anlamda Türk Edebiyatı’na ait bir eser değil. Kitabı ilettiğimiz fona sadece Norveççe eserler gönderiliyor ve Norveç, kabul ettiği kitaplara kendi kültür mirası olarak sahip çıkıyor.

Kitabın kurul tarafından ödüllendirilmesi beni elbette çok mutlu etti. Çünkü eserin ciddi ve tarafsız bir komisyon tarafından incelenmesi ve onaylanması büyük bir gurur kaynağı. Duvar ve Adam, Norveç’teki tüm kütüphaneler tarafından satın alındı ve benim büyük ihtimalle hiç gitmeyeceğim Kuzey Kutup Dairesi’nin içine bile girdi.

Norveç’te satılan kitaplar çok pahalı olduğu için ve düzenli okuyucu oranı haliyle Türkiye’den daha yüksek olduğu için kütüphaneleri her zaman canlı.

Diğer yandan, beni en çok şaşırtan tavır ABD’deki Norveçli Yahudi Diasporasından geldi. Hiç tanımadığım insanlardan iç ısıtan mesajlar aldım. Duvar ve Adam’ı, tatil esnasında bir yakınlarından işittiklerini ve bu tür bir kitabın bir Türk tarafından yazılmış olduğuna hayret ettiklerini söylediler. İnsanlarla dost olmanın ne kadar kolay olduğuna bir kez daha şahit oldum.

Ufukta yeni çalışmalarınız var mı?

Duvar ve Adam, bugünlerde çok konuşulduğu halde benim gönlüm çoktan bambaşka bir yerde. Her yazar aynı deneyimi yaşıyor olmalı. Bir kitap yazıyorsunuz ve yeni bir dünya yaratıyorsunuz, ama o günler içerisinde o dünyayı bir tek siz tüm ayrıntılarıyla tanıyorsunuz. Daha sonra kitap yazma süreci bitiyor. Düzenlemesiydi, hazırlığıydı derken aylar sonra yayınlanıyor ama sizin aklınız çoktan yeni bir diyara göç etmiş durumda.

Bir sonraki kitabımı yayınlanacağı günü iple çekiyorum. Bu zamana dek Cydonia ile Mars’ı, Piri Reis ve Nostradamus ile Akdeniz Korsanlarını, Duvar ve Adam ile İkinci Dünya Savaşı yıllarını okuyucuya aktardım, ama ben İzmirliyim ve doğup büyüdüğüm yerle ilgili bu zamana dek hiçbir kitap yazmadığımı fark ettim. Bir sonraki eserimin hikayesi yoğunlukla İzmir’de geçiyor ve sanırım eve dönmenin vakti geldi.

edebiyathaber.net (5 Eylül 2019)

Yorum yapın