Selahattin Nehir: “Kitabın zihnimde doğmasını sağlayan etken bir soruydu aslında: Var olmak mı, görünür olmak mı?”

Nisan 13, 2020

Selahattin Nehir: “Kitabın zihnimde doğmasını sağlayan etken bir soruydu aslında: Var olmak mı, görünür olmak mı?”

Selahattin Nehir ile kısa süre önce okurların beğenisine sunduğu yeni kitabı “Meddah ve Cellat” üzerine konuştuk.

Merhaba Selahattin Bey, “Meddah ve Cellat” konu ve anlatım bakımından şahsına münhasır bir kitap olmuş. Fikir nasıl ortaya çıktı?

Kitabın zihnimde doğmasını sağlayan etken bir soruydu aslında: Var olmak mı, görünür olmak mı? Bu soruyu düşündüren süreç de güncel bazı gözlemlerden oluşuyor. İnsanların yeni iletişim teknolojileri sayesinde elde ettiği, tarihin hiçbir döneminde rastlanılmayan, muazzam sayıda görene, yani izleyiciye ulaşabilme olanağı bir nevi çılgınlığa dönüşüyor, hatta dönüştü. Bu durum üzerinde düşündükçe zihnimde çeşitli yapılar ve karakterler can bulmaya başladı ama ilk başta hiçbirini yazmaya değer bulamadım. Ardından dünyanın herkes için kocaman bir sahne olduğunu, her bireyin çeşitli formlarda oyuncular olduğunu, taklide ve oynamaya zorunlu olduklarını kavradım. Üstelik dünyanın yanı sıra oynayanın yüzü ve bedeni de bir sahneydi. Bir felsefe ya da sosyoloji metni yazmayacaktım, didaktik olmayan, içinde çok sayıda öykü barındıran bir roman yazmak istiyordum ama anlatım yöntemini ve ana karakterimi nasıl belirleyecektim, bunlar üzerinde düşünüyordum. Sonunda, amacıma uygun olduğuna karar verdiğim karakteri, yani herkesin türlü yöntemlerde sahnede olduğu günümüzde istediği sahneye bir türlü çıkamayan Ejder’i buldum. Onu çağdaş bir meddah yapmak fikri de bir hikaye anlatıcısı olarak bana yine bir başka hikâye anlatıcı olan meddah üzerinden anlatımı zenginleştirme, kurguyu girift hale getirme, tatlandırmaya ve tarihle, sembollerle merak ettiren, düşündüren bir metin yazabilme şansı verdi.

Olay örgüsüne serpiştirilmiş eleştirel fikirler hayli dikkat çekici. Bunlar doğrudan karakterin ağzından mı dökülüyor yoksa kişisel düşüncelerinizin dışa vurumu diyebilir miyiz?

Kurgu, yapıt ve sanatçının yaşamı arasındaki ilişkiler, bağlantılar ve etkileşimler hakkında herkes özgürce yorumlar yapabilir, üzerine düşünmesi keyifli bu alanda esere ve sanatçının hayatına istediği anlamı yükleyebilir. Bu konu hakkında sanatçıların da yorumları birbirinden farklıdır. Örneğin Federico Fellini ilk bakıştaki anlamından çok daha başka daha fazla mesajlar da içerebileceğini unutmadan yorumlayabileceğimiz bir metaforla, sanatın tamamen otobiyografik olduğunu ve incinin istiridyenin otobiyografisi olduğunu söyler… Oruç Aruoba’nın şu felsefi önermeleri de dikkat çekicidir: “Yaşamı yazmaya kalkıştığında, sıkıntıya düşersin hep: yaşadığın, yazıya gelir gerçi; ama yazıldığında içine gireceği -girdiği- biçim, aykırılığı, çekişmesi, zıtlığıyla, seni huzursuz eder, sana sıkıntı verir… Yaşadığını, yaşadığın biçimiyle, yazıya dökemezsin, dökülür gider… Yaşadığını yazamazsın. Yazdığın da yaşadığın değildir…”

Kendi romancılığım boyunca bunun üzerine kafa yormuşumdur ben de. Artık on iki yıl ve altı romanımın sonunda, açık yüreklilikle şunu söyleyebilirim ki kurgusal bir metne anıları, tanıdığım insanları, yaşadıklarımı, düşüncelerimi sahneler ya da özetler halinde geçirmeyi arzulasam bile her seferinde gerçekleri yeniden ve yeniden kurgulamaktan kurtulamadığımı gördüm.  Yazdıkları metinlerle yazarları arasındaki ilişkinin çok girift olabileceğini ve bazen yazarın sandığından bile fazlasını içerdiğini ve gizlediğini düşündüğümü belirterek bitireyim bu sorunuza verdiğim yanıtımı.

Peki günümüz edebiyatına dair neler düşünüyorsunuz? Yeteri kadar özgün ve nitelikli eser üretiliyor mu sizce?

Okuyabildiğim, takip edebildiğim kadarıyla evet üretiliyor, diyeceğim. Üretiliyor ama sıradan ve niteliksiz kitapların, edebiyata hiçbir katkısı olmayan metinlerin istilası ve çığırtkanlığı karşısında bunlar hak ettikleri ilgiyi ve sevgiyi göremiyor bence. Her kuşağın mutlaka iyi yazarları iyi şairleri olur, bugünün nitelikli eserler üretme peşindeki edebiyatçıları tarihin en şansızları bence, bu kuru gürültüde seslerini duyurmaları o kadar zor ki.

Zor olduğu kadar yaratıcılığı da tetikleyen bir dönemden geçiyoruz. Bu süreçte kafanızda şekillenen yeni bir proje var mı?

Meddah ve Cellat yeni yayımlandı ama ben metni yayınevine teslim edeli bir yıldan uzun bir süre geçti. Bu zaman içinde yayımlamaya henüz karar veremediğim bir şiir kitabı yazdım ve yeni bir romana başladım. O romanı yazmayı durdurdum, çünkü karamsar bir metindi ve şu anda yaşadığımız günlerin atmosferi bu kadar ağırken içimden romana dönmek gelmiyor. Üç hazır roman fikrim daha var, defterlere notlar alınmış, karakterleri belirmeye başlamış, temeli atılmış, çalışmamı bekliyorlar.

Son olarak, evde zaman geçirdiğimiz bu dönemde okurlarınıza hangi yazar ve kitaplar önermek istersiniz?

Ben de çok okuyorum bu günlerde, buna her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğunu hissediyorum. Okur dostlara Lawrence Durrell’in İskenderiye Dörtlüsü’nü ve Avignon Beşli’sini, Füruzan’ın Parasız Yatılı adlı öykü kitabını, Carlos Fuentes’in Doğmamış Kristof adlı romanını, Oruç Aruoba kitaplarını ve bolca şiir okumalarını tavsiye ederim, sağlıklı günler dilerim.

edebiyathaber.net (13 Nisan 2020)

Yorum yapın