Savaşı en iyi kim anlatır? | Şule Tüzül

Eylül 8, 2017

Savaşı en iyi kim anlatır? | Şule Tüzül

Bir kitabın ilk sayfasında, en üstte tek bir satır:

“Sahi mi, gerçekten ölüme mi gidiyoruz?”

Size ne çağrıştırdı? Bu cümlenin hangi olayın mağduru tarafından söylendiğini tahmin edebilir misiniz?

Başka bir sayfada tek başına duran şu satırlar (ya da dizeler!), kitabın derdine dair daha çok şey söylüyor:

“bunlar chelmno gestaposu’nda çalışmış olan son yahudiler.

bunlar hayatımızın son günleri. bildiriyoruz.”

Geçmiş deneyim ve bilgileriniz doğrultusunda, farklı bağlam ve olaylarla ilişkilendirildiğinde, her iki alıntı da farklı çağrışımlara neden olacaktır.

Sayfaları çeviriyorsunuz, her sayfada başka başka formlarda başka başka ifadeler. Konunun neye dair olduğunu bildiğimizde, karşımıza çıkan her cümle okuru dehşete düşürebilecek bir güce sahip…

“deneğin sorusu: nefes alabilir miyim?

evet.

derin soluk alıyor, sonra, tamam, teşekkür ederim, diyor.”

Holokaust, İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler’in önderliğinde gerçekleştirilen Yahudi soykırımı, insanlık tarihinin en utanç verici suçlarından biri. Konu üzerine ne söylense az, ne söylense yaşananların yanında yetersiz kalıyor. Üzerine yüzlerce yazı ve kitap yazılmış, film yapılmış olmalı. Avusturyalı şair Heimrad Bäcker, konuyu somut şiirin olanaklarını ve yöntemlerini kullanarak, bir anlamda bugüne kadar söylenenlerden farklı bir dil yaratarak söyleme çabası ile Tutanak’ı yazmış. Tutanak, Holokaust’a dair gerçek belgelerden yapılan alıntıların somut şiirin yöntemleri ile şiire dönüştürülen bir dramın, bir utancın kitabı. Hayvanlardan daha medeni olduğunu iddia eden insanın, vahşiliğinin sınır tanımazlığını bir de böyle anlatayım diye yola çıkan bir eser. Her sayfa okuru üzerinde defalarca düşünmeye zorluyor. Sayfalarca anlatılabilecek olaylar, bir sayfada tek başına duran bu alıntılarla/dizelerle/dil ile okurun yüzüne tokat gibi çarpıyor.

1925 doğumlu Bäcker, Avusturyalı bir şair. İlginçtir ki kendini çocukluk ve gençlik döneminde Hitler Gençlik Örgütü’nün içinde buluyor. Savaştan sonra, döneme ait tüm belgeleri okumaya adıyor kendini. Tutanak, 1986’ya yayımlanıyor ve o günden sonra Bäcker, sadece Holokaust’la ilgili belgesel şiirler yazıyor.

“Faillerin ve kurbanların dilini alıntılamak yeterlidir. Belgelerde korunmuş olan dilde kalmak yeterlidir. Belge ve dehşetin, istatistik ve vahşetin çakışması…” diyor Bäcker, kitabına dair.

Tutanak, ülkemizde daha önce 2004 yılında yayımlanmış. Bu yılın Haziran ayında ise Dünyadan Çıkış Yayınları tarafından ikinci baskısı yapıldı. Yayınevinin Avusturya Kitaplığı’nın ikinci kitabı olarak yayımlanan Tutanak, okuması kolay, anlaşılması çok zor, anlaşıldığında ise insanlığı yüzleşmeye zorladığı gerçeklere katlanılması çok daha zor bir kitap. Avusturya Kitaplığı Dizisi’nin editörü Erhan Altan kitabın sonuna kendi yazısının ve Bäcker’le yapılan bir söyleşinin yer aldığı birkaç metin eklemiş, bu metinler kitabın biraz daha anlaşılabilmesine yardımcı oluyor.

Tutanak, bugüne oldukça yakın bir zamanda gerçekleşen, yaşanırken tüm dünyanın sessiz kaldığı bir vahşeti anlatırken, o zaman gibi bugün de geçerliliğini koruyan birçok olgunun altını çiziyor. İktidarların doğru ve yanlış, suçlu ve masum, savaş ve barış gibi kavramları, iktidarlarının sürekliliği için nasıl da kendine göre tanımladığı, yer değiştirdiği, çarpıttığını görüyoruz. Vahşetin nasıl da haklı gerekçelendirmelerle normalleştirildiğini, böylece katliamların nasıl da sistematik hale getirildiğini… Eğer Hitler savaşın galibi olsaydı, tarihin nasıl başka türlü de yazılabileceğini… Ve iktidar tüm bunları dil sayesinde yapıyor. Öyleyse iktidarın hizmetindeki dile bir tepki verilmeli. Tutanak bu tepki dili ile yazılmış.

Edebiyatın her alanında çeviri zordur. Sanırım en zoru şiir olmalı. Tutanak’ın Türkçeye çevrilmesi ise başlı başına takdiri hakkediyor. Kitabın çevirmenleri, Erhan Altan ve Selda Saka, çeviriyi yaparken sadece Tutanak üzerinden değil, ayrıca tüm kritik metinlerin (alıntıların) arşiv kayıtlarına da başvurmuşlar, bu çeviri aynı zamanda tarihi belgeleri de referans alıyor.

Susan Sontag, Başkalarının Acısına Bakmak adlı kitabında, tek bir dili olan fotoğrafın farklı alt yazılarla, farklı bağlamlarda ve farklı dillerde farklı anlamlarla ifade edileceğini belirtir. Savaşın ortasında objektife bakan bir çocuk fotoğrafı, savaşın taraflarınca kendi lehlerine kullanılabilir ve dolayısıyla birbirine zıt söylemlerin ifadesi haline gelebilir. Holokaust’u anlatan birçok metin, yazarlarının dili ile konuşur. Oysa savaşın gerçekten ne anlama geldiğini sadece içinde yaşayanlar bilebilir. Tutanak, kullandığı dil ve yöntemlerle gerçeği okura hiçbir aksi yoruma fırsat vermeyecek şekilde sunuyor. Failin ve kurbanın dili, en katıksız duygularla, ya gördüğü tüm baskı ve şiddetin etkisini hissettirerek, ya sansürlendi ise sansürlü hali ile, ya da tarihi bir belgede ölü sayılarını gösteren bir rakam olarak Tutanak’ın sayfalarından sesleniyor.

Tutanak’ın her sayfasında tek başına duran cümleler, biliyoruz ki binlerce sayfalık tarihi belgenin içinden bir yerden bize kadar ulaşıyor. Her cümle binlerce sayfaya bedel hale geliyor.

“iki haziranda on iki yaşımı doldurdum ve şimdilik yaşıyorum”

Savaşı, içinde yaşayanların dilinden daha iyi ne anlatabilir?

Şule Tüzül – edebiyathaber.net (8 Eylül 2017)

Yorum yapın