Sanata sığınarak var olmanın öyküsü: Livaneli Kitabı | Aytekin Keskin

Ağustos 18, 2017

Sanata sığınarak var olmanın öyküsü: Livaneli Kitabı | Aytekin Keskin

Sanat genel olarak güzellik ile ilgilidir. Sanatçı, anlatım aracını güzelleştirerek anlatmak istediğini yığınlara taşımak ister. Yazar, müzisyen, ressam veya heykeltraş, kendisi ve çevresi ile ilişkisini, üretim sürecini kendi içinde tamamladıktan sonra ürününü tüketiciye ulaştırmanın yollarını arar. Özünde her güzellik beğeni ile ilgili olduğu için üreticinin beğenisi, tüketicisi ile buluştuğunda anlam kazanır. Bu yönü ile sanat tüketicisi, sanat ürününün vazgeçilmez, tamamlayıcı bir unsurudur.

Zülfü Livaneli, bir sanatçı olarak Anadolu’da dünyaya gelmiş ve Anadolu kültür birikimini sentezleyerek kendi sanat dilini oluşturmuş. Dil, aslında kişinin kendisini gerçekleştirmek ve başkaya ulaşmak için hazır bulduğu göstergelerden oluşan bir iletişim kanalı/yolu/dolayımıdır. Livaneli, kendi iletişim kanallarını oluştururken kendinden önce bu topraklarda var olan, Homeros, Yunus Emre, Karacaoğlan, Yaşar Kemal ve daha nicelerinin ürettikleri ile beslenmiş. Çoğu büyük sanatçı gibi Livaneli de farklı sanat dallarının anlatım araçları ile tanışmış ve başka insanlar ile buluşmak için iletişim kanallarını çoğaltmış. Duyu organlarını yetkinleştirmek için çabalamış; müzik, film ve edebiyat alanında ürünler vermiş ve kitleleri etkilemiş. İletişim kanallarının çeşitliliği üretim hızını ve verimini artırmış. Bugüne kadar yüzlerce müzik eseri yazmış, bestelemiş ve yorumlamış; 2001’de başladığı roman üretimini her defasında bir öncekini aşarak geliştirmiş.

Sanat üretiminin betimlenmesi ile sanatın bilgisini bulgulamak

Onur Bilge Kula, Anadolu’nun dünyaya hediye ettiği Homeros, Karacaoğlan ve Yaşar Kemal’in ardılı Zülfü Livaneli’yi bütün yönleri ile yazdı. Eğitimbilim, dilbilim, edebiyatbilim ve genel olarak kültürbilimci olarak Onur Bilge Kula, 2010 yılından sonra yoğunlaştığı, Türkçede eksikliği hissedilen edebiyat kuramı[1] ve ilgili alanı tamamlayıcı konularda bütünlüklü çok sayıda yayın yaptı. Kula, özellikle Batı sanatındaki başvuru yapıtlarını yorumlayıp Türkçeye taşıyarak alan çalışanları için başvuru kaynaklarının çoğalmasına katkı yaptı. Böylece Türkçede sanat, estetik ve edebiyat ürünlerinin değerlendirme ölçütlerinin oluşmasına katkı yapacak yayın zenginliği de oluşmuş oldu. Yoğun düşün ve emek ürünü söz konusu bu başvuru kaynaklarının ardından Kula, Türkçede, özellikle çok okunan, Orhan Pamuk, Ahmet Ümit, Ahmet Altan, Ece Temelkuran ve Zülfü Livaneli romanlarını çözümlemiş, dergi ve kitaplarda okurların beğenisine sunmuştu.

Yazın ürünlerinin, felsefe, estetik, dilbilim, göstergebilim ve edebiyat biliminin verileri temelinde analiz edilmesi Türkiye’de edebiyat biliminin kavram örgüsünün biçimlenmesine de katkı yapacaktır.

Bu kez Onur Bilge Kula, bir kültürbilimci olarak Anadolu geleneğinden beslenen ve iletişim dili olarak Türkçeyi seçen bir sanatçının ürünlerini bütünlüklü olarak değerlendirdi. Livaneli kendisini özünde bir “yazı adamı” olarak tanımlasa da “iki yüzden fazla müzik yapıtı besteleyip yorumladığı” için (s.336) bütünlüklü bir değerlendirme ve çözümlemede edebiyatın yanısıra müzik ürünlerininin de irdelenmesi gerekiyordu. Kula, Hegel ve Adorno dayanağında Livaneli olgusunu müzik felsefesi ve müzik sosyolojisi açısından ele almıştır (s.294-340).

Kitabın başlığı da çalışılan sanatçının adı ile bütünleştirilmiş: Livaneli Kitabı. Bu adlandırma Livaneli sanat biyografisi olarak da algılanabilir. Kitap, genel olarak üç bölüm olarak yapılandırılmış; her bölüm kendi içinde farklı alt bölümler ve alt bölümler de okumayı kolaştırmak için ara başlıklar ile zenginleştirilmiş.  Livaneli’nin üretimi estetik algı ve üretim bağlamı ile Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831), yaşam serüveni ve romancı kimliği açısından Thomas Mann (1875-1955) ve müzik üretimi de Türkiye’de daha çok Frankfurt düşünce okulunun bir temsilcisi olarak bilinen Müzik Sosyoloğu ve Müzik Filozofu Theodor W. Adorno (1903-1969) ile ilişkilendirilerek çözümlenmiş. Bundan dolayı da kitabın alt başlığı Hegel, Thomas Mann[2] ve Adorno açısından bir İrdeleme olarak belirlenmiş.

Bütünlüklü olarak bir yazar veya sanat üreticisinin çalışmaları Türkiye’de daha çok akademik çalışmaların konusudur ve çoğunca hedef kitlesi ilgili akademisyenler ile sınırlıdır. O.B. Kula’nın Livaneli Kitabı, geniş okur kitlesi düşünülerek ve olabildiğince, kolay okunabilirliği de hesaplanarak  tasarlanmış. Yazar’ın Türkçenin anlatım olanaklarını içeriksel tamlık boyutunda artırma çabası ile özgün kavramlar üretme duyarlığı bu metinde de kendini gösteriyor; ancak, belli bir okuma alışkanlığı oluşunca kavram seçkisi de yadırgatıcı bir işlev olarak anlatımı güçlendiriyor.

Kavramsal çözümleme: “Dolayım”

Kula’nın Türkçe kullanımı bağlamında anlamsal tamlık yönelimi ile seçiciliği için bir örnek vermek istiyorum. “Dil düşünmenin ve bilinç içeriklerinin değiştokuşu olan iletişimin dolayımıdır. Televizyon, gazete vb araçlar bir dolayımdır” (s.24). Kula, kitapta “Zülfü Livaneli: Sanatsal Çoğulluk, Sanatlar ve Dolayımlararasılık” (s.294) başlığı altında ‘dolayım’ kavramına bir açıklık getirir. “Batı dillerinde medium [kanal/yol] kavramına Türkçede mecra[3] karşılığını anlamsal kapsayıcılık ve kesinlik ilkeleri” açısından yetersiz bulduğunu ‘dolayım’ kavramının dolayımsal, dolayımsallık, dolayımlamak, dolayımlararasılık gibi üretimsellik açısından yerindeliğini savunur  (s. 295). “Kitapta ‘dolayım’ ve bu kavramdan türetilen kavramların kullanım sıklığını merak ettim;  216 kez kullanıldığını saptadım.

Bir sanatçı olarak Livaneli portresi

Kitabın birinci bölümünde (s.15-87), Livaneli’nin sanatçı kişiliği, yaşam öyküsü (Sevdalım Hayat 2007) temelinde, irdelenmiş. Bu bölüm toplam sekiz ayrı alt başlıkta ele alınmış. Her alt başlık okuma kolaylığı sunması için bölüm başlıkları ile görselleştirilmiş.  Her başlıkta Livaneli, okurun, dünyadaki benzer örnekleri ile ilişki kurabilmesi için somut benzerlikleri olan örnek yazın ve düşün insanları ile karşılaştırılarak değerlendirilmiş. Sanatçının ayrıksılığı, kendi toplumunda ötekileştirilip, yönetenlerce tehdit olarak algılanması ve sürgünde yaşaması boyutu, Almanya’dan Thomas Mann ve Anna Seghers (1900-1983) ile ilişkilendirilmiş.

Yazı adamı, roman yazarı olarak Livaneli

İkinci bölümde, Livaneli’nin yazın ürünleri romanlar, tek tek çözümlenmiş. Bu bölümde önce kısaca roman çözümlemesini göstermek için Rus Yazın-bilimci ve sanat kuramcısı Michael M. Bakhtin (1895-1975) ve Macar Filozof, yazın-bilimci Georg Lukács (1885-1971) bakış açıları okur ile paylaşılmış; ardından da sırasıyla Mutluluk (2002) ile başlayıp, Leyla’nın Evi (2006),  Serenad (2011), Kardeşimin Hikayesi (2015), Konstantiniyye Oteli (2016) ve Huzursuzluk (2017) ile tamamlamış.  Her roman çözümlemesinde öne çıkan boyutları Kula, ara başlıklar ile adlandırarak, bakış açışını ve alımlamasını okura okuma kolaylığı olsun diye sunmuş. Bazı başlıkları seçtim: ”İnsan insanı hem zehirler hem de acısını alır” (s. 102), “Alevilere uygulanan baskı ve kıyımlar; ölüm oruçları” (s. 117); “Asya ve Avrupa’yı benzeştiren nedir?” (s.137); “… İçselleştirilmiş Oryantalizm” (s. 153); “Kendinde Başkasını yaratma Yeteneği ve Sovyetler Birliği’nin Dağılması” (s.173); “Homeros, Aşil, Fatih ve Hegel’i birleştiren nedir?” (s.177); “Livaneli ve Immanuel Kant” (s.190); “Yasaya mı Başkana mı uygunluk önemlidir?” (s.212); “Lessing ve Hegel’den Livaneli’ye” (s.222); “Auschwitz ve Şengal’den sonra şiir yazılabilir mi?” (s.243), “İnsan onuru son sığınaktır” (s.249)…

[Livaneli] “Halkın türkülerini halk da onun türkülerini söylüyor!”

 “Bir Ad, Müzik ve Evrene Dönüşünce” başlıklı son bölümde (s.253-349), Kula, Livaneli’nin müzik üretimini, yaşam öyküsü temelinde değerlendirirken, toplumsal yansımalarını zaman zaman kendi alımlama örneğinde çözümlüyor. Kula, Livaneli müziğini Hegel ve Adorno’nun müzik kuramı çerçevesinde, sürekli geliştirici, gelenek ve yenilik gerilimin bireşimi olarak değerlendiriyor. Kula okuru çözümlemeye hazırlamak için Livaneli’nin ilk sazı, Ankara’da Özay Gönlüm, Çorum Mecitözü’nde dinlediği ve çok etkilendiği ozan (Mecitözülü dede, s.257-259), Arif Sağ, Rahmi Saltuk, sürgünde iken konuk ettiği Âşık Nesimi ve Âşık Daimi ile zenginleşip, 2000’de Fransa’da Moskova Senfoni orkestrası eşliğinde geleneği/yereli evrensel ile buluşturan bir yetkinleşme serüveni (s.265) olarak tanımlamış. Gelişkin müzik kulağı ile her duyduğunu içselleştirip geliştirme isteğinden çıkan “Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz” (s.262), Leylim Ley’den caz için söz yazarlığı; Anadolu’dan ve diğer uluslardan şairlerin şiirlerini bestelemesi, yaptığı film müzikleri Kula’nın kendi anlatımı ile âdeta yeniden hikâyeleştirilmiş. Kula, Livaneli müziğinin “Şarkışla Ağıtı” ve “Güneş Topla Benim için” örnekleri ile milyonları nasıl etkilediği ve toplumsal yansımaları boyutunu ‘70’li yıllların başında Kayseri Lisesi öğrencisi iken nasıl deneyimlediğini ve öğrenci lideri olarak tutuklanmasını anlatıya katıyor (s.261). Kitabın farklı bölümlerinde Kula ilgili bağlamları ile kendi yaşam öyküsünden kesitleri de dönemin tanıklığı olarak okur ile paylaşıyor (s.122 ve s.86, 12. nolu dipnot).

Kula, Livaneli’yi “sanatları kişiliğinde somutlaştıran sanatçı” olarak tanımlıyor (s.17). İnsan düşününün (Geist) toplumsal yaşamı güzelleştiren yanı olarak sanatı öne çıkaran yazar, Livaneli’yi Anadolu kültürünü bilince çıkararak Anadolu insanını nasıl içselleştirerek öncelediğini anlatıyor. Kula, ‘Estetiğin Felsefesini’ yapan Alman Filozof Hegel’in kavramları ile Livaneli’yi Anadolu’nun ‘tarihsel hakikatini ve özbilincini’ anlatım araçları (müzik, film ve edebiyat) ile okur ile buluşturan sanatçı olarak öne çıkarıyor. Hegel’in aydınlanma ülküsünün, Türkiye örneğinde Livaneli ile estetik değerlerin eşliğinde ete kemiğe büründüğünü örnekler ile somutlaştırmayı deniyor. Bu arada, “[H]er sanatsal etkinlik gibi Livaneli’nin de yapıp ettiklerinin özünde bir çağrı olduğunu, toplumda etkisinin görülebilir de görülmeyebilir de” olacağının altını çiziyor. Böylece sanat üreticisi ile sanat tüketicisi arasındaki dolaysız ve vazgeçilmez bağı, alımlamanın öznelliği boyutu ile belirginleştiriyor.

Kula, “Savaşta ölen bir tek çocuk karşısında benim bütün kitaplarımın ne değeri var!” (Jean Paul Sartre 1905-1980) anıştırması ile Livaneli’nin vicdanlı olmaya çağrı diye de okunabileceğine vurgu yapıyor. Sanatın özünde eleştiri olduğu gerçekliğini Livaneli’nin romanlarında görmenin olanaklı olduğunu, Livaneli’nin “Orta Zekâlılar Cenneti” (2010) gazete makalelerinin toplandığı kitaptan alıntılar ile değerlendiriyor (s.18-19). Kula çözümlemesinde düşün ve yazın dünyasından bilgeleri alıntılıyor, böylece okurda “dilsel metinlerin çok anlamlılığı” Roland Barthes (1915-1980),  ‘yazınsallığın tasarı ve kurgu gücü” Roman Jakobson (1896-1982), “karmaşıklık ve anlam için emek verilmesi gereği”  Tzevatan Todorov (1939-2017), “yazılanı yeniden okumak ve yorumlamak” için Hans-Georg-Gadamar (1900-2002), “yazınsal metnin değerlendiriminde okurun önemi” bağlamında, söylem çözümlemesi için John Searle ile okuru Fransa’dan, Rusya, Bulgaristan, Almanya ve ABD’ye âdeta kültürlerarası bir yolculuğa çıkarıyor.

İyi evlatlarını boğan ve kötülerini ödüllendiren devlet ve toplum

Livaneli’nin eşi Ülker Hanım’ın Balkan göçmeni olan ailesinden sürekli dinlediği ve iki kez 1971 ve 1980 sonrası ülkesini terk etmek zorunda kaldığı dönemlerdeki, göçmenlik deneyimlerinin sanatsal üretimini nasıl beslediği de konulaştırılıyor. Göçmenlik olgusunun, Bir Kedi Bir Adam, Bir Ölüm (2001), Mutluluk (2002), Leyla’nın Evi (2006), Serenad (2011) ve Huzursuzluk (2017) gibi romanlarında ana veya yan izlek (konu) olarak kurgusunda nasıl belirleyici olduğu öne çıkarılıyor. Bu yönü ile şu anda bulunduğum Almanya’da son yıllarda toplumsal yaşamın gündeminden hemen hiç düşmeyen göçmenlik olgusu bağlamında Livaneli’nin yazınsal üretiminin, Hannah Arendt’in (1906-1975) denemesi ile öne çıkan ‘Hepimiz göçmeniz!”[4] yargısı ile örtüştüğünü çağrıştırıyor.

Kula, Anadolu’nun çoğulcu yapısının, her türlü üretim için zenginleştirici güvence olduğunu, Livaneli’nin kuramsal ve yazınsal üretimindeki izlerini sürerek ortaya çıkarıyor. Farklılıkların toplumların insancıllaşmasına katkı yaptığına dikkat çeken Kula, Livaneli’nin bütün romanlarında öteki ile ilişki bağlamında toleransın iyileştirici yanını bilince çıkarmak istediğine vurgu yapıyor (s.28). Kula, Livaneli’nin yazınsal ürünlerini irdelemesinde, Türkiye’nin yakın geçmişinde iz bırakan Livaneli’nin arkadaşlarından Mahir Çayan ile aralarındaki konuşmalardaki insancıl özü ve bunun etkilerini kurguladığı ürünlerde nasıl kalıcılaştırdığını da örnekliyor (s.29). Böylece Kula, sanatçının kurgusuna, deneyimlediği yaşamın yansımalarının sürekli olduğunu da bulguluyor.

Anadolu Türk geleneğinin oluşturucularından Niyazi Mısri’nin (1618-1693) gönderildiği sürgünde üretme istencini canlı tutması ile aynı topraklarda 350 yıl sonra sürgünü deneyimleyen ve sürgünde üreten Livaneli arasındaki bağı gösteriliyor (s.262). Kula, Livaneli’nin Yılmaz Güney ile ortak çalışmasını, film müziklerini, 1970’li ve 80’li yıllar Türkiyesini, sahte ad (Sebastian Argol) olarak kazandığı ünü okur için âdeta yeniden anlatıyor (s.273-274). Abidin Dino’nun “… Ben mutluluğun resmini yapabildim mi bilmem; ama, Zülfü müziği ile mutluluğu ha yakaladı yakalayacak…” (s.175), tanımlamasını alıntılayarak Livaneli’nin müzik üretimini, Nâzım Hikmet’i de anarak taçlandırılıyor.

Kula, Livaneli’yi, “Nâzım Hikmet, Anna Seghers, Pablo Neruda” [ve diğerleri] ile karşılaştırırarak “yurt özlemi ve yurt sevgisi konusunda doğup büyüdükleri topraklar ve söz konusu toprakları yaşanır kılanlara bağlı olmaları” ile ilişkilendiriyor. Livaneli’nin Türkçe duyarlığını da “Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal ve Aziz Nesin” çizgisinin sürdürücüsü olarak tanımlıyor (s.35).

Hayatın özü ve büyük gizemi olarak edebiyat

Onur Bilge Kula, Livaneli’nin romanlarında edebiyatı kurgusunun içinde bir alt izlek olarak anlatısına kattığını özenle ayrıntılaştırıyor. Buna göre Serenad’da Maya, Kardeşimin Hikayesi’nde Ahmet, Konstantiniyye Oteli’nde Emre ve ve Husursuzluk’ta İbrahim figürlerini konuşturuyor.  Kurgunun içinde edebiyat hakkında söylemek istediklerini okur ile buluşturduğunu; bir anlamda okur ile edebiyat hakkında söyleştiğine vurgu yapıyor.

Kula, Livaneli’nin üretimini yazın üretiminin amaçsallığı bağlamında övüyor: “Yazınsal yaratımını, güçsüzün gücü, sessizin sesi yapmaya, yapıtlarında hakiki insanı betimlemeye çalışan (N. Hikmet, M. Akif, O. Kemal, A. Nesin, A. Arif, Y. Kemal) her yazar gibi Livaneli de büyük yazardır” (s.60) saptaması ile edebiyatın yaşam için işlevini öne çıkarıyor.

“İnsan soyunun duygularını anlatan, psikolojik derinliklerine inebilen tek birikim edebiyattır” (s.170). Sanatın malzemesi ile ilişkisi bağlamında Livaneli’nin üretimini Kula, “Her türlü sanat gibi edebiyat da kendi malzemesini biçimleyerek ortaya çıkar[ır]”. Kardeşimin Hikayesi romanının ikinci bölümü (Mehmet’te) Mehmet’e söyletilen “Ben insanım!” (s.174) Huzursuzluk’ta (2017) Nergis’e Şengal dağında ölümü seçtiğinde (s.175 ve 242) ve Hüseyin’e ABD’de İslam karşıtı ırkçılarca öldürüldüğünde söyletilen (s.215) ve sonunda İbrahim’in kitabına aldığı, zulme karşı çığlık gibi okunabilecek “Ben bir insandım”a evrilir (s.244).

Kula, Thomas Mann’dan bir alıntı ile Livaneli’nin yerele yönelme ve anlama isteğini ilişkilendiriyor: “Özünü küçümseyen başkasını da küçümser!” (s.64). “Büyük yazarların asıl sorunu yaşamı anlamak ve yaşama müdahale etmektir” (s.61).  Kardeşimin Hikayesi’nde, “Edebiyat ölmeyen öyküler anlatır; hayatı anlamanın biricik yolu” edebiyattır (s.171) diye Ahmet’i konuşturuyor. Wilhelm von Humboldt (1767-1835) dayanağında Kula, “yaşam ve edebiyat için dilin vazgeçilmezliği”nin altını çiziyor (s.193). Edebiyat eleştirmenliği bağlamında Kula, Martin Walser’i[5] alıntılayarak, “yazınsal yapıt yerine kendini öne çıkararak, öznel yargılarını nesnel ve genelgeçer yargı gibi gösterenleri bir sorun” olarak algıladığını belirginleştiriyor (s.195).

Diğergamlık ve kötülüğün sıradanlaşmasına karşı durma!

Kula, Livaneli’nin hemen bütün romanlarının çok katmanlılığı bağlamında, kurgusu ile yaşadığı toplumda kanayan her yaraya duyarlıkla eğilip, hikâyeleştirdiğini ve böylece hemen her dönemde kalıcılaşıp anımsanmanın koşullarına da katkı yaptığına vurgu yapıyor.

Mutluluk’ta, kadının toplumdaki yeri, Meryem figürü ile ana izlek olarak kurgulanmış. “Meryem kirletilmiş ve töre gereği ortadan kaldırılması için aile karar almıştır” (s.124). Kula’nın saptamasıyla “… eril ahlak, kusuru başkasında arama algısını yerleştirdiği için ahlak bekçisi erkekleri her dönem yanıbaşımızda görürüz”. Bu durumun olası nedenlerinden biri olarak, yargının, suçu ‘töre cinayeti’ diye tanımlayıp sıradanlaştırması da anılmış (s.111). Kula, eril kültürün insanı insanlığından utandıran eylemlerini ‘töre’ boyutu ile yargılıyor. Bu bölümü okurken, Almanya’da ‘töre’ olarak anılmasa da kadın öldürümleri ve çocuk istismarının çok yoğun karşılaşılan bir durum olduğunu anmalıyım. Son yayımlanan bir araştırmanın sonuçlarına göre, “200 000 civarında insanın tecavüz mağduru” olduğu; hattâ “okullarda her üç çocuktan birinin cinsel istismar ile karşılaştığına” vurgu yapılıyor. Araştırmalarda bu durum Kula’nın eril kültür göndermesini anıştıran biçimde tedavi gerektiren ‘erkek hastalığı’ olarak tanımlanıyor[6]. Mesele yerel ötesi; yani, küresel olduğu için mücadele de küresel olmalı. Livaneli gibi sanatçıların katkıları bu mücadeleyi güçlendirecektir.

Mutluluk romanında Cemal figürü ile terör eylemleri de kurgunun içine taşınır. Öldürmenin sorun çözme yöntemi olamayacağı, dinin araçsallaştırılamayacağı Kuran’dan alıntı ile “… Kim [insanı] yaşatır ve ölümden kurtarırsa, bütün insanlığı yaşatmış gibi olur” diye vurgulanır. “İslam’ı bir intikam haline getirenlerden kendini sakın!” (s.116) uyarısını, romanın yayımlanmasından yıllar sonra, bütün dünyanın konuştuğu ve İslam düşmanlığı olarak boyutlanmasını, sanatçı duyarlığı ve edebiyatın önleyici, iyileştirici yanı olarak okuyabiliriz.

“Komşusu açken tok olan bizden değildir!”

Livaneli’nin 1996 ve 2000 yıllarında tanık olduğu ve sonlandırılması için duyarlıkla aracılık yaptığı “ölüm oruçları” bir alt konu olarak Mutluluk’ta Seher figürü ile konulaştırılır (s.117-120).  Seher, ölüm orucuna yatan kardeşine “Bunlar zaten sizi öldürmek istiyor. Siz kendi kendinizi öldürerek onlara iyilik ediyorsunuz!” diyerek onu kararından döndürmek ve yaşamı seçmesi için dil döker. Livaneli, sorunu bütünlüklü görme tarafındadır: “İçerdekiler ölüm orucuyla kendilerini, dışardakilerin bazılarıysa, geçimini sağlamaya çalışan ‘polisleri’ öldürmektedir” (s.119).

Kula, Türkiye’de farklı düşünene tahammülsüzlük bağlamında kurucu dekan olarak görev yaptığı Mersin Üniversitesi’nde, 28 Şubat diye anılan dönemde, yaşadığı baskıları da anarak bir anlamda kendi öyküsünü de anlatıya katıyor. İlgili dönemde 1997-2001, yakın çalışma arkadaşlarınca, dönemin ruhuna uyan suçlamalar ile ihbar edilmesi ve Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanmasını konulaştırıp, Türkiye’de muhbirlik geleneğinin geçmişten günümüze, nasıl sürdürülebilir bir kültürel olgu olduğuna dikkat çekiyor (s.122-123).

Kula, edebiyat ve müzik gibi sanatların bilince ve yüreğe işleyen etkisi ile insanı sürekli iyiyi ürütmeye ve zalimliği yargılamaya çağırdığını Livaneli’de bulgular. Türkiye’nin ‘geçmişi ile yüzleşmesi’ ve ‘vicdanını temizlemesi’ bağlamında Livaneli’nin yazınsal üretimi ile ilişkilendirilerek şu vurgu öne çıkarılıyor: “Başkasına ne yapıldığını sormayan (…) olup bitenleri kabullenmekle yetinir ve yazgı denilen şeye teslim olur” (s.126). Bu durum Türkiye’de, anlaşılan her kesimde rahatsızlık, duyarlık yaratıyor ve Livaneli’nin çağrısı anlam kazanıyor. “(…) Topyekûn çürüyüp kokuşmaktansa birilerimizin tuz misali kendinden verip kendini eriterek en azından çürümeyi geciktirmek için didinmesi lazımdır (…)”[7] Belki de Livaneli’nin metinlerarası yolculuğuna konuk olup Dostoyevski’nin vurgusuna sığınabiliriz “İnsan ancak acı çekerek olgunlaşır!” (s.156). Mutluluk’tan Meryem figürü ile öne çıkan bir başka vurgu ile tamamlayabiliriz: “İnsan korkularından kurtuldukça özgürleşir ve kendisi olur” (s.105). Edebiyat, kendimiz olmamıza açılan kapı olarak işlev görecektir.

İyi okumalar!

Aytekin Keskin  – edebiyathaber.net (18 Ağustos 2017)

[1] Onur Bilge Kula, Hegel Estetiği ve Edebiyat Kuramı I, II ve III, (üç farklı kitap), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010-2011.

  • Dil Felsefesi ve Edebiyat Kuramı I, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2012 (400 s.)
  • Dil Felsefesi ve Edebiyat Kuramı II, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2012 (496 s.)
  • Estetik ve Edebiyat –Kant, Schiller ve Heidegger-, İş Bankası Kültür yayınları, İstanbul 2012 (424 s.)
  • Marx, Benjamin, Adorno -Sanat ve Edebiyat-, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2013 (474 s.)
  • Brecht, Lukács, Bloch -Sanat ve Edebiyat-, Türkiye İş Bankası, Kültür yayınları, İstanbul 2014 (732 s.)

[2] Burada Thomass Mann kardeşi Heinrich Mann ile karıştırılmaması için diğerlerinden farklı olarak adı ile birlikte verilmiş olmalı.

[3] http://www.nisanyansozluk.com/?k=mecra&x=18&y=12 : Ar. akış, akıntı;  akım yeri, akarsu yatağı;  Büyük Türkçe Sözlük: a. (mecra:) 1. coğ. Yatak. 2. mec. Bir işin gidişi, bir olayın doğrultusu. http://www.tdk.gov.tr [01.07.2017]

[4] Günümüzün ‘göçmenlik sorunsalı’ için bkz. http://www.rp-online.de/politik/wir-sind-alle-fluechtlinge-aid-1.5645199 [Erişim: 21.06.2017].

[5] Martin Walser, Tod eines Kritikers -Eleştirmenin Ölümü-, (Roman), Frankfurt a. Main 2002.

[6] https://www.welt.de/gesundheit/psychologie/article152551577/Kindesmissbrauch [Erişim: 21.06.2016].

[7] http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/dunyanin-tuzu-olmak-4354 [01.07.2017].

Yorum yapın