Sanat Malzemelerinin Derinlik ve Umut Boyutu Ölçütüne Göre Düzeyi | Prof. Dr. Onur Bilge Kula

Ekim 17, 2018

Sanat Malzemelerinin Derinlik ve Umut Boyutu Ölçütüne Göre Düzeyi | Prof. Dr. Onur Bilge Kula

Bloch‘un‘Umut İlkesi’ adlı yapıtının yukarıdaki ara-başlık altındaki deyişiyle, yazınsal anlatım, “dört yüz yıldan bu yana perspektifçi yürümektedir.” Bu “kendini zar zor sınırlayan”yaklaşımı romantik olarak değerlendirmek yanlıştır. Arzu devinimini ve “eğilimsel olanı ve öyle kalanı, sanatta dışlamak istemek” daha da yanlıştır. İstencin,“sanatta uykuya çekilmesi” ve sanatın “her yerde hedefte” olması da klasik bir tarzdır.

 

Klasik sanat anlayışın temel nitelikleri nelerdir?

Bu klasik yaklaşım uyarınca, sanat “aslında hiçbir arzu manzarası” içermez ve “en şiddetli direnişlerine” göre bölümlenmemelidir. Bu anlayışla oluşan “burjuva-klasik estetiğin temel niteliği, umut ve umut yoluyla uyarılan istenç” değil, tersine “bakıştır” ve bakış yoluyla uyarılan “dingin hazdır.” Güzel, burada “hayalci bir yaklaşımla, biçim ile malzemeyi tüketir”; malzemeye, “hatta malzemenin eğilimine ilgisiz” bir biçim ile tüketir.

Bloch’un nitelemesiyle, “katıksız bakış estetiği“, Kant’ta “nesnenin salt tasarım imgesindeki ilgisiz hoşlanma” kavramında başlar. Burada sözü edilen ‘ilgisiz hoşlanma’ anlatımı, Kant’ın ‘Yargı Gücünün Eleştirisi’ adlı yapıtında kuramlaştırdığı şu öne-sürümlerle ilgilidir: Kant’a göre, bir nesnenin güzel olup olmadığı her hangi bir ‘ilgi’ ya da ‘çıkar’ duygusuyla belirlenmez; güzel olan salt ‘bakış’ ile ‘düşünüm’ ile belirlenebilir. Güzel yalnızca imgelem gücünün ürünüdür ve bu niteliği nedeniyle, tümüyle öznel olarak duyumsanabilir[1] (Kula 2012, s. 41).

Bloch’un savlamasıyla, “ilgisiz hoşlanma” Schoppenhauer’de“insanın, istençten çıkıp, yaşama yönelmesiyle filizlenmesi”sonucunda metafizikleşir. Oluş, korkunç olarak kalır; “görme, özellikle sanatın saf dünya gözünde mutludur.” Sanat, Schoppenhauer’de“öte dünya mutluluğunu görüngüde” açımlar; tam da bu nedenle “sanat her yerde hedefine ulaşır.” Böylece klasikçi estetik, “güzel ile ilişkiyi katıksız bakışa”; güzelin kendisini ise,“bakışın temizlenmiş biçimlerine” indirger. Klasikçi estetik, güzelin “nesnesini, mevcut ve gelecekteki var-oluşun ilgilerinden/çıkarlarından tümüyle arınmış” bir alana indirger.

Sanat, nesnelerin içkin yetkinleştirimine ilişkin bir perspektiftir

Bu anlayış uyarınca, sanat her yerde “kutsal bir dinginliktir“; bir çağrı, “hatta bir teselli şarkısı” bile değildir; çünkü bu da “istencin huzursuzluğunu” gerektirir. Dünya her yerde “estetik bir görüngü” olarak gerekçelendirilir; hem de “tekdüze, idealist düzeyde”, bu nedenle de dünya “güzel tarafından tümlenmiş biçim etkinliği düzeyindedir.” Salt bakma hazzının “zararı” bile, Hegel estetiğinde “güzelin çelengi” bile,“bakışsal yatıştırmanın gökyüzünde” asılı kalır. Hegel’in güzelin çelengini,“biçimciliğe karşı içerikli, tarihsel bağlantılı ve değişken” bir şey olarak açıklaması da bir yana itilir.

Evet, “belli bir türde” biçimcilik, sonuç olarak “soyut görünüş”, estetik açıdan kavranılan gerçekliğin “bütün zenginliğiyle, neredeyse her zaman aynı kalan ulamlarıyla birlikte” sonuna değin yorumlandığı yerde “bir tehlikedir.” Bu durum, gerçekliğin “yarım kavramının” öne çıkarıldığı Marksist estetik denemelerinde de bir tehlikedir.

Lukacs’ta da idealist tümlenmesiyle birlikte böyle bir “soyut görünüş” ve diyalektik materyalizme yabancı olan “bütünüyle oluşturulmuşluk” etkinleşir. Lukacs ‘Sanat yapıtı, gerçekliğin özü üzerine mi, görüntüsü üzerine mi kurulur?’ ve ‘İçerik ile biçim arasındaki diyalektik ilişki, sanat yapıtında nasıl ortaya çıkar?’ soruları bağlamında gerçekliğin sanatsal yansıtımıyla sanat yapıtının tanımı arasında bağ kurar. Diyalektik materyalist estetik kavramını irdeler[2] (Kula 2014, s. 171- 187).

Özdeksel sanat nasıl tanımlanabilir?

Bloch’un çözümlemesiyle, diyalektik materyalist estetik, “tümlenmemiş bir dünyanın”, gerçek, diyesi, tümelliği açısından “gerçekliğin süreçsel olarak açık zenginliği” öğretisini öne çıkarır. Dolayısıyla ve bundan ötürü “içeriksel-özdeksel sanat tüm kuramları ile birlikte”, gerçek sürecin sanatı olduğunu görmezden gelemez. Bunun sonucu olarak “içeriksel-özdeksel sanat” bütün kuramlarıyla birlikte, “sonuna değin götürülen ön-görünüşün nesnelerinin açıklığı ve örtüklüğünün gerçekleşen serimlemesinin” sanatıdır veya böyle olmalıdır. Bu ön-görünüş nedeniyle, sanat da “bütün (ya da tümel) bir şey değildir”; her yerde yalnızca “perspektiftir”; bir başka deyişle, “serimlenen nesneler üzerinde yapılan çalışmalarla ortaya çıkarılan, bu nesnelerin içkin yetkinleştirilmesine yönelik bir perspektiftir.”

Bu nedenle, Lessing’in ‘EmiliaGalotti’ adlı oyununda ressama söylettiği şu tümce “ütopik-oluşumsal” bir tümcedir: Sanat, “plastik bir doğa, -eğer varsa- resmi nasıl düşünürse, öyle çizmelidir: Direnen malzemenin kaçınılmaz olarak çıkardığı çöpü çıkarmadan, zamanın buna karşı savaştığı çürüme olmaksızın”tasarımlarını estetikleştirmelidir. Sanat, temelden “içkin olarak tümlenmiş gerçek ön-görünüş” tarafından belirlenmiş bir yaratım etkinliğidir. Tam da bundan ötürü, sanat “malzemelerini, eylemlerde, durumlarda ve figürlerde sonuna değin götürdüğü ve acıda, mutlulukta anlamı” dışa vurduğu için, bu ön-görünüşe ulaşılabilir. Böyle ulaşılan sav-söz veya sözce, bir noktada “sanatsal konuda daha azdır”, diyesi, “dolaysız elle tutulabilirliği” yönünden daha azdır; ancak “içkin dışa-vurulabilriliği”, “yoğunlaşmış-özsel gerçekleştirimi” yönünden çok daha fazladır. 

[1]Onur Bilge Kula (2012): “Kant, Schiller, Heidegger. Estetik ve Edebiyat”; İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul

[2]Onur Bilge Kula (2014): “Brecht, Lukacs, Bloch. Sanat ve Edebiyat”; İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul

Prof.Dr. Onur Bilge Kula- edebiyathaber.net (17 Ekim 2018)

Yorum yapın