Salinger’in muz balığı niye öldü? | Menekşe Ercan Pekel

Mart 16, 2020

Salinger’in muz balığı niye öldü? | Menekşe Ercan Pekel

Amerikalı yazar J. D. Salinger tarafından kaleme alınan, Muz Balığı İçin Mükemmel Bir Gün” isimli öykü,  ilk kez 1948’de The New Yorker dergisinde yayımlanmıştır. Öykünün ana kahramanı, İkinci Dünya Savaşı’ndan dönen sorunlu asker Seymour Glasstır.  Salinger, sonradan Glass ailesini konu alan yedi öykü daha yayımlamıştır.

Salinger’in bu öyküsü, özellikle kahramanlar arasında kurulan diyalogların sağlamlığı ile öne çıkar.  Öykü boyunca karşılıklı konuşmalar sıradan bir şekilde akıyor gibi görünür.  Fakat yazar, karakterlerin diyalogları arasında, İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan halkının genel durumunu sunar bizlere. Savaştan dönen eski askerlerin topluma yeniden adapte olma sürecinde yaşadığı zorluklar ana karakter Samuel Glass tarafından temsil edilir.  Tüketim toplumuna dönüştürülmüş olan Amerikan halkının hazin durumu Samuel’in genç ve tasasız eşi Muriel Glass’ta vücut bulur.  İnatla var olmaya devam eden masumiyet ise Samuel’in küçük arkadaşı Sybil Carpenter karakteriyle okuyucuya sunulur.

Sahne, sıcak bir yaz günü Floridadaki bir otel odasında açılır.  Muriel Glass, iki buçuk saat önce bağlattığı New York telefonun çalmasını beklerken oyalanmaktadır.   Yaptığı işlerden, üzerindeki giysiden nasıl bir karakter olduğunu anlarız.  Küçük boy bir kadın dergisi okur, tarağıyla fırçasını yıkar, bej tayyörünü siler, cımbız kullanır ve oje sürer.  Üzerinde beyaz, ipekli bir sabahlık vardır. Görünüşüne önem veren, meseleleri fazla ciddiye almayan biridir Muriel.  Annesiyle yaptığı telefon konuşmasından kocası Seymour’ın psikolojik rahatsızlığına karşı fazla duyarlı olmadığını anlarız, hangi giysilerin moda olduğuyla sanki daha çok ilgilidir.  Kocasının onu “1948 Ruhanî Başıboşlar Güzeli” olarak adlandırmasına bile takılmaz.  Savaş boyunca evliliğine sadık kalarak görevini yerine getirmiştir, kocasının üzerine gitmez, ondan yana içi rahattır.

Telefon konuşması sırasında annenin kızı için endişelendiğini anlarız. Muriel’in cümlelerini kendi sorularıyla sık sık yarıda keser. Anne karakterinin bir konuşma tarzı vardır, belli kelimeleri tekrarlar, birkaç kez “Yemin ederim” der mesela, damadı Seymour’un içinde bulunduğu durumu üst üste “Acıklı” olarak nitelendirir.  Telaşlı bir ruh halini yansıtır.   Kızını, Seymour’ın her an kontrolden çıkabileceği konusunda ikna etmeye çalışırken telefon konuşmasına hiç dahil olmayan kocasının otoritesini de kullanmaya çalışır, hep “Baban diyor ki” diyerek uyarmak ister Muriel’i.   Ama Muriel mevcut durumu öylesine kanıksamıştır ki annesiyle konuşması sürekli bu ciddi meseleden sapar, kadınsı dedikodulara, moda giysilere savrulur.  Annesi de bu konuşmalara kendini kaptırır.  İki kadının bu günlük lakırdıları arasında yazar bize Amerikan halkının savaş sonrası vaziyetini de bir cümlede özetleyiverir.  Muriel annesine şöyle der: “Bu yıl insanlar pek berbat.  Yemek salonundaki milleti bir görsen, kamyonla gelmişler sanki buralara.”

En sonunda Muriel annesinin nasihatlerinden sıkılır ve telefonu “Seymour her an gelebilir” bahanesiyle kapamak ister.  Akabinde birinci sahneden tamamen farklı olan ikinci sahneye geçeriz.

İkinci sahnede küçük kız Sybilla annesi Bayan Carpenter aynı otelin dış mekânındadır.  Annesi bir yandan Sybil’e güneş yağı sürer, bir yandan da  arkadaşı Bayan Hubble’la tanımadığı bir kadının üzerinde gördüğü ipek mendilin nasıl bağlandığı hakkında sohbet eder.  Bu, yazar tarafından tüketim toplumuna tekrardan yapılan bir vurgudur.  Sybil hiç rahat durmaz. Sürekli “See More Glass?”   deyip durur  (Daha fazla cam gördün mü?).  Küçük kız aslında “ Seymour Glass” demek ister, ama dili dönmez.    Annesi onun ne dediğini anlamaz, kafası şişer, en sonunda  küçük kızı kumsala gitmesi için serbest bırakır.  Kendisi de Bayan Hubble’la martini içmeye, otele çıkar.

İkinci sahnenin birinci sahneyle bağlantısı bu şekilde kurulur: İletişimsizlik.  İlk sahnede anne çok endişeli, Muriel fazlasıyla rahattır.  Bu ikili bir türlü tam olarak iletişime geçemez. Muriel’le Seymour’ın  zaten iki ayrı dünyanın insanı olduğunu ilk sahnedeki anne kız diyaloğundan biliriz. İkinci sahnede de küçük kız annesine Seymour’a gitmek istediğini söylemeye çalışır.  Fakat anne martini içme, başkalarının giysilerini inceleme derdindedir.  Kızıyla bir türlü iletişim kuramaz.

Sybil annesinden kurtulunca koşa koşa kumsala iner, ufacık bir kızdır.  Yazar, kızın kaç yaşında olduğunu bize direkt olarak söylemez.  “İki parçalı, kanarya sarısı bir mayo giymişti, ama aslında üst parçaya daha dokuz on yıl için hiç de gerek yoktu” der.  Ne hoş bir anlatım.    Küçük kız, Seymour’u bulana kadar sahilde yürür ve öyküde birbirini anlayan tek ikili bir araya gelmiş olur. Seymour’ın sabır gösterdiği, çocuksu gevezeliklerine uyup sohbete giriştiği tek kişi Sybil’dır.

Denize girmeden önce havadan sudan konuşurlarken Seymour birden muz balıklarından” bahsetmeye başlar. “N’apalım, biliyor musun?” der Sybil’e, “Bakalım muz balığı tutabilecek miyiz?”  Sybil daha önce -tabii olarak- hiç muz balığı görmemiştir.   Seymour denize girmek için bornozunu çıkarır, katlar.  Bornozunu sadece Sybil’in yanında çıkarması  önemli bir örtülü anlatımdır, çünkü kendini sadece bu küçük ve masum kızın yanında güvende hisseder.

Seymour küçük kızı elinden tutar, denize girerler.  Oradan buradan konuşmaya devam ederler,  bu sırada Seymour Sybil’i deniz yatağına yüzükoyun yatırır.  “Gözünüzü dört açın ve muz balıklarına bakın.  Muz balığı için mükemmel bir gün bugün.” der.  Sybil’a muz balıklarının çok değişik huyları olduğunu, çok acıklı bir yaşamları olduğunu söyler ve anlatmaya devam eder.  Öykünün en önemli kırılma noktası burasıdır:

“Muz dolu bir delikten içeri girerler. Deliğe dalmadan önce basbayağı balıktırlar.  Ama delikten içeri bir girdiler mi, domuza dönerler. Neden mi?  Öyle muz balıkları bilirim ki, delikten içeri girdikten sonra yetmiş sekiz muz yediler, ondan.  Tabii bu kadar muzla öyle şişko olurlar ki, delikten çıkamazlar.  Kapıdan geçemezler. ”

Sybil huzursuzlanmaya başlamıştır, çok açılmak istemediğini söyler Seymour’a. Diğer taraftan muz balıklarına ne olduğunu da merak eder. Seymour açıklar:

“Off Sybil. Hiç istemiyorum söylemeyi. Ölürler. Yaa!”

“Niye?”

“Muz hastalığından. Korkunç bir hastalıktır.”

Öykünün bu anında Seymour’ın rahatsızlığını, muz balığı hikâyesinin ardına gizleyerek dile getirmesine şahit oluruz.   Muz balığı, savaştan dönen, tam bir ruhsal tedavi görmeden askeri hastaneden taburcu edilen  ve değişen topluma ayak uyduramayan Seymour’ın kendisidir.  Yediği yetmiş sekiz muz, savaş sırasında yaşayıp atlatamadığı sarsıcı olaylar, geri dönünce adapte olamadığı ailesi ve değişen toplumun değerleridir.   Buhranları gitgide içinden çıkılamaz bir hal alır ve en sonunda ölür muz balığı.  Muz balığının ölümü, Seymour’ın sonunun ne olacağı hakkında belli belirsiz ilk  sinyalleri de verir bizlere.

Kimileri muz balığı için Amerikan halkının materyalistliğini ve açgözlülüğünü” simgeler der, bu da farklı ve kabul edilebilir bir bakış açısıdır. Açgözlülük, toplumun yozlaşmasına ve mahvına yol açacaktır en sonunda.

Öykünün sonuna yaklaştığımızda, Sybil de bir muz balığı gördüğünü söyler Seymour’a.  Balığın ağzında altı muz vardır.  Seymour Sybil’in deniz yatağı üzerindeki ayağını kapar ve öpüverir.   Hayali bir balığın varlığı konusunda da anlaşmışlardır Sybil’le.  Ama ne yazık ki Sybil yetişkin dünyasının bir üyesi değildir, sadece küçücük bir çocuktur.   Seymour, “Hadi dönüyoruz artık” der, sudan çıkarlar.  Sybil hemen otele koşar, kaygısızdır.  Seymour bornozuna sıkı sıkı sarınır, yakasını kapatır, kumsalda yalnız başına, ağır ağır otele doğru  yürür.

Seymour asansörle odasına çıkarken, aynı asansöre binen yabancı bir kadını “sinsice ayaklarına bakmakla” suçlar.  Kadın “Özür dilerim.  Ben yalnızca yere bakıyordum” der ve katına gelmeden aceleyle asansörü terkeder.  Bu, Seymour’ın yetişkinler dünyasıyla son çatışmasıdır.  Öykünün ilk açıldığı sahnedeki odaya girer. İki yataktan birinde uyuyan karısına bakar. Deri valizdeki çamaşır yığınlarının altından Ortgies marka otomatik tabancasını çıkarır.  Yatağın kenarına oturur.  Karısına bir  kez daha bakar ve tabancayı sağ şakağına dayar. Tetiği çeker.

Muz balığı o kadar şişko olmuştur ki, delikten çıkamamıştır.

Menekşe Ercan Pekel – edebiyathaber.net (16 Mart 2020)

Yorum yapın