Sabahattin Ali’yi okutan, Kemal Tahir’i bekleten ne? | Feridun Andaç

Şubat 23, 2016

Sabahattin Ali’yi okutan, Kemal Tahir’i bekleten ne? | Feridun Andaç

feridun andac 10.tifKürk Mantolu Madonna (1943) nicedir okurun kabulünde!

Bu benim için şaşırtıcı gelmese de; ilkin orada İçimizdeki Şeytan’ı (1940), ardından da Kuyucaklı Yusuf’u (1937) görmek istiyordum. Nitekim İçimizdeki Şeytan şimdilerde okurun ilgi odağı oldu, sanırım Sabahattin Ali’nin “kült” romanı da bunu izleyecek.

Bu yönelimi “iyi edebiyat”ın eninde sonunda kabul göreceği olarak da yorumlayabiliriz. Hatta iyimser bir bakışla, okur; çöplüğe çevrilen kitap/yayın furyasından artık sıyırılarak iyi şeyler okumak; kendine/ topluma/insana dair gerçekçi metinlerle baş başa kalmak istiyor da diyebiliriz.

Yayımlanışından yetmiş yıl sonra bugünkü okurun geniş ilgisini gören romanı, dahası orada duran Sabahattin Ali’nin keşfini nasıl yorumlamalı başka?

Kuşkusuz edebiyat sosyolojisi açısından ayrıca değerlendirilebilecek bir olgudur bu. Gene de bu ilgiyi şöyle görmekten yanayım; “anlatılan senin öykündür” demeden, “bakın bu bizim yandaşımız yazardır hadi okuyun,” nidasını yükseltmeden yapılan bir keşiftir bu. Siz, buna, fısıltılarla yayılan diyebilirsiniz; ama ben, iyicil sözlerle birbirine kavuşturulan bakış/öneri, görme, algılama, iyi yazılmış bir kitaba özlemin yansıması olarak görüyorum bu okuma ilgisini. Daha ötesi, “yerli” ama bir o kadar da evrensel olabilen “yazar” dokusunun her zaman kabul görebileceğinin keşfi.

İyi yazar/yapıt için sıklıkla yinelediğim şudur: okurun beş duyusuna seslenebilmelidir.

Sabahattin Ali, Sait Faik, Yaşar Kemal bu soy yazarlardandır. Kendi dilinizde bir yazarı okumak istiyorsanız asıl buradan başlamalısınız. Ne taklit, ne ikinci üçüncü el kopya; bunları okumak sizi daha önceki örneklere götürür. Çünkü kendi olan yazarlardır andıklarım. Yenidir, özgündür, yerlidir, her şeyden önce kendileridir. Anlatılarının dokusunda dil zenginliği, evrensel duyarlılık vardır.

Bugün, şiirde de Cemal Süreya’nın bu kadar kabul görmesini buna veririm. Nâzım Hikmet’in okurda yarattığı algı da budur, kanımca. Biz, bu yazarları/şairleri bir yere/bir şeye ait oldukları için değil; kendilerine, dillerine, ülkelerine ait oldukları için okuruz. Ne şu, ne bu; kendi insanını düşünerek yazmıştır her biri. Ne yapaylık bulursunuz, ne taklit, ne de özenti. Üstüne üstlük her biri Türkçeyi alıp bir yerden bir yere taşımışlardır.

At izinin it izine karıştığı şu ortamda, sanat/edebiyat adına vitrinde görünen her şey beni tiksindiriyor. Kullanılan plastik dil, yapay söyleyişler, sızılı ağlatılar, “avuçlarım kaşınıyor” diyerek cinsiyet tellallığı yapanlar…

kemal-tahirleTüm bu pusarık havada, bana bahar meltemi gibi gelen bir kitap okuyorum şu sıralar: “Kemal Tahir’le Birlikte/Halit Refiğ” (Dergâh Yayınları). Kitabı yayıma hazırlayan yayımcı dostum Ezel Erverdi’nin güzelim sunuş yazısından şu satırların altını kalınca çiziyorum:

“Tanıdığım Kemal Tahir; kolay diyalog kurar, yüksek sesle düşünür, sorularına aldığı cevaplarla düşünce geliştirirdi. Karşılık alabildiği, fikir zenginliği gördüğü kişilerle muntazam aralıklarla görüşmek isterdi. Yanılmaktan çekinmez, kolaylıkla ‘Yahu yine atlamışız’ yahut ‘Yahu yine yanıldık’ diyebilirdi. İrdeleyici, tahlil edici, tenkit gücü güçlü bir zekâya sahipti. Sanatçı sezgileri yüksekti. Birçok yönelişinde zekâsı/aklı kadar sezgilerinin de payı vardı.

Onun için değişmez gerçekler yoktu. Gerçekler de değişebilirdi. Karşılaştığı bir olay, kişiyi veya fikri, kitabı çok yönlü inceler, önünde-arkasında-yanında ne var, esas kişi ve gerçek o mu, diye irdelerdi. Gerçeği arayan sorumluluk sahibi bir sanatçı ve düşünce adamıydı. Daha önce sorguladığı, bir kanaate vardığı fikirleri, yeni bilgilere ulaşınca yeniden sorgulardı ve bunu yaparken de ne utanır, ne de yorulurdu. Bu yönde müthiş kompleksiz idi. Hazır reçetelerden, kalıplardan hoşlanmaz, kolaycılığı sevmez, kolaycılığa kaçanı ayıplardı. Gerçeği aramak ve şüphe etmek onda birlikte barınırdı. Sıkça söylediği: ‘ Şüphe edeceksin. Evin kapı numarasından bile emin olmayacaksın. Sabah kontrol edeceksin. Zira akşam değiştirmiş olabilirler. ”

Ezel Erverdi’nin tanıdığı Kemal Tahir’e dair düştüğü bu notları okurken; hem o kuşağın donanımını, edebiyata bakışını hem de yazdıklarını düşündüm.

Bugün, onların yazdıklarındaki “gerçeklik duygusu”na bakınca, anlattıkları gerçekliklerin arka planında düşünce birikimini de görebiliyoruz.

Edebiyat hayatın her alanını kuşatır, bir şey daha yapar; halk dalkavukluğunu kaldırmaz.

Bugün Sabahattin Ali’yi okutan neyse, Kemal Tahir’i bekleten de odur; eminim ki onun da zamanı gelecek, bu okur dönüp Kemal Tahir’i de, Kemal Bilbaşar’ı da, Samim Kocagöz’ü de, Fakir Baykurt’u da bir gün seve seve okuyacak…

Unutmayalım ki Sabahattin Ali edebiyatımızın işaret fişeğidir, yurt edebiyatını kuran kuşağın öncül nefesidir.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (23 Şubat 2016)

Yorum yapın