Ruhumun evi | Anıl Ceren Altunkanat

Aralık 27, 2018

Ruhumun evi | Anıl Ceren Altunkanat

Rüzgâr amansız estiğinde, sözcükler huzur vermediğinde onu hayal ederim. Seslerin sokulamadığı derin bir karanlıktayken. Kendi sesim yüreğime sıkışıp beni tartaklarken. Onu hayal ederim. Hayal ağacımı. Ruhumun evini. Issız bir ormanda – belki kuzeyde bir ormanda – derin yeşillerin içinde beni beklediğini hayal ederim. Ulu ve sağlam; yalnız ve eksik. Benim parçam. Köklerimiz bir.

Ormanda – kaybolmuş ama güvenli, korkmuş ama kararlı – yürüdüğümü hayal ederim. Onun beni çağıran sesine doğru sürüklendiğimi: “Bana gel, buradayım.” Ayağımın altında çatırdayan her dal parçası bana bıraktığı bir ipucu, uğuldayan ağaçlar bir çağrı. Tenimin altında, ruhumun karanlığında, düşümün olanca aydınlığında. Ona çekilirim.

Ve onu bulduğumda, sonunda onu bulduğumda… Kollarımın sarmaya yetmediği gövdesine bırakırım tüm bedenimi; bu yeniden bir olmak. Bu ilk kez bir olmak. Bu tamamlanmak. Ayaklarım karışır köklerine. Güçlenirim; şu dünyadaki ufacık yerim sağlamlaşır. Yüzümü yasladığım sert kabuğu yeniden çizer beni. Gözlerimi tamamlar, dudaklarıma hiç tatmadığım bir gülümseme yerleştirir. Belki yanaklarıma hiç tatmadığım yaşlar. Alnımdaki hüznü katılaştırır. Eğer dallarını üstüme; beni dünyaya karşı korumak için değil. Beni dünyaya katmak için. Benimle dünyaya katılmak için.

Hayal ağacım; ruhumun evi. Köklerim ve dallarım. Yeşilim, yapraklarım; tek ağaçta bulduğum orman. Kendimde aradığım orman; dallarında yüreğimin attığı ağaç.

Kayıp bir orman, kayıp bir ağaç.

Uykusuz gecelerde, güneşsiz günlerde gözlerimi kapayıp hayal ağacıma sığınırım. Kapanırım ruhumun evine. Köklenirim toprağında, dallarıyla uzanırım göğe. Yine de ve yine de.

Fırtına koptuğunda onun da bana sığındığını bilirim. Orman alevlerle boğuştuğunda duyarım çağrısını. İçimde bir yan – kayıp bir yan – can verir ona. Buna inanırım. Hayal ağacım. Ruhumun evi.

***

Çoğu zaman bir arayıştır insanı ormana sürükleyen. İnsanın geçmişini arayışı. Ruhun evini arayışı. İnsanların cesareti, dayanışmayı, bir olmayı arayışı…

Kuzey Ormanlarında Bir Gece’de, Güneşli köyünün sakinleri istekleri dışında sürükleniyor ormana, arayışa. Ormanda uzun bir yolculuğun ardından İnsan Hırsızları – kendilerine verdikleri adla Aynalılar – onları getirip bırakıyor asıl sınavın kucağına. Köy sakinlerini ormandan ayıran bitimsiz bir koridor…

“Hipnoz gibi bir etkisi vardı bu koridorun. Hiçbir hareket yok, her şey aynı, her şey sürekli olarak aynı: Gri duvarlar, yıldızlı gök. Bu kadar. Bu koridor bundan ibaret!”

Ve odalar. Kapanlar. Herkesin diğeri pahasına kendini atmaya çalıştığı odalar. Dayanışmanın yerini alan bencilliğin somutlaştığı odalar. Köyün asi kızı Tormi dışında kimsenin tehlikesini fark etmediği odalar.

“Gözyaşları içerisinde odadakilere döndüğünde kimsenin bir önceki sefer olduğu gibi dövünmediğini gördü Tormi. Hatta… mutluydular. Evet, yüzlerindeki ifade kesinlikle mutluluktu. Hayatta kalmayı başarmışlardı. Odadaydılar. Dışarıda kalanlar kendileri değildi. Daha şimdiden aynı odada bulundukları insanları bir sonraki odada nasıl saf dışı bırakabileceklerini planladıklarını bile görebiliyordu Tormi.”

Sıkıştığımız koridorlarda her birimiz kurtuluşun, başarının diğerlerine karşı kazanılan “zaferle”, diğerlerini saf dışı bırakarak – hatta ezerek – olanaklı olduğunu sanırız. “Ya ben, ya o.” Hep bir başkasının yok oluşu, sahneden çıkışıyla var ederiz kendimizi. Ormanı yok ederek ağacı ararız. Ahmaklık!

“Odanın ta kendisiydi ahmaklık! Herkesi alamayacağını bildikleri bir odaya girmekti ahmaklık! Bir lokma yemek, yirmi beş dakikalık berbat bir uyku için diğerlerini dışarıda bırakmak pahasına odaya girmekti ahmaklık! Herkesin bir sonraki odaya girecek kişinin kendisi olacağına inanmasıydı ahmaklık!”

Özge Akkaya tarafından yazılan, Mavisu Demirağ tarafından resimlenen Kuzey Ormanında Bir Gece melankolik tınıları olan zarif bir kitap. Dokusu yoğun, satır araları dolu. Dilin ve çizimlerin başarısı, ormanın soluğunu okura hissettirmekte saklı bana sorarsanız. Koridorun soğukluğunu, bencil insanların öfkesini ve yalnızlığını, Bilge Garzu’nun bakışlarını kanlı canlı hissettirebilmekte.

***

Bazen yaklaştığımı hissediyorum ona. Bu onun dallarının sesi. Toprağı sarsan onun köklerinin neşesi. Arkamı dönüp koşmak istiyorum o zaman. Kaçmak. Korku.

Oysa arayışı dipsiz bir ormanda – ya da buz gibi koridorlarda – kaybolup gitmekten ayıran tek şey cesaret.

Cesaret.

“Korku korktuğunu fark edince yok olur.

Korktuğunu fark etmene ancak bir dost yardımcı olur. Dostuna elini uzat ki yalnızlıktan çekip çıkarsın seni. İhtiyacın olan tek şey cesaret.

Yalnızlığın ve korkunun bittiği yerdir cesaretin ülkesi.”

Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (27 Aralık 2018)

Yorum yapın