Roman türünün bugünü ve yarını hakkında bir deneme | Hülya Soyşekerci

Ekim 1, 2015

Roman türünün bugünü ve yarını hakkında bir deneme | Hülya Soyşekerci

Roman; yüzyıllar boyunca en çok ilgi uyandıran, üzerinde en fazla konuşulup tartışılan ve fikir üretilen, birey-toplum etkileşimini en yoğun biçimde dile getiren ve bunun yanı sıra toplumu doğrudan etkileme özelliği olan edebiyat türlerinden biri. Şiir sanatı kadar eskilere dayanan köklü bir geçmişi olmasa da roman, özellikle Batı’da burjuvazinin yükselme süreci içinde oluşup gelişen, senfonik yapılı, kapsamlı ve zengin bir tür olarak günümüzde de geçmişte olduğu kadar büyük ilgi gören bir düzyazı biçimi ve bir yaşama/yaşatma sanatı… Roman okurken kendi hayatımızı bir süreliğine askıya alır, yazarın yaratıp sayfalarda yaşattığı roman kişilerinin hayatlarını yaşarız.

Roman; kurmaca bir dünya içinde oluşturulan mimari yapısıyla, bu mimariyi ayakta tutan matematiksel sağlamlığıyla, dil estetiğiyle kurulan metinsel dokusuyla başlı başına bir sanat olmayı hak eden bir yazınsal türdür. Öykü nasıl ki hayatın kırılma noktalarında insan gerçekliğine odaklanıyor ve bir ânın veya bir zaman kesitinin içine dünyalar sığdırabiliyorsa; roman da insanı ruhsal derinliğiyle, insan ilişkilerini toplumsal- dönemsel boyutlarıyla işlemesiyle, çoklu ve karmaşık olayların uzun bir zaman dilimine sistematik dağılımıyla, içerdiği dramatik çelişki ve çatışmaların yoğunluğu ve çarpıcılığıyla dikkat çekiyor.. Öykü, kısa ve yoğun bir yaşam kesitinde insan gerçeğini dillendirirken, roman uzun zamana yayılan olaylar içinde derinleşip genişleyen insan ve insan ilişkilerine odaklanıyor. Öykü ve roman- her ikisi de- insanı ve insan ilişkilerini, insan-toplum diyalektiğini, dilin ve kurmacanın olanakları dâhilinde estetize eden yazınsal türler olarak değerlendirilebilir. Ben öyküyü de romanı da önemsiyorum. Bu iki türün içerdiği anlamsal olanakların, günümüz insanının iç evrenine derinlikler kazandırdığını, dile getirdiği insan gerçekliği üzerinden toplumu dolaylı da olsa etkileyip dönüştürdüğünü düşünüyorum.

Romanın mimari yapısının zenginliği, içinde bütünlüklü, çok sesli ve gizemli bir kurmaca evren saklaması, okuyanı kendi iç cazibesiyle kuşatması olgusu, romanlarla tanıştığım çocukluk yıllarımdan bu yana beni hep düşündürmüştür. Romanda, yaşadığımız gerçek hayata paralel olarak var olan, metin içi anlam ve imgelerle genişleyen, her okurda sınırsızca çoğalan o muhayyel evren; esas olarak sözcüklerin, düşlerin ve düşüncenin gücüyle kurulur. Bir yaratım senfonisi, özgün bir dil dokusudur roman; sayfalarında yaşama ve insana dair ipuçları sunar, bizleri yepyeni yaşam deneyimleriyle tanıştırır; hayatı ve insanı romanlardan da tanımış oluruz böylece. Bu bağlamda Mario Vargas Llosa, “Kurmaca, yaşama sanatı mıdır?” başlıklı çalışmasında şunları dile getirir: “Romanları okuduğumuzda biz yalnızca biz değil, aynı zamanda romanın bizi aralarına taşıdığı büyülenmiş varlıklar oluruz. Bu taşıma, bir dönüşümdür- yaşamımızın bizi boğan daraltısı açılır ve dışarı fırlayıp başkası olur, kurmacanın bize yaptığı deneyimleri dolaylı bir biçimde, vekâleten yaşarız. Harika bir rüya, vücut bulan bir düş olarak kurmaca, korkunç bir ikiye bölünmüşlüğü taşıyarak yalnızca bir yaşamı olmasına rağmen bin tane arzu edebilen biz sakat varlıkları tamamlar. Gerçek yaşamla, onun daha zengin ve daha değişken olmasını isteyen arzu ve düşler arasındaki bu açıklık, kurmacanın âlemidir.” (Maria Vargas Llosa, Is Fiction the Art of Living, New York Times Books, 7 Ekim 1984, Çev: Ethem Alpaydın.)

Roman okurken başka hayatları yaşar, başka insanlarla birlikte duygulanır, düşünür, heyecanlanır, mutlu olur, acı çekeriz. Bir başka dünyanın kapısı açılır önümüzde ve biz o rüyaya, o yanılsamaya kapılır; gerçeğin yerine o rüyayı ikame ederiz okuma süresi boyunca. Roman, yazarla okurun birlikte gördüğü bir rüyadır; yazar yazma ânında; okur okuma ânında o rüyayı kendi zihninde yaşar; sözcüklerle kurulan bir rüyadır bu.

Roman bittikten sonra da kahramanlarıyla, onların yaşadıklarıyla hemhal olmaya devam eder; bazen uzun yıllar boyunca hiç unutmayız onları. Artık onlar ruhumuzdan bir parça olmuşlardır çünkü…

Roman, yüzyıllar boyunca estetik açıdan yükselen bir seyir izlemeye devam ederken içinde yaşadığımız çağda giderek farklılaşmaya ve dönüşmeye başladı. Özellikle yaşadığımız son 20-25 yıl, popüler roman ve edebi roman şeklinde bir kırılmaya zemin oluşturdu. Günümüz dünyasında yazılan romanların pek çoğu, diğer kitaplar gibi birer meta haline geldi. Yayın endüstrisi devasa boyutlar kazandı ve pazarlama, satış, reklam, tanıtım her şeyin önüne geçti. Yazar, yazdığı metnin önüne geçirilerek metnine yabancılaştırılmış oldu. Metnin yazınsal-estetik değeri yerine, kitabın çok satması, ticari başarısı yeni bir değer ölçütü haline geldi. Çok satan listeleri önemsendi; pek çok kişi bu listeleri esas alarak kitap almaya ve kitap okumaya dikkat eder oldu. Bazen satın alınanlar okun(a)madan bir kenara bırakılsa da reklam/ pazarlama/ satış süreçleri öncelendiği ve önemsendiği için, bu tür popüler kitapların yazınsal değerini tartışmak arka plana atıldı ve sürekli ötelendi.

Günümüzde yazılan romanları bu bağlamda ele almak; popüler çizgide olanları farklı bir yerde konumlandırmak bence daha doğru bir yaklaşım olur. Popüler romanlar, okuyana yoğun bir keyif ve geçici bir haz duygusu verir; günümüzde sanatın pek çok unsuru, türü ve nesnesi “keyif” kavramıyla ilişkilendirilerek pazara sunulmaktadır. Keyif, geçici bir süre için kişiyi dünya dertlerinden uzaklaştırır; popüler romanlar çoğu zaman yaşanan hayatı sorgulatmadığı ve her şeyi olduğu gibi kabullenmeyi telkin ettiği için insanı edilgen bir varlık durumuna indirger. Halbuki yazınsal değeri olan romanlardan alınan edebi zevk, estetik bir heyecan odağında çoğalan ve uzun süre kalıcı olan bir duygudur. Edebi romanlarda roman kişileri vasıtasıyla hayatın ve değer yargılarının sorgulamaları yapılır. Popüler romanlarda yüzeysellik daha ilk satırlarda dikkatimizi çeker; basit bir dille oluşturulan bu romanlar, belirli formatları ve klişeleri tekrarlayan, aslında yeni bir şey söylemediği gibi, yeni bir sanatsal form da sunmayan derinliksiz ürünlerdir. Günümüzün bilgisayarlı ortamlarında popüler yazarlar tarafından kısa sürede üretilip yayınevlerince hızla satış ve tüketim ağına sunulan bu tarz romanlar, yayımlandığında ses getirseler bile zamanın akışı içinde çoğu kez unutulmaya mahkûmdurlar; ancak yayımlandıkları sırada yazara ve yayıncıya kısa sürede büyük kazançlar sağlayabilirler. Yazınsal değeri olan romanlarda karmaşıklık, dilsel mükemmellik, özgünlük, yaratıcılık ön plandadır; birey-toplum diyalektiği iyi kurulmuştur ve içindeki roman kahramanları ruhsal derinlikle verilmiş, farklı ve kendilerine özgü birer “birey” niteliği kazanmış kişilerdir. Popüler romanlarda her yerde karşımıza çıkabilecek derinliksiz tipler vardır; onlar çoğu kez tanık olduğumuz gibi, birey niteliğini kazanamamışlardır. Bütün bu karşılaştırmalardan çıkarsayacağımız en önemli sonuç şudur: Popüler romanlar insanı (okuyanı) sığlaştırır ve edilgenleştirir; edebi romanlar derinleştirir ve düşünen, sorgulayan, etkin bir özne durumuna yükseltir.

Romanın bugününü tartışırken, yazılan romanların bugünü ne kadar anlattığını; bugünün içinde olup olmadıklarını ya da ne kadar içinde olduklarını da sorgulamak gerekiyor kanımca. Bugünü anlatan romanlar oldukça az; şimdiyi anlatma savında olanlarsa, yaşanan dünyaya eleştirel bakışı yeterince önemsemiyor. Geçmişe sığınılıyor çoğu zaman; tarihe, nostaljiye sığınıyor kimi romanlar ve romancılar. İsterim ki günümüzün romanı, içinde yaşanan çağı yazsın; baş döndüren hızın içinde hapsolan insanı anlatsın. “İletişim araçlarının olduğu ama iletişimin olmadığı” günümüzün bu kaotik dünyasında var olmaya çabalayan, sanallığa sıkışmış yapayalnız bireyi ve onun körleşmiş hallerini göstersin; farkındalıkları çoğaltsın. Bireyin kendi kendine ayna tutmasını sağlasın.

Roman, günümüzün metalaştırılmış beyinlerini, yabancılaşmış bireyin kâbuslarını daha çok anlatmalıdır diye düşünenlerdenim. Franz Kafka, Dönüşüm ve diğer romanlarında sistemin olumsuzluğunu öngördü ve bunun birey üzerindeki etkilerini kendine özgü bir düşsel gerçeklik içinde dile getirdi.

Dilerim ki günümüzün romanı toplumsal çürümeyi, yıkımları, göçleri, vahşeti yazsın. Parçalanmış algılara dikkatleri çeksin. Yeni bir dünya için ütopyalar üreten romanlar yazılsın. Unutulan ya da içi boşaltılan temel değerler işlensin. Gerçeği ifade etmek için düşsellikten yararlanılmaya devam edilsin. Çünkü büyülü gerçeklik romanları ve fantastik romanlar, sorumlulukla kurgulandıklarında yaşanan gerçeğin eleştirisi ve dönüşümüne gerçekçi romanlardan daha fazla katkı sağlayabilirler. Bir diğer dileğim de şöyle: Günümüzde teknoloji kullanımın getirdiği dayatmalar, insanların zaman sorunu, sosyal medyanın reel yaşamı şekillendirmesi gibi olgular romanlarda daha sık yer alsın.

Elbette bütün bu içeriksel odaklanmalar; yeni, özgün, farklı ve yaratıcı edebi formlar; çarpıcı, şaşırtıcı ve etkileyici kurgular; estetik ve sağlam bir metin mimarisi, yeni dokular kazandırılmış bir dilin içinde gerçekleşirse yazınsal bir anlam ve değer taşır. Geçen çağlarda insan yaşamının karmaşıklaşmasına koşut olarak kurmacada karmaşıklığın arttığını, eski kalıpların yeni deneyimleri aktarmada yetersiz kaldığını ve yepyeni formların ortaya çıktığını görüyoruz.” diyen Ethem Alpaydın’ın tespitlerine katılmamak mümkün değil. (Ethem Alpaydın, Kurmaca++, Lacivert Öykü Şiir dergisi, sayı 54)

Roman biçimleri giderek zenginleşiyor; metinlerde çok katmanlılık öne çıkıyor. Ayrıca roman sanatı, gözlemlediğim kadarıyla teknolojiden, sosyal medyadaki kısa paylaşımlardan, twitter formatlarından etkilenerek edebiyatın minimalize olması olgusuna paralel bir seyir izliyor. Aforizma tarzı cümlelerin yoğun olduğu kısa romanlar oldukça ilgi görüyor. Metinlerarasılık daha fazla önem kazandı; mesela tanınmış bir yazarın kahraman olduğu romanlar, tanınmış bir roman kahramanının kahraman olduğu yeni tarz romanlar dikkatleri çekmekte. Yazıyı, yazma eylemini odağa alan, kahramanı yazan bir kişi olan, yazı/yazmak eylemini yazının içinde çoğaltıp genişletmeye çalışan romanlar da var. İlk bakışta döngüsellik gibi algılansa da, metnin kendisini eleştiriye açan, okuyanı yabancılaştıran romanlar; üstkurmacalar, kurmaca oyunları, imkânsız kurgular, boşluk ve suskulardan anlam çoğaltan roman metinleri, aslında hayat/metin diyalektik sarmalını oluşturan özgün yapılanmalar olarak yorumlanmalıdır. Bu tarz metinler, okuru yaşam karşısında etkin ve sorgulayıcı kılmakta; yaşanan gerçeklere yönelik eleştiri ve dönüştürüm süreçlerine katkı sağlamaktadır. Yeni tarz (postmodern) romanlarda klasik ve realist romanların ete kemiğe bürünmüş, canlı roman kahramanları giderek silinmekte; modernist romanların yabancılaşmış sorunlu bireyleri az da olsa işlenmekte birlikte, asıl olarak, farklı zaman katmanlarında yaşayan, eklektik, çok kültürlü, farklı kimlikli, marjinal karakterler öne çıkmaktadır. Roman kahramanının bu durumu, metinlere yazınsal bir parodi olarak da yansıyabilmektedir. Kahraman giderek silikleşmekte; metnin kendisi öne çıkmaktadır.

Nilüfer Kuyaş, Otobiyografi neden yükselişte? başlıklı yazısında günümüzün romanı ve genel olarak kurmacasıyla ilgili önemli tespitlerde bulunuyor. Günümüz romanında kurmacanın önemini yitirdiğini; “özkurmaca” da denen otofiksiyon’un öne çıktığını; yazarların kendi dünyalarını, kendi yaşamlarını bir roman kurmacasıymış gibi anlattıklarını belirtiyor. Bu noktada roman kişilerinin silikleştiğini, hayatın romana kendi gerçekliği içinde yansıdığını ifade ediyor. “Facebook’ta, sosyal medyada hikâye paylaşır gibi roman yazılıyor artık. Edebiyat tamamen kabuk değiştiriyor ve elbette, elimizdeki bu muazzam yeni teknoloji de önemli bir rol oynuyor bu değişimde. Herkesin yazar, herkesin yayıncı, herkesin gazeteci ve tanık, herkesin sanatçı olabileceği, çok açık ve çok akışkan bir alanda yaşıyoruz ve olabildiğince daha küçük birimlerde, daha cemaat tipi duygular keşfediyoruz.” diyen Nilüfer Kuyaş, insanın hayatını anlamak ve kendini ifade etmek ihtiyacını her zaman duyacağını, bunun farklı ve yeni yollarını daima arayıp bulacağını ve bu arayışın hiç bitmeyeceğini de dile getiriyor.

Romanın geleceği hakkında öngörülerde bulunmak şu an itibarıyla oldukça zor görünmekle birlikte; teknolojinin hayatımızın her alanını şekillendirmesi ve değiştirip dönüştürmesi olgusunun süreceği gerçeğinden hareketle, romanın da teknolojik ilerlemeye bağlı olarak yeni formlar, yeni anlatım ve dil yapıları üzerinde kurulacağını tahmin edebiliriz. Belki gün gelecek; yazı yoluyla oluşturulan romanların yerini, sadece görsellik ve kurgu üzerinden, yeni bir dil, yeni bir kurgu ve yeni bir form ile oluşturulan bambaşka bir roman tarzı alacaktır. Bilgisayar oyunlarının içindeki sanal/kurmaca âlemin, bu oyunlardaki sayısız kurgu olanaklarının, insanlar için birtakım alternatif “romanlar” oluşturacağı şeklinde savlar ileri süren bilim ve edebiyat insanlarının makalelerini okumakta yarar var.

Roman, gelecek yüzyıllarda muhtemelen görsel dilin ve bilgisayar oyun kurgularının içinde yaşamaya devam edecek; roman kahramanının yerini, o oyunu oynayan kişi alacak. Bilgisayar oyunlarında “bir başkası” olmak; okunan romanın kahramanlarıyla özdeşleşme yaşantısına benzer; hatta ondan daha güçlü bir özdeşleşme yaşantısı sunar insana.

İnsanın kurmacadan, hikâyelerden ve onların kahramanlarından kopması mümkün değil; sanal dünyada bir hikâyenin içine girmek, sanal oyunda bir kahraman olmak, okurken bir romanın içine girmekten, o romanın kahramanıyla özdeşim kurmaktan çok daha kolay hale gelebilecek… Bu durum, bir bakıma yepyeni bir “roman/kurmaca estetiği”nin kapısının aralanması anlamına da geldiği için oldukça heyecan verici.

Görünen o ki gelecekte “romansız” kalsak da “hikâyesiz” kalmayacağız; çünkü “bizi biz yapan, her zaman, hikâyeler”dir…

Kaynakça:

Ali Emiroğlu, Musa İğrek, Popüler roman edebi romana karşı, http://www.zaman.com.tr/kitap-zamani_populer-roman-edebi-romana-karsi_2149384.html

Ethem Alpaydın, Kurmaca++, Lacivert Öykü Şiir dergisi, sayı 54, Kasım-Aralık 2013.

Lacivert öykü, şiir dergisi, Geleceğin Edebiyatı dosyası, sayı 54, Kasım-Aralık 2013

Nilüfer Kuyaş, Otobiyografi neden yükselişte?, http://t24.com.tr/k24/yazi/otobiyografi-neden-yukseliste,19

Veli Uğur, 1980 Sonrasında Türkiye’de Popüler Roman,

http://turkoloji.cu.edu.tr/mine_mengi_sempozyum/veli_ugur_1980_sonrasi_populer_roman.pdf

Hülya Soyşekerci – edebiyathaber.net (1 Ekim 2015)

Yorum yapın