Rober Koptaş’ın önerdiği 25 kitap | Funda Dörtkaş

Kasım 5, 2021

Rober Koptaş’ın önerdiği 25 kitap | Funda Dörtkaş

Fotoğraf: Miran Manukyan
Fotoğraf: Miran Manukyan

Hazırlayan: Funda Dörtkaş

Edebiyat eleştirmeni ya da araştırmacısı değilim. Kendimi iyi bir okur da saymıyorum ama nihayetinde bir okur olmaya çalışıyorum ve iyi edebiyattan aldığım tadı hayatta çok az şeyden alabiliyorum. Listemin de ne bir nesnellik ne de bir rasyonellik iddiası var haliyle. Burada adını zikretmediğim nice yazarın hayranı, nice kitabın meftunuyum. Çok sevdiğim, bende iz bırakmış kimi 20. yüzyıl klasikleriyle son aylarda elimin altında, masamın üstünde olan beğendiğim kitaplar arasında bir dağılım gözetmeye çalıştım. Benim en büyüklerim, Oğuz Atay, Sait Faik, Orhan Pamuk, Adalet Ağaoğlu ve Sevgi Soysal kitaplarını buraya almadım, onların her yazdığı okunmalı diye düşünüyorum. Klasiklere ise hiç girmedim. Önem sırasına değil,kitapların aklıma veya bakınırken raftan elime geldiği sıraya göre yazdım.

Portnoy’un Feryadı, Philip Roth, Çev: Özden Arıkan, Yapı Kredi Yayınları 

Roth, ergenlik-erkeklik-kimlik şeytan üçgeninde acı ve ironiyle dans ediyor.Ne bir kahraman ne de bir anti kahraman yaratmaya çalışıyor. Sadece kendini, ailesini, annesini, Yahudiliğini, onu yaratan şeyleri deşiyor, deşiyor, acımasızlıkla, dürüstçe, sanki deşe deşe yazdıkça bunların hepsinin yarattığı marazları aşabileceğine dair bir umut ve heyecanla.

Muhteşem Gatsby, F. Scott Fitzgerald, Çev: Fadime Kahya, İş Bankası Kültür Yayınları

Görebileceğimiz en saf, en temiz karakteri yaratmış Fitzgerald. Jay Gatsby’yi masumiyet yarışında herhalde ancak Holden Caulfield alt edebilir. Jay Holden’den yaşça epey büyük, dolayısıyla masumiyeti suçlulukla çok daha karışık, tadı ise daha ekşi şüphesiz. Fitzgerald’ın bütün o debdebenin ardında gizlenemeyen kederi Amerikan realitesi içine bu kadar maharetle yedirmesine ve bunu karakterine karşı bir acındırma hissi yaratmaya hiç tenezzül etmeden yapmasına hayranlık duymamak mümkün değil.

Kara Kutu, Amos Oz, Çev: Cem Alpan, Doğan Kitap 

Amos Oz’un herhalde en önemli yapıtlarından biri değil ama ben çok sevdim. Sevgi-nefret-aşk-ilgisizlik-acı arasında o kadar hızlı ve keskin gelgitleri var ki. Ama galiba sonuçta elde en çok acıyla sevgi kalıyor. Mektuplardan ibaret bir roman ilk başta basit bir fikirmiş gibi görünüyor ama okurken insan bunun ne kadar zor olabileceğini hissediyor. Oz zor olanı kolaymış gibi gösteriyor.Tıpkı futboldaki gibi, bunu sadece en iyiler yapabilir.

Adınla Çağır Beni, André Acıman, Çev: Süha Sertabiboğlu, Sel Yayınları

Adı güzel, kendi güzel. Filmi de güzeldi. Aşka teslim olmakla olmamak arasındaki sınır çizgisinin romanı. Tabii ki teslim olunuyor, başka türlüsü mümkün mü? Tabii ki sonunda acı var. Ama nihayetinde değiyor bütün acılara.

Dünyadan Aşağı, Gaye Boralıoğlu, İletişim Yayınları

Kadın-erkek mevzunun bir noktada gelip bir baba-oğul meselesine bağlanması büyük bir sürpriz değil elbette ama Boralıoğlu bunları birbirine son derece çarpıcı bir şekilde bağlıyor. Oğulun hikâyeye girip her şeyi nasıl değiştirdiğine bakınca, Gaye Boralıoğlu sanki her şeye rağmen erkeklere ve erkekliğe dair bir umut beslemek istiyor gibi, bu da romanı daha hakiki kılıyor.

Kabuk, Zeynep Kaçar, Sel Yayınları

Dünyadan Aşağı’yla yakın zamanlarda okudum ve garip bir şekilde birbirlerini tamamladıklarını hissettim. Boralıoğlu bir kadın olarak erkek iç dünyasını arar ve onu anlamaya çalışırken Kaçar bir kadın olarak kadın sesini nasıl verebilirim diye arayışta. Kabuk’ta laf arasında geçip seslerini duymadığımız ama kadınların hayatını altüst etmiş adamlardan biri pekâlâ Hilmi Aydın olabilirmiş gibiydi. Kabuk, yaralarımızın kabuklarının nasıl zamanla tüm dünyaya karşı ördüğümüz bir duvara dönüşebileceğini gösterdiği gibi, o duvarı neyin çatlatabileceğine dair bir ışık da yakıyor.

Koşmasaydım Yazamazdım, Haruki Murakami, Çev: Hüseyin Can Erkin, Doğan Kitap

Murakami’yi bölük pörçük okudum. Ama onu dünyaca tanınan bir yazar yapan yolculuğa eşlik eden koşma merakını olanca açıklığıyla anlatışını takip etmek çok heyecanlıydı. Ben de birkaç yıldır hayatımda hem yazmaya hem de yoga ve spora istikrarlı bir yer açmaya çalıştığım için etkilendim herhalde Koşmasaydım Yazamazdım’dan.Büyük bir yazarın süper maraton (yani tam 100 km!) koşabildiğini bilmek ve bunun yazarlığıyla nasıl ilişkide olduğunu görmek gerçekten ilham verici.

Pal Sokağı Çocukları, Ferenc Molnar, Çev: Tarık Demirkan, Yapı Kredi Yayınları

Orta 2’deydi galiba, okulda bir kompozisyon yarışmasında üçüncü seçilmiştim. Kitap hediye ettiler. Pal Sokağı’nın Çocukları’nı defalarca okudum. Belki on kere. Üniversitedeyken dönüp daha. Şimdi yeniden okusam türlü arızalar bulurum diye korkuyorum, elim varmıyor.Acaba bugünün çocuklarına ne ifade eder, ediyordur, merak ediyorum.

Wittgenstein’in Yeğeni, Thomas Bernhard, Çev: Fatih Özgüven, Metis Yayınları

Thomas Bernhard da yazarlarımdan. Kitaplarını Türkçe’de Sel yayımlıyor sağ olsun. Bu ise Metis’in bastığı, belki diğer kitaplarına göre nüfuz etmesi çok daha kolay bir metin, daha hafif, daha nüktedan. İnsanın ruhsal dengesinin nasıl pamuk ipliğine bağlı olduğunu, ne kadar kırılgan ve aynı zamanda ne kadar dirençli olduğumuzu o kadar güzel anlatıyor ki.

Ayvali, Soloúp, Çev: Hasan Özgür Tuna, İstos Yayınları

Ayvalık’a her gidişimde dört bir yanda gördüğüm SATILIK RUM EVİ ilanları yüreğimi yakıyor. Soloup’un grafik romanı, o güzel denizin bizi ayırmadığını, aksine birleştirdiğini anlatıyor. Bunu yapmak için acıları illa halının altına süpürmek gerekmediğini de.

Fosforlu Cevriye, Suat Derviş, İthaki Yayınları

Kayıp bir İstanbul’u o kadar gürül gürül, duyguyla sindirilmiş, akılla kavranmış halde anlatıyor ki.Aynı zamanda parmakların ucundan göz göre göre kayıp giden bir hayatı, toplu ikiyüzlülüğümüzü de. Suat Derviş’e sırf Fosforlu’yu yazdığı için dahi hayran olurdum, ki çok daha fazlasını da yaptı. Henüz fırsat olmadı ama Anılar Paramparça’sını da okuyacağım.

Tütüncü Çırağı, Robert Seethaler, Çev: Oktay Değirmenci, Jaguar Kitap

Jaguar’ın programını, çevirmek için seçtiği kitapları seviyorum. Bu da neredeyse eğlencelik diye okunabilecek ama Faşizm’e dair çok şey anlatan iyi yazılmış bir roman. Genç Franz’ın buhranlar içinde dahi koruduğu masumiyetini ve bunu her türlü zorluğa rağmen inatla yapmasını sevdim.İnatta inat etmenin aptalca göründüğü durumlarda bile ne kadar büyük bir güç olduğunu düşündürdü bana. Üstelik tütüncü çırağının yolu aşkla ve nihayet Freud’la da kesişiyor. Daha ne olsun.

Yeraltı Demiryolu, Colson Whitehead, Çev: Begüm Kovulmaz, Siren Kitap

Yarın ne gösterir, tarih onu nereye oturtur bilmiyorum ama büyük bir romanla baş başa olduğumu hissederek, yudum yudum okudum. İnsanın vahşetini, medeniyetimizin şiddetini, aptallığını, tüm bunlara rağmen iyiliğin de var olduğunu, bir roman değil, bir biyografi okuyormuşuz, Cora diye biri gerçekten yaşamış hissi veren bir sahicilikle anlatıyor.

Kıyamet Koparken İnkâr İçinde Kalmanızı Sağlayacak 50 Basit Şey, Derrick Jensen&Stephanie McMillan, Çev: İnan Mayıs Aru, Kaos Yayınevi

Dünyayı el birliğiyle yok ediyor, bunu biliyor, görüyor, yine de yok etmeye devam ediyoruz. Utanmıyoruz da. Kıyamet Koparken, çevrede yarattığımız tahribata karşı inkârdan başka bir yol olup olmadığı üzerine düşündürüyor. Son ağaç kuruyana, son balık avlanan kadar beklemektense yapılacak bir şeyler olduğunu.

Senden Gayrı Âşık Mı Yoktur, Ulaş Özdemir, Kolektif Kitap

Müziğini beğeniyle dinlediğim Ulaş Özdemir’in, âşıklık geleneğinin 20. yüzyıldaki en büyük temsilcilerinden ömür gözüyle yetişebildikleriyle yaptığı söyleşiler, toprağımızı bereketlendiren yaratıcıların yaşam öykülerini ve bu arada memleket hallerini de anlatıyor.

Meteliksiz Âşıklar, Zaven Biberyan, Çev: Natali Bağdat, Aras Yayıncılık

Çalıştığım Aras Yayıncılık’ın bastığı bir kitap olduğu için değil, Biberyan çok iyi bir yazar olduğu için. Yeni yetme Sur’un öfkesi pek öyle dünyayı değiştirmeye yönelecek gibi görünmüyor ama Biberyan belki de ilk kez bir kitabında dünyayı neyin değiştirebileceğine dair bir umut kapısı aralıyor. İstanbul, özellikle Adalar romanda en az Sur kadar önemli bir rolde. Ne yazık ki Sur’la Norma’nın doya doya sevişmelerine sürekli engel olan röntgenciler de öyle.

Şaka, Milan Kundera, Çev: Zehra Gencosman, Can Yayınları

Bir şaka, hele hele uygun olmayan koşullar altında yapılıyorsa, insanın hayatını karartabilir. Ama kararan hayat da nihayetinde bir hayattır ve bize muhtemelen görünüşte kararmayan hayatlardan daha çok şey söyleyecektir. Kundera’nın yazdıklarını çok seviyorum ama Şaka benim için diğerlerinden farklı bir yerde duruyor. Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’den bile.

İhtişam, Vladimir Nabokov, Çev: Sabri Gürses, İletişim Yayınları

Henüz sadece yazarın kitaba yazdığı önsözü okudum. Nabokov’un Rusça yazdığı dönemden İngilizceye çevirdiği son kitap. Sabri Gürses Rusça’sından çevirmiş, yazarın en şiirsel romanıymış, otobiyografik pek çok öğe varmış metinde. Bir an önce okumak için bir dolu neden var.

Mavi Çocuk, Henry Bauchau, Çev: Sosi Dolanoğlu, Metis Yayınları

Okuyalı yıllar oldu. Başta bu patolojik vakanın neden romanın konusu olduğunu anlamamıştım. Sanki roman ne olursa olsun, hangi çılgınlıkları, hangi zaafları sergilerlerse sergilesin nihayetinde “normal” insanları konu edinmeliymiş gibi. Bauchau ise herhalde tam da bunu yapmak ve normallik-anormallik algılarımızı sarsmak, ruhsallığımızın derinlerindeki kırılmaları keşfetmek istiyordu, bunu beceriyordu da.

Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Barış Bıçakçı, İletişim Yayınları

Erkeklik, dostluk, aşk. Bir başka, daha küçük, daha az lafazan bir tutunamayanlar  hikâyesi ve şimdiden bir klasik. Az önce kitaplıktan alıp baktım, kitabı bana Tanıl Bora hediye etmiş Kasım 2007’de, “Seveceğine inanarak” notuyla. Sevmek ne kelime. Barış Bıçakçı anlatacaklarını, muradını o kadar iyi süzüyor, o kadar özlendiriyor ve bunu o kadar kendine has bir dille yapıyor ki, yazı eskimiyor, hep taze, olduğu gibi kalıyor.

Napoli Romanları, Elena Ferrante, Çev: Eren Yücesan Cendey, Everest Yayınları

İlk kitaba, herhalde kazandığı popülariteden olacak, hafiften küçümseyerek başladım ama birkaç sayfa okuyunca yanıldığımı anladım, elimdeki has edebiyattı. Yolda belde, sırada, kuyrukta, her yerde okudum. Büyüklenmeden, bin bir takla atmadan, zorlamadan safi hikâye anlatmanın ne kadar etkileyici olduğunu hatırlatıyor Ferrante.

Tol, Murat Uyurkulak, April Yayıncılık

Öfkemizden korkmamamız gerektiğini söylüyordu Tol sanki her şeyden çok. Nasıl bir tımarhanede yaşadığımızı sadece anlatmıyor, delişmenliğiyle gösteriyordu da. 21. yüzyıldaki ilk büyük romanımız olabilir bence ama yeterince takdir edildi mi emin değilim.Hele şimdi, ilk yayımlanışının üzerinden bunca zaman geçmişken, dönüp yeniden okunmayı hak ediyor.

Kuş Diline Öykünen, Ayşegül Devecioğlu, Metis Yayınları

Hepsini okumadım elbette ama 12 Eylül romanlarının, ya da genel olarak polis-asker devleti karşısında insan (solcu insan) meselesini ele alan romanların içinde kendinden önce gelenlerin hepsinden bir şeyler barındıran, onların hepsinin anlatamadıklarının yükünü de yüklenmiş ve bunu edebi olarak son derece iyi işlemiş çok değerli bir metin olduğunu düşünüyorum. Edebi olarak işleyen içimize de ince ince işliyordu, sanki o kapana kıstırılan bizmişiz gibi. Ki öyleydik şüphesiz.

Efsus’a Yolculuk, Yücel Kayıran, Metis Yayınları

Şiirden anladığımı söyleyemem, bunun bir şiir kitabı olup olmadığından da emin değilim ama bugüne kadar okuduğum her şeyden farklı, çok farklı olduğunu söyleyebilirim. Kendini bu kadar dürüstçe açarak bu kadar hakiki olabilen, olduğu haliyle acısını ve sancısını okuruna bu kadar geçirebilen çok az metin vardır. O kadar yoğun ki, uzun sürelerle okuyamıyorsunuz, durup, ara verip düşüne düşüne tekrar metne dönmeniz, bazen elinizden bırakıp teneffüse çıkmanız gerekiyor. 

Aram Derler Adıma, William Saroyan, Çev: İrma Dolanoğlu Çimen&Ohannes Kılıçdağı, Aras Yayıncılık

Naiflikten fışkıran bir mizah, kederle el ele giden bir saflık, isyanın hemen ardından gelen bir boyun eğiş ve daha pek çok durum yumuşacık geçişlerle örülüyor Saroyan’ın ilk dönem öykülerinde. Laf kalabalığının içindeki sadeliğin ustası yazar, Aram Derler Adına’da Anadolu’dan ta Amerika’nın doğu yakasına, Los Angeles’a savrulmuş Ermenilerin ve diğer göçmenlerin Yeni Dünya’daki yaşantılarına bakıyor. Saroyan yapmacıksız, hesap kitapsız bir şekilde okuruna insanı sevdiriyor, ben hümanistim diye bağırmadan.

edebiyathaber.net 

Yorum yapın