“Pazar Günleri”: Neyse ki edebiyata ömür biçilmiyor!

Mayıs 24, 2013

“Pazar Günleri”: Neyse ki edebiyata ömür biçilmiyor!

Iréne Némirovsky’nin yazdığı, Ebru Erbaş’ın çevirdiği Pazar Günleri, Can Yayınları’nca yayımlandı.

1934-1942 yılları arasında kaleme alınan bu on beş öykünün yaratıcısı Némirovsky, 1903’de Kiev’de dünyaya gelir. Ukrayna asıllı bir Rus Yahudisi olan yazar, Ekim Devrimi’nin ardından ailesiyle Fransa’ya göç eder. 1935’de Fransız vatandaşlığına geçme talebi reddedilir, 1939’da, Yahudiler için yaklaşmakta olanı fark edip Katolik olur. Fakat bu sonuçsuz bir girişimdir: Otuz dokuz yaşında Auschwitz Kampı’nda ölür, cesedi hiç bulunamaz…

Némirovsky’nin edebiyat hayatına girişi 1926’da yayımlanan romanı Yanlış Anlama’yla olur, asıl fark edilişiyse 1929’da basılan ikinci romanı David Golder’la gerçekleşecektir. Geniş kitlelere ulaşması ölümünden sonra çocuklarının bulduğu ve 2004 yayımlattığı Fransız Süiti romanıyla olur, bu romanla ilk kez ölmüş bir romancıya verilen Renaudot Ödülü’nü alır.

Némirovsky, Yahudi karşıtı ve Vichy Hükümeti’ni destekleyen milliyetçi haftalık dergi Gringoire’da yazması ve kitaplarında Yahudileri daha çok olumsuz yanlarıyla aktarması dolayısıyla çok eleştirilir. Daha otuzlu yılların başından itibaren edebiyat dünyasının prensesliğine yükselen, üslubunu, daha ilk sayfalardan kendilerini dayatan kişilikleri tasvir etmede kullandığı tutumlu dil kullanımını öven büyük eleştirmenlerce göklere çıkarılan Irène Némirovsky bir Fransız yazar olarak kabul edilir. Rus duyarlılığıyla yazan bir Fransız yazardır, öykü ve romanlarında iki savaş arasındaki Fransız toplumunun son derece isabetli analizlerini yapar.

İrène Némirovsky iki ana tema çevresinde yazar; anne ve Yahudilik. Tehlikeli olduğunu bildiği toprakları keşfe çıkan bir avcı gibi, silahına davranmadan, yaklaşabileceği kadar yaklaşarak yazar onları. Korkularını işler. Onları bize güçsüz düşmüş, nefesi kesilmiş ama asla yere yığılmamış halde gösterme şeklinin kaynadığı da budur.  Anne kraliçedir; güzelliğinin doruğunda olduğunda bile kızı onu ağır, kasvetli ve hastalıklı olarak yansıtır. Hem kızının kusurlarını vurgulayan hem de kızının varoluşunda dahi kendi yaşlanmasının ve bir rekabetin doğuşunun işaretini gören bir annedir bu. Kendi soyunu böyle yüzüstü bırakma hali, Némirovsky’nin öykülerinde kendini hep hissettirir. Anne-kız çatışmasında görünürde daima sevginin icapları yerine getirilir ama maskelerin sırıttığı da aşikârdır. Ama hakikati söylememek daha iyidir; çünkü hakikat yaralayıcıdır.

Sevilmemiş bir çocuk olan yazarın, bunun açtığı derin yaraların izlerini taşıdığı bilinir. İnsanı ve onun hassas varoluşunu çok iyi tanıyan yazar, bunları etkileyici, sabırlı ve taviz vermeyen dürüstlükle dile getirir.

edebiyathaber.net (24 Mayıs 2013)

Yorum yapın