Paris’ten yansımalar (I): Her yeni gün, başlama noktası… | Feridun Andaç

Mayıs 23, 2017

Paris’ten yansımalar (I): Her yeni gün, başlama noktası… | Feridun Andaç

feridun-andacJean-Jacques Rousseau’ya beni döndüren biraz da şuydu: başlama noktası. Yazarken, okurken her adımda o ilk uğrakları hatırlarım.

Marquez’in Anlatmak İçin Yaşamak anlatısında sık sık karşıma çıkan buydu.

Rousseau’nun bir yazısına uç veren şu soruyu bugün sorsak eğer, nereye varırız:

“Bilimlerin ve sanatların gelişmesi ahlakın bozulmasına mı düzelmesine mi yardım etmiştir?”

Onun, Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev’i yazmasına neden olan bu soru aklımın bir köşesindeydi gene bir yolculuk için Fransa’nın yolunu tuttuğumda.

“Avrupa insanı” düşüncesini bize taşıyan Rönesans, bunun ardından yaşanan Fransız aydınlanması, Devrim’le gelen sürecin evrildiği tarihsel aşamalar bugünün Avrupası’nı nasıl şekillendirmişti…

Bu ve buna benzer sorularla yola çıkarken gelip burada (Paris’te) yüzleşeceklerimle bu kez de Avrupa Birliği projesinin öncülerinden Jean Monnet’nin şu düşüncesine uzanacaktım: “Avrupa’yı kurmaya bugün girişecek olsam, buna kültürle başlardım.”

Bilimsel teknolojik devrimin toplumları dönüşüme uğrattığı, kültürel kimliklerini erozyona uğrattığı gerçeği artık yadsınamaz durumda. Buna ister küreselleşme hastalığı deyin, ister başka bir sıfat ekleyin; hiç kimse olup bitenden hoşnut değil. Ne içtiği suya ne de ülkesini yöneten siyasal iktidara güvenmiyor.

Bu araya istediğiniz her şeyi yerleştirebilirsiniz. Fransa’nın son seçiminden cumhurbaşkanlığı için öne çıkan ad Emmanuel Macron’nun sivil bir hareketin içinden gelmesi de bir gösterge aslında. Yerleşik siyaset anlayışı, siyasi partilerin kemikleşmiş yapısı/siyasi jargonları artık biriken küresel sorunların çözümüne çare olamıyor. İtirazı olan, sivil itaatsizlik safında yer alan kitleler yeni arayışa yöneliyor.

Eğer bugünün sorunlarına çözüm arıyorsak mutlaka bir başlama noktası aratmamız gerekiyor. Ama daha öncesinde söylenenlere-yapılanlara göz atmak da kaçınılmaz. Bu nedenledir ki Rousseau’nun düşünceleri bugün halen kayda değer niteliktedir.

Bu “yeniden uyanış” değil, teknolojinin çoğalttığı bilgisizlik/hamlık, yaratıcılığın ölümü ve ister istemez toplumları hantallaştırıyor. Gelişmişlik olarak gördüğümüz nice şey insanın içindeki enerjiyi öldürüyor. İşte “tutsak akıl” dediğimiz şey de burada başlıyor; sizin yerinize üretip yaratanların tutsaklığı hayatınızın her alanını kapsıyor.

Rousseau’nun şu sesini size de yansıtmak isterim:

“İhtiyacın doğurduğu kral tahtlarını bilim ve sanatlarla güçlendirmiştir. Ey dünyanın egemenleri! Sanata yeteneği olanları sevin, sanat için çalışanları koruyun. Ey uygar milletler! Bilimleri ve sanatları besleyin. Ey mutlu köleler! O sizin özene bezene ortaya serdiğiniz kibar ve ince zevki onlara borçlusunuz. Aranızdaki ilişkileri pek tatlı, pek kolay bir duruma getirin, o yumuşak huylarınızı, uygar şehir âdetlerinizi, kısacası hiçbir erdeme sahip olmadan bütün erdemlere sahipmiş gibi görünmek ustalığını onlar sayesinde elde ettiniz!”

Evet, yeni Avrupa düşüncesi bu bakış etrafında biçimleniyor artık. Sınırların kaldırılması değil, her ulusun kendi kimliğine/mevcudiyetine sahip çıkarak var olma isteği daha ağırlıkta. Ürettiği tarımsal üründen tasarlayıp yarattığı teknolojik ürüne kadar kendi adıyla pazarda var olmak istiyor.

Bugün artık ortak payda siyasi kimlik ve para politikaları değil, dünyanın ekolojik durumudur. Savaşların getirdiği yıkımın tetiklediği göç politikaları da iflas etmiştir. Nüfus geçişlerindense yerinde istihdam, kendi kaynağını kendin yarat/kullan düşüncesi ise yeni eğitim politikalarının oluşmasını kaçınılmaz kılıyor.

Özellikle de uluslararası örgütlenmeler yerine bölgesel sorunlara, kaynaklara odaklı sivil örgütlenme anlayışı ister istemez iç siyasetin de gündeminde olan bir olgu.

Bu anlamda Fransa’nın bu seçimi Avrupa’nın yeniden biçimlenmesine bir adım olacaktır. En azından küreselleşmenin getirdiği yıkımların ulusları hangi alanlarda etkilediği, bunların sonuçlarına bakarak da yerel ve ulusal politikaların neden kaçınılmaz olduğunu görmek gerektiğini anlatıyor biraz da. Çünkü insanlar artık sokağına ve toprağındaki ürününe sahip çıkmak istiyor. Küresel salgının tüketim anlayışının insanlığı bir güve gibi nasıl kemirdiğini teknoloji ve bilişim aygıtları yeterince göstermeye başladı bile.

Bunların her birinin insan ruhunu da yaralamanın ötesine geçerek, yeni hastalık sendromları yaşattığını gene bilim bize anlatıyor.

Sağlıklı çevre, temiz toplum yaratmak için temiz siyasetin kaçınılmazlığı da kapıya dayanmış durumda. İşte bu dönemeçte eğer sanatı/kültürü/eğitimi ıskalarsanız ülkenizin/insanınızın geleceğini kurma düşünüz ne yazık ki ham hayalin ötesine geçemeyecektir.

Bunu bir de başka cepheden anlatmaya çalışacağım sevgili okurum.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (23 Mayıs 2017)

Yorum yapın