Öykü: Kuytuda | Dilek Bektaşoğlu Sanlı

Kasım 21, 2019

Öykü: Kuytuda | Dilek Bektaşoğlu Sanlı

Yumuşakça bir şey beton bir duvara çarpıyor, duvarı yalayıp sıyırıyor, kendini bulaştırıyor olmalıydı. Sert bir “pat” la başlayan, ardından sürtünmelerle uzayan hışırtılı bir ses çıkıyordu.Ses dalga dalga yayılıyor, küçük darbeler halinde bedenime çarpıyor, kulaklarımdan içeri giriyor, titriyor ve nihayet kendini olduğu gibi bırakıyordu. İrkiliyordum. Yine de ne olduğuna dair hiçbir merak taşımıyordum. Sadece bitmesini arzuluyordum. Bir an önce sona erseydi de.Uzandığım yerde kitabımı okumaya devam edebilseydim.

Fakat nafile. Bitmiyordu. Tersine artarak sürüyordu. Kısa bir çarpma ardından uzun bir sürtünme.Arka arkaya durmadan. Bir pat, bir pat bir pat daha. Beynimin içine böylece yerleşiyordu.

Daha fazla tahammül edemezdim. Başımı sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Gençten bir oğlan, muhtemelen ölü,büyücek bir ahtapotu kafasından kavramış, duvara çalmaktaydı. Durmuyor bırakmıyor duvara yapıştırıp ezerek sürtüyordu.Odaklanmam güçleşiyordu. Kitaba yeni başlamıştım, karşılaştığım dili anlamaya çalışmanın sinirlerimi inceden inceye gerdiğini hissediyordum. Alttan alta heyecan uyandıran bir hikayeyi de barındırıyordu. Uyarılmıştım.Sayfaları çevirdikçe, uzak bir meşe ağacının mantarlı kokusunu alıyor, aldıkça yatışıyordum. Tamamen gevşeyip zihnimi salıvermem, dokunaklı bir satır arasına yerleşmem yakındı. Fakat işte o sürtünme. O süregelen ezici hareket. Duraksamadan devam eden. Kendiliğinden yok olmayacak olan.

Her vuruşta ahtapotun vantuzları havada dağılıyor, sonra tekrar yerlerine yerleşiyordu. Bu defa güçle donanmış kollarını duvardan geriye atıyor, sıçramalarla sarsılıyordu. Zamanla direnci azaldı. Sümüksü bir salgı salmaya başladı içinden;teslimiyetin habercisi gibi.Pelteleşti. Mavi bir sıvı bıraktı duvarın dibine. Kan niyetine.

İçim kımıl kımıl ürperdi. Başımı önüme, yeniden kitabıma eğmeye yeltendim ki, bu defa üzerimden bir taş parçası fırladı. Arkada çığırıp duran kız çocuğunun işiydi bu. Babasının tüm telkinlerine rağmen, usulca dalgalanan denize taşları bir bir atıyordu. Ne bir pusulası ne bir neşesi vardı. Bir kısmı üzerimden, bir kısmı yanı başımdan bir kısmı uzağımdan havada salınıyordu.Mesafelerini tükettiklerinde ancak,düşüyor, suyun derinliklerine doğru nüfuz ediyor, nihayet kendilerini suya katarak kayboluyorlardı.

Suya atılan taşın sesi duvara çalınan ahtapotun sesiyle birleşti zihnimde. Çaresizlikle, önümdeki kitaba dönüp bütün bu sesleri uzaklaştırmaya çalışacaktım ki, bu defa baba,kız çocuğunu çekiştirerek söylenmeye başladı.

Kız çocuğu durmuyor, hırçınlaştıkça daha büyücek taşları, bana daha yakın bir mesafeden denize fırlatıp duruyordu. Kendinden geçmiş (mi) yoksa tam olarak kendinde mi olduğunu kavrayamadığım oğlan, ahtapotu duvara çaldıkça çalıyor,sürttükçe sürtüyordu.

Ne benden ne de gırtlağım bildiğim yerden tek bir ses çıkmıyordu. Lakin kitabı da artık okuyamıyordum.

Yorum yapın