Öykü: Fotoğraf günü | Cihad Özsöz

Mayıs 3, 2018

Öykü: Fotoğraf günü | Cihad Özsöz

“Aslında akraba falan demeyeceksin. Yaptığı işe bakacaksın. Pezevenk asfaltlamadı gitti şu yolları. Hale bak, hem tozun toprağın içinde kaldım hem de geciktim.”

Murtaza, amcasının arkasından bildiği bütün küfürleri savura savura, arada ayağından çıkan topuğuna basılmış ayakkabılarını toz bulutu içinde bulmaya çalışarak bu sırada hızını bir türlü ayarlayamadığı için düşüp kalkarak yürümeye çalışıyordu. Geciktiği için koşmaya çalışıyor, koştukça daha fazla tökezliyordu. Her tökezlemesinde ettiği küfürleri daha da içinden gelerek dolduruyordu ağzına. Ayakkabısını giyip her doğrulduğunda etrafındaki tozu dağıtan derin bir nefes veriyordu. Dedesinin evine vardığında kapıdaki ayakkabıları gördü.

“Yetiştim mi acaba?” diye mırıldandı. Mutfağın camından siyah bir çift göz dışarı uzanıp gülerek seslendi Murtaza’ya. “Yetiştin Murtaza Abi yetiştin. Dede hala fotoğrafta.” Sesin Gülten’e ait olduğunu anladı ama onun neden bu kadar keyifli olduğuna anlam veremedi. “Daha dün kalktı cenaze,” diye söylendi içinden. Gülten’in söylendiğini duyup duymadığından emin olmak için mutfak camına döndü ama Gülten elindeki çay tepsisiyle çoktan evdeki kalabalığın arasına karışmıştı. Murtaza da kan ter içinde o kalabalığın içine girdi. Kardeşlerin en büyüğü olduğu için camın yanındaki somyanın duvardaki fotoğrafa en yakın yerinde genişçe bir yer ayrılmıştı ona. Yerde oturan yeğenlerinin ve çocuklarının arasından geçip annesinin yanına oturdu. Oturur oturmaz elinde annesinin elinin soğukluğunu hissetti. Ona soran gözlerle bakan annesi belli belirsiz titriyordu. Başını hafifçe yana eğip sağ omzunu kaldırdı. “Merak etme ana. Koskoca Taci Paşa o. Dedem bizimle kalacak hiç merak etme,” diye fısıldadı.

Kendi babasının fotoğrafını terk ettiği an gözlerinin önünden gitmiyordu. Bu yüzden annesini teskin ederken söylediklerine kendisini de ikna etmeye çalışıyordu. Babası beş yıl önce ölmüştü. Mahalle meydanında berberlik yapan Mahmut, her başı sıkışanın imdadına koştuğu için Mahmut ismi ona hiç konmamışçasına Hızır adıyla anılırdı. O öldüğünde herkes fotoğrafta oturduğu yerden hiç kalkmayacağına emindi. Öyle ki öz çocukları bile o an ne olacağını görmek için evine gitmemişlerdi, eve her gittiklerinde babalarının duvardaki fotoğraftan kendilerine gülümseyeceğine inanıyorlardı. O anları beş yıl boyunca her gün tekrar tekrar hatırlayan Asiye, oğlu Murtaza’nın elini sıkı sıkı tutarak odadakilere baktı. Odadakiler Asiye’nin gözlerinin kendilerine döndüğünü fark edince aralarındaki fısıldaşmalara son verip başlarını önlerine eğdiler. Asiye Murtaza’ya dönüp daha önce binlerce kez anlattığı hayal kırıklığını tekrar anlatmaya başladı.

“Beyime Hızır derlerdi benim. O yüzden hep fotoğrafında öylece oturup kalacak, duvardan uzun uzun bizi izleyecek diye bekledik. Tek bir fotoğraf. Ölenimizden bize kalan tek bir fotoğraf var. Murtazam, istedim ki hepiniz dosdoğru insan olun. Atamızdan öyle gördük biz. Bu dünyadan göçüp gittiğimizde, hayatı dosdoğru yaşadıysak o tek fotoğrafta kalacağımızı bildik. Zaten ölümümüze üzülecek olan yakınlarımızı ikinci kez üzmememiz gerektiğini öğrendik. Sonra ne oldu Murtaza? Kendi erim, senin baban, kalktı gitti fotoğrafından. Arkasına bile bakmadan gitti. Meğer bazı geceler caminin altındaki muhtarlık odasına gizlice girer, mahallenin ihtiyaçları için toplanan paraları alıp dükkânın borçlarını kapatırmış. Önceleri, sonra yerine koymak üzere alırmış bu paraları ama sonra ne olduysa koymamaya başlamış. Muhtar bilirmiş de bunu mahallede infial olmasın diye söylemezmiş. Bu bir kere olduktan sonra dönüşü yok zira, o fotoğraftan gideceksin. O kişiyi düzeltsen ne olur, uyarsan ne olur?”

Murtaza o an, beş yıl boyunca sırtında her geçen gün daha da büyüyen bu yükü taşıyamayacak gibi hisseti. Annesine sus der gibi baktı. “Ana. Korkma sen. Taci Paşa’yı, dedemi herkes bilir. Cephede ne kahramanlıkları var hep anlatılır. Kaç öksüz, kaç yetim ona baba der. Anlı şanlı Taci Paşa. Bak fotoğrafına. Dimdik, çakı gibi. Taci Paşa bizimle kalacak, dedem bizimle kalacak.”

O sırada Gülten’in siyah gözlerini üzerinde hissetti. Az önce mutfak penceresindeki neşeli tavırları yüzünden kızgındı ona. O yüzden her göz göze gelişlerinde odanın çiğ sarı duvarları hızla kararıyordu sanki. Gülten’le evlenmeyi seçtiği için kardeşi Ali Kadir’e sitem dolu bir bakış attı. Ali Kadir ne olduğunu anlasa da anlamazdan geliyor, sol yanağını hafifçe kaldırıp başını sallayarak korkusunu gizlemeye çalışıyordu. Murtaza da susunca odada gergin bir sessizlik oluştu. Herkes saatine bakıyor, geçmeyen dakikaları bakışlarıyla ilerletmeye çalışıyordu. Odadaki sessizlik Taci Paşa mezarına indirildiği an başlayan sessizlikti.  Murtaza’yla Asiye konuşurken mahalleyi dolaşmış da onlar susar susmaz odaya gelmiş gibiydi. Sessizliğin soluk soluğa duruşu herkesin kulaklarını uğuldatıyordu.

Murtaza’nın kimseyle göz göze gelecek gücü kalmamıştı. Karşıdaki şilteye kilitledi bakışlarını. Yerde oturan çocukların başlarının ve somyada oturan kardeşlerinin bacaklarının arasından görünen şilteyi inceliyor, etrafını kuşatan fitili gözüyle takip etmeye çalışıyor, en ufak bir baş veya bacak hareketinde bütün dikkatini kaybedip en başa dönüyordu. Asiye buz gibi eliyle bir kez daha elini sıkınca irkildi. Başını yavaşça kaldırıp Taci Paşa’nın fotoğrafına baktı. Sonra gözü kolundaki saate kaydı. Zamanın geldiğini görünce kalbinin ağzında atmaya başladığını hissetti. Annesi elini o kadar çok sıkıyordu ki onun bu kuvveti karşısında yaşadığı şaşkınlık ona gerginlikle karışık heyecanını unutturuyordu.

Taci Paşa fotoğrafta oturduğu sandalyeden kalktı. Ali Kadir, bir an için gözlerini odada gezdirdi ve bir tek Gülten’in fotoğrafa bakmadığını görüp şaşırdı. Abisinden çekindiği için seslenemiyor ama avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordu. Zaten sürekli üzerine gelen Murtaza’nın eline yeni ve bu denli önemli bir koz vermek üzere olduğu için Gülten’e çok sinirlenmişti. Dudaklarını oynata oynata tekrar fotoğrafa döndü.

Taci Paşa hala ayaktaydı. Yakasını ve düğmelerini hızlıca yoklayıp ceketini eteklerinden çekerek düzeltti. Madalyalarının duruşunu kontrol etti. Belindeki silahı çıkarıp sağına soluna bakıp tekrar beline taktı.  Artık odadaki sessizlik de soluğunu tutmuş gibiydi. Murtaza babasının fotoğraftan gittiği günü hatırladı. Annesinin bayılışı, kendi gözlerinden gelen birer damla yaş, Ali Kadir orada olmadığı için hissettiği öfke, en küçük kardeşi Firdevs’in çığlıkları, odadan çıktığı anda mahalleliyle nasıl göz göze geleceğini bilemeyişi uzun birer ağıta dönüşmüş kulaklarını çınlatıyordu. Babasıyla ilgili gerçekleri öğrendiğinde duyduğu utanç dedesine daha çok bağlanmasına neden olmuştu. Şimdi o da giderse tutunacak bir şeyim kalmaz diye düşündü.

Taci Paşa çiğ sarı duvara doğru ilk adımını attığında Asiye Murtaza’nın avuçlarındaki elini hızla çekip göğsüne bastırdı. Murtaza ve Ali Kadir oturdukları yerden bir hışımla kalktılar. Dedelerini durdurabileceklermiş gibi birbirlerine dönüp uygun zamanı kim işaret edecek diye beklemeye başladılar. Asiye bir şeyler yapsınlar diye iki büyük oğluna bakıyordu. Yumruğu göğsüne vuran bir top mermisi gibi ağırlaşmıştı. Gıcırdayan dişlerinin arasından “Baba,” diye mırıldandığını yalnızca yanında oturan Firdevs duyabiliyordu. Firdevs bu kez çığlık atmamak için yeğenlerinden birini yerden alıp boğarcasına sarıldı. Murtaza ve Ali Kadir hala ayakta bekliyorlardı. Bu bekleyişin ne kadar saçma olduğuyla yüzleştiklerinde Taci Paşa çoktan fotoğrafı terk etmişti. Şaşkınlık yüklü soru işaretleri odadaki anlamsız bakışmalar arasında birer teleferik gibi gidip geliyordu. Murtaza ellerini beline koyup cama, Ali Kadir omuzlarını düşüre düşüre duvara döndü. Herkes kendi içine düştüğünden Asiye’nin bayıldığını kimse fark etmedi. Firdevs’in kucağındaki çocuk zar zor nefes alabiliyordu. Ali Kadir’in büyük oğlu Hasan sağ elini fotoğrafa doğru uzatıp herkesin içinden geçen soruyu sordu.

“Kahraman paşa dedem ne hata işlemiş olabilir ki?”

Gülten ayağa kalktı. Gözlerini elindeki boş tepsiden ayırmadan kapıya yöneldi. Tam kapıdan çıkacakken arkasına dönüp yüzünde belli belirsiz bir tebessümle Hasan’a baktı.  Odada bir süre yalnızca Hasan’ın sesinin yankılanacağını zanneden herkes Gülten’in odadan çıkarken çarptığı kapının sesiyle irkildi.

edebiyathaber.net (3 Mayıs 2018)

Yorum yapın