Orada, karanlıkta | Beliz Güçbilmez

Şubat 7, 2018

Orada, karanlıkta | Beliz Güçbilmez

Karanlıktasın. Sen orada değilmişsin gibi… Sana bakmıyor, seninle göz göze gelmiyor. Seni yok sayıyor, yine de senin için orada. Fakat daha çok kendisiyle ilgili… Kendi zevkiyle oynuyor. Orada kendisi için var. Sen yoksun. Oysa seni çağırırken, sen olmazsan kurulamayacağını söylediği bir oyun bu. En çok kendisi ile ilgileniyor. Kendi zevki, kendi hazzı ile. Kötülüğe benzer bir şey…

Seyir yerinde, seyircinin razı olmadığında bile, tiyatronun adabı açısından rıza gösterme zorunluluğu, aynı adap ya da diyelim ki yazılı olmayan sözleşmenin maddelerinden biri olan sessiz kalmaya ilişkin önşart hâkimken, bunun bilgisinin yarattığı “karanlık” bir iktidar vardır.

Orada “hiç kimse yok” değildir, orada ne yaparsak yapalım sessiz kalacağını bildiğimiz, razı olmasa da rıza göstermek durumunda olduğuna emin olduğumuz, fiziksel olarak bizden “aşağıda”, bizden az bilen, bizden daha az deneyimli biri(leri) olduğuna eminizdir. Sormadan kabullenecek, itiraz etmeyecektir.

Orada seyirci vardır.

“Orada kimse yok” mottosuyla seyirciyle arasına duvar ören illüzyonist tiyatroya köhne ömrünü adamış herkes bilir bunu. Orada seyirci vardır, ama çocuk “gibi”dir, senden “güçsüzdür” (sözü yoktur), seni “kabullenmeye” hazırdır (bunun için gelmiştir), itiraz kanalları kapalıdır. Çocuk seyirci.

Kendisiyle kimse göz göze gelmezken orada oturur; suçun hem tanığı, hem de ortağı olduğundan giderek sessizleşir, içine kapanır ve karşı karşıya kaldığı şey hakkında konuşması imkânsız hale gelir.

Tiyatro eşitler arası ilişki ideali üzerine kuruludur, birlikte yapmanın hazzına eşlik eden, topluca seyredilme yasası sağlar bunu. Bu tarihsel amnezi çağında, -sadece geçmişi değil, bir gelecek tahayyülünü de kaybetmek anlamında- tarihteki örneklerimizi de, gelecekteki modellerimizi de kaybediyor gibi görünsek de, karanlıkta hep güvendiğimiz ellerimizin yordamıyla yeniden kurabileceğimiz bir şey bu.

Buna sonra devam edelim.

Metnin, rolün, oyuncunun, ışığın, kostümün, sahnenin, sahnedışının, seyircinin tarihine bakalım ama gitmeden…

Tiyatronun Tarihi Kadim’i

Soruldu,

“kalu belâ”

(evet dediler)  ve

bilmediler neye evet dediklerini

kimbilir neredeydi akılları

Rumi’nin dediği gibi.

Sahne gözü acıtmayacak kadar karanlıktır. Kişiliksiz değil de birine atfetmenin güç olduğu gayrişahsî bir ses; sahnenin “üzerine konuşur”

Biz seni bir kan pıhtısından yarattık. Demek ki “kan var bütün kelimelerin altında”

Ve bir düşünce tortusundan.

Andolsun ki, biz seni meşakkat içinde yarattık. Çok uzun yoldan getiriyorduk seni her sefer. Ta oradan buraya çağırıyorduk.

Sana konuşasın diye kağıttan bir dil, biri doldursun diye ses boşluğu verdik.

Ardında durana, muhafaza etsin diye bir hafıza ve unutmaktan ve düşmekten menkul bir korku verdik. Nisyan ki, sana nimet değil dehşettir.

Biz sana kımıldayan ve duran,  kabullenen ve inkâr eden bir beden verdik.

Ve biz sana bir yer verdik. Şüphesiz sen iskân edenlerin en hayırsızısın.

Ve biz sana bir başkasının kâbusunda uyurgezer ol dedik. Ol dedik. Oldun. Kanlı bir onaylamanın şafağında oldurduk seni. Sen o oldun.

Ve biz sana nurdan bir perde ihsan ettik. Alnına düşen güneşin altında kırpılmayan bir göz ol istedik. Baktığın yeri ıssızlaştıran bakışın. Bütün zamanların medusası. Görmelerin ve görülmelerin üstünden kayıp gittiği kayıt’sız bir ayna ol dedik.  Ol dedik. Oldun.

Sen o gözün görmediği ışık düşmez kuytulardaki kıyımlardan doğrulup kan damlayan ellerinle kirletme buraları diye esvaplar verdik, paçavralar dola dedik bedenine.

Ve biz sana, dilsiz ama gören bir hazırûn verdik,  korunaksız bedeninde yarasız iz’ler bıraksın diye iz’leyiciler verdik ve seninle seyr’etsin diye seyr’ciler. .

Doğrusu bize uymakla münkir oldun. Ödünç sözleri diline yazdın. Ödünç dilleri sözümüze yazmamız bundandır. Ve yapamayacağımız şeyleri söylememiz.

Bundandır.

Şüphesiz ki bu kesin olmayan bir gerçektir.

Oyuncu yerden biter.

 Canhıraş bir biçimde yürümeye çalışırken takip spotu birden onun ayağına bağlı şey’i fark eder.

Şey, oyuncu büyüklüğünde bir kukladır ve oyuncu onu güçlükle sürüklemektedir.

Takip spotu hep ama kuklayı izler. Sadece onu.

Oyuncu ayağına bağlı kuklasını belirgin bir enerji harcayarak savurur durur.

Kukla tedirgin edici bir biçimde savrulup dururken

 Işıklar… sanki ani bir kararla söner.

Beliz Güçbilmez – edebiyathaber.net (7 Şubat 2018)

Yorum yapın