Nevin Koçoğlu: “Biraz araştırtan, biraz öğreten, yalın görünmesine rağmen anlam katlarına sahip olan bir dil…”

Haziran 17, 2016

Nevin Koçoğlu: “Biraz araştırtan, biraz öğreten, yalın görünmesine rağmen anlam katlarına sahip olan bir dil…”

Nevin-KocogluNevin Koçoğlu ile Hel Yayıncılık etiketiyle yayımlanan son şiir kitabı “Tuz ve Gece”yi konuştuk. Geceye tuz, yaraya şiir ektik.

Edebiyat dünyasında Nevin Koçoğlu ismine özellikle birkaç yıldan beri daha sık rastlıyoruz. Önemli dergilerde şiir ve yazılarınla ben de varım diyorsun. Son şiir kitabın “Tuz ve Gece”yi konuşmadan önce; şiir yolculuğunu, kitaplarını ve sanatsal poetikanı dinlemek istiyorum senden…

Merhaba sevgili Ömer Turan, şiire ve yaşama sorularınla dokunma inceliğin için teşekkür ediyorum. Evet, çok fazla olmasa da dergilerde varım. Neden çok değil dersen, çok iyi yazan ama bilindik bir isme sahip olmadığı için dergilerde yer bulamayan gençler var, ben hakkımı onlardan yana kullanıyorum ve bu bana inanılmaz keyif veriyor. Şiir yolculuğuna gelince, Yaşar Kemal bir söyleşisinde der ki, “Benim doğduğum köyde bütün kadınlar şairdi.” Ninnisi, manisi, anlattığı kafiyeli masalları ile bütün kadınlar şairdir aslında ama bunu yazılı kaynaklara dökebilen çok fazla değil diye düşünüyorum ben de. Yolculuğum; yazılan, saklanan, yırtılıp atılan, dönem dönem durağan aralıklarla bölünen uzun bir süreç aslında. Yaşadığımız çok güzel olmayan dünyada bir nefesti şiirin dalına yapışmak, isyandı, ispattı benim için. Yaşamda karşılığı olan şeyleri, mitoloji ile halk arasında söylenen efsaneler ve destanlar ile besleyerek, biraz ucu kapalı, biraz da içinde bir takım şifreler barındıran -ki bu genelde anahtar bir sözcük olabiliyor- bir anlatım tarzıyla yazmayı seviyorum.  Kitaplara gelince, ilk kitabım “Tanrının Vişne Bahçesi” 2013 yılında basıldı. Kitap 2014 yılında ikinci baskıyı yaparken aynı anda “Bexçeyé Vîşneyan é Xweda” adıyla Kürtçe baskısı da ayrıca çıktı raflara. Bu çeviri F tipi tutukevinde kalan mahkûmun yaptığı sürpriz bir çeviri idi, o nedenle ayrı bir kıymeti vardır bende bu kitabın. 2015 yılında ise “Tuz ve Gece” katıldı şiir yolculuğuma, kadınlarımız ve tüm yitirdiklerimiz içindi “Tuz ve Gece”…

“Tuz ve Gece”, şiir de pek alışkın olmadığımız bir kitap görünümünde. Dışarıdan ilk bakışta bir fotoğraf albümünü andırıyor. İçine girince görüyoruz ki, şiir ve fotoğraflar yan yana bir yolculuk halinde. Üstelik şiirlerin Farsçaya çevrilmiş hali de aynı yolculuğa eşlik ediyor. Bütün bunların mutlaka bir hikâyesi var, anlatır mısın?

“Tuz ve Gece” biraz farklı evet, ama çok emek barındıran bir kitap. Hiç aklımda yokken ressam ve gazeteci arkadaşım Jafar Rahimi Sure’nin yaşadığı İran coğrafyasına ait fotoğrafları şiirle birleştirmeyi düşündüm birdenbire, ondan da onay gelince “ Tuz ve Gece” emeklerin birleştiği bir kitaba dönüştü birden. Kitapta fotoğraf ve şiirde anlam bütünlüğünü göz önüne alarak yaptım düzenlemeleri. Fotoğraflar İran’dan, fotoğrafları çeken arkadaşım da İranlı olunca, kitabın ulaşacağı o coğrafyanın dilinin de bu kitaba girmesi şart oldu. Sonradan yapılacak bir çeviri yerine en baştan iki dilli bir kitap olması konusunda karar aldım ve bunun doğru bir karar olduğuna bugün de inanıyorum. Kitabın çevirisini Prof. Dr. Haşim Hüsrevşahi yaptı. Hepimiz onu Füruğ FerruhzadSohrab Sepehri, Hayyam,  Hafız, Mevlana ve pek çok çevirisinden, ayrıca kendine ait roman ve şiir kitaplarından tanıyoruz. Haşim hoca çok emek verdi “Tuz ve Gece”ye, bu yolculuğun en çok yorulan kişisi o oldu bence. Naifliği ve emekleri için bir kez daha teşekkürlerimi iletiyorum kendisine.

Tam bu noktada, iki şeyi; birincisi şiir çevirisi, ikincisi; şiir fotoğraf ilişkisi hakkında neler düşündüğünü sorsam… 

Çeviri çok önemli elbette, her şiiri kendi dilinden okuma şansımız olmadığına göre çeviri elzem bir durum ama tam da burada çeviri yapacak kişinin ustalığı, dil hâkimiyeti -her iki dilde de- ve şiiri de biliyor olması giriyor devreye. Ehil olmayan ellerde değil de dillerde, şiir aslıyla ilişkisi olmayan çok farklı anlamlara bürünebiliyor. Aynı şiir için yapılan farklı çevirileri okuduğumuz zaman bunu net olarak görebiliyoruz. Ben bu açıdan çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Haşim hoca müthiş bir çevirmen. Şiir–fotoğraf ilişkisinde ise doğru seçimlerin bütünlük sağladığını düşünüyorum. Bazı kişilerin fotoğrafların şiiri geri planda bırakabileceği konusunda endişeleri var ama ben buna katılmıyorum. Çok katmanlı düşsel bir yolculuk olarak görüyorum şiir- fotoğraf ikilisini.

Tuz ve Gece“Tuz ve Gece”, nehir şiir dediğimiz türden bir kitap. Bu çeşit şiirler risklidir aslında. Bazı okuyucuya yorgunluk hissi verebilir. Ama bu kitapta her sayfada başka bir şiiri okuyormuş gibi tat aldım. Hem uzun bir şiir izleği hem de yer yer soluk aldıran duraklar. Bu güzel dengeyi nasıl kurdun?

Evet, itiraf vakti… Senin aldığın tat gerçek olandır. Kitaptaki her şirin aslında bir başlangıç ve bitiş dizesi var, kendine ait ismi de… Ama ben kendi sınırlarımı yok ettim bu kitapta, okur kendi şiirini belirlesin istedim, dilediği yerde başlasın, dilediği yerde bitirsin… Tüm şiirler birbirinin devamı gibiydi zaten, kesmenin anlamı yoktu. Sorduğun dengeye gelince, öncelikle izlek kadınlar, katliamlar, kıyımlar, başkaldırı vs gibi uzun bir zamandır günlük yaşamımıza yapışıp kalan bir izlek. Ben uykudan uyanıp bu kitabı okuyup geri uyuyorum diyenler oldu, bu kişinin kendini anlatılanla özdeşleştirmesi ile ilgili diye düşünüyorum. Boğuntu olmamasının sebebi ise, biraz farklı bir dil olması, her şeye rağmen maviye dokunması ve sayfalara şiirin çok yoğun yığılmaması diye düşünüyorum.

Şiirinin bedenini daha çok nesneler, kişiler, olaylar ve duygular üzerinden örgütlüyorsun. İlk bakışta bir imge ağırlığı varmış gibi görünse de, aslında tam da böyle değil. Bütün bu kavramlar kazıldığında yalın bir anlatım çıkıyor altından. Okuyucudan kapıları zorlamasını bekliyorsun sanki. Nedir bunun özü, sendeki karşılığı?

İmge kullanmayı seviyorum ama boğmayı asla… Kapıları zorlamak güzel bir tanım olmuş, tam da budur düşündüğüm. Çok sesli şiir, biraz araştırtan, biraz öğreten, yalın görünmesine rağmen anlam katlarına sahip olan dil. Bunu bir örnekle açıklayayım istersen, benim birlikte şiirleri üzerinde çalıştığımız öğrencilerim var. Bunlardan birisi “Hocam, şiirde kullandığınız bir kelime yüzünden, Hindistan tarihini öğrendim” dedi. Bu kelime “Ghat!” idi. Bendeki karşılığı bu işte, ben nasıl bilmediğim bir şeyle karşılaştığımda gidip araştırıp öğreniyorsam, tembel olmayan okuyucu da aynısını yapsın. Şiir altına notlar düşmek tercih etmediğim bir yöntem, çok zor bulunacak şeylerde belki. Bazen bana takılan oluyor, seni okurken hep sözlük karıştırıyoruz diye, bence bu güzel bir şey…

Sosyal konulara, yaralara ve acılara eğilirken çok sağlam dizelerle karşılaşıyoruz. Ütopik söylemlerin aksine somut bir gerçekliğe bir bütün üzerinden bakıyorsun. Dizeler arasında oluşabilecek herhangi bir gerginliği nasıl dizginliyorsun?

Ortadoğu’nun kaderi… Kıyım coğrafyası… Acıyı gerçek ve sağlam yaşıyoruz, ütopik olarak değil.  Elle tutulabilecek kadar bir siyah renk var kalbimize işlemiş olan, sağlam dizeler de bu nedenle çıkıyor sanırım.  Dizeler arası gerginlik engelleme demişsin; bu konuda özel bir çabam yok, kendiliğinden akan bir dil.  Yerine göre duran,  debisi artan veya sakinleşmesi gerektiği yerde sakinleyen doğal bir akış.

Şiirin boyunca bir sürü duraklara uğrayıp çıkıyorsun. İnsan sıcaklığından kalıpsız her şeye. Her uğrağın bir çeşit deneme yanılma ya da tanıma merakı. Ama hep konakladığın yer kalp durağı. Nedir senin şiirindeki bu imgenin karşılığı?

Her şeyin başlangıcı ve bitişi olan bu ritmin, bu devinimin bendeki karşılığı sevgi, koşulsuz sevgi… Bazen ezilen, ötelenen, çok kişide sıradanlaşan ama benim için her şeyin başı ve sonu olan sevgi ve sevgiden doğan merhamet, incelik, vicdan, asıl önemlisi kendinden geçme hâli…

Dikkat ettim, ateş imgesi kitap boyunca bir sırrı fısıldar gibi dolaşıyor şiirde. Ya bir mercan otunun içinde ya da bir mızrağın ucunda. Ateşin bu denli sızdığını mı düşünüyorsun hayata?

Tüm yaşam boyunca ateşle sınanmıyor muyuz, her türlü hareketimizi ona endekslemiyorlar mı? Ateşten kurtulmak için,  yine ateşe insan atılan bir dünyada değil miyiz?  Çocuk aklımı anımsadım şimdi,  hep bizi Allah sizi ateşte yakar diye korkuturdu ebeveynlerimiz,  inadına en sıcak şeyleri elimde ya da parmak ucumda tutardım alışkanlık olsun nasılsa yakacaklar diye, hatta ateş üzerinde yürümeye bile kalkışmıştım. Ben korkmuyorum ateşten, güç görüyorum ateşi, benim gücüm.

Son soru. Yakın gelecekteki yeni çalımlarından ve projelerinden söz eder misin? Okuyucuyu ne gibi sürprizler bekliyor?

Gelecekte iki-üç yeni kitap projesi var, birisi benim kendi kutsal topraklarım olan Mezopotamya dolaylarında gezinen bir şiir kitabı, ikincisi benim hep reddettiğim o sınırlar ötesine dokunacak bir şiir kitabı, son olarak da çocuklar için bilgi içerecek bir çocuk dizisi. Çok yakın değil bunlar biraz zamana yayılacak tabi, “Tuz ve Gece” henüz bir yaşında çünkü. Zamanın neler getireceğini birlikte göreceğiz sanırım…

Söyleşi: Ömer Turan – edebiyathaber.net (17 Haziran 2016)

Yorum yapın