Ne Tolstoy ne Dostoyevski: Tolstoyevski | Aytekin Yılmaz

Ağustos 7, 2017

Ne Tolstoy ne Dostoyevski: Tolstoyevski | Aytekin Yılmaz

Hapishanede kaldığım yıllarda en çok okuduğum romanlar Rus klasikleri idi. Yoğun okumalar sonucunda “Rus Klasikleri Üzerine” adlı bir de deneme yazısı yazdım. Hapiste yazıp dışarı çıkaramadığım yazılarımdan biri de buydu. Bir başka hapishaneye sevk sırasında hapishane yönetimi el koydu. Bütün çabalarıma rağmen geri alma şansım olmadı. Şöyle dönüp geriye baktığımda hapishane günlerine dair unutamadığım anılarımdan biridir. Bin bir emekle yazdıklarınıza el konulması bir edebiyat heveskârının kabul edebileceği bir şey olmasa gerek. Yazıma el konulması belleğimde kötü bir hatıra olarak kaldı.

Konuya girecek olursam, bundan birkaç yıl öncesine kadar söz ne zaman Rus klasiklerinden açılsa, ateşli bir taraftar gibi favorimin Tolstoy olduğunu söylemişimdir. Bir roman okurunun hayatında yazarlar ve kitaplar olur. Bunların apayrı anlamları vardır her insan için. Benim için de Tolstoy böyle bir yazardır. Bazen soruyorum kendime, Tolstoy’da beni etkileyen nedir diye? Elbette severek okuduğum daha başka yazarlar da var. Ama Tolstoy her daim ayrı bir yerde duruyor. Kitaplığımızda bile bunu fark ettim. Arada bir bazı eserlerini yeniden okuyorum. Her okumada yeni şeyler keşfettiğim oluyor. Maksim Gorki, Tolstoy için “Yüz gözlü yazar” demişti. Eğer bu romanlar yüz gözü olan bir yazar tarafından yazılmışsa neden yüz defa okunmasın. Dünya dillerine en çok çevrilen Shakespeare’den sonra ikinci yazar Tolstoy’muş.

Tolstoy’un dünya klasikleri içindeki yeri de tartışılabilir ama ben Rus klasikleri üzerinden bir şeyler yazmak istiyorum. Her şeyden önce Tolstoy’un hayatın içinde bir karşılığı olduğunu düşünüyorum. Her daim insana dokunan ve dokunacak bir yazardır. Bunu başka yazarların Tolstoy hakkında yazdıklarından değil, günlük yaşamda Tolstoy okuyucularından anlamak mümkündür. Tolstoy’u hapishanede okudum. İlk okuduğum romanı da Diriliş’tir. İtiraf etmem gerekirse çok etkilendim. (O gün bugündür başucu kitaplarımdan biridir.) Mahpus olduğum yıllarda koğuş arkadaşlarıma da öneriyordum. Onlar da okur elden ele dolaştırılırdı. Bir ara Bursa Hapishanesi’nde koğuş olarak birden ‘Tolstoycu’ olduk. Ben dâhil, “Diriliş” romanının etkisinde kalanlar oldu. Bir büyü vardı sanki bu romanda, okuyan etkileniyor, bir başkasına öneriyordu. Zaman içerisinde romanı okuyanlardan, “Diriliş’i okuduktan sonra bana bir şeyler oldu” diyenler oldu. Benzer duyguyu ben de yaşadım. Peki, Diriliş romanında bizleri etkileyen ne vardı? Kendi duygularımı aktaracak olursam bu romanda beni en çok etkileyen şey bir insanın geçmişiyle yüzleşme cesaretini gösterebilmiş olmasıydı. Geçmişte yapmış olduğu bir hatanın telafi edilmesi için her şeyinden feragat edebilme becerisini göstermesi hayatta çok rastladığımız bir şey değildir. Romanın bu özür ve telafi mücadelesi üzerine kurulması beni etkileyen en önemli şeydi. Romanı okuyan başkaları başka sonuçlar çıkarmış olabilir ama beni etkileyen ve bu romanda önemli bulduğum şey bir yüzleşme felsefesi üzerine kurulmuş olmasıdır.

Rus edebiyatının peygamberi kim?

Araştırabildiğim kadarıyla Rus klasikleri içerisinde sadece üç yazara peygamber denilmiştir. Bunlar Puşkin, Dostoyevski ve Tolstoy’dur. Puşkin’e peygamber diyen ilk yazar Dostoyevski’dir. 1880’de Moskova’daki Puşkin Anıtının açılış konuşmasını yapan Dostoyevski, “…Puşkin bize gelecekten haber getiren bir peygamberdir” der. Edebiyat tarihinde önemli bir yer tutan bu Puşkin konuşması Dostoyevski için yazarlık kariyerinin doruğa ulaştığı bir gösteri olduğunu yazar edebiyat eleştirmenleri var. Dostoyevski bu konuşmasında en çok Puşkin’in Yevgeni Onegin adlı şiir romanındaki kadın kahraman Tatyana üzerinde durur. O gün orada anıtın önünü dolduran katılımcıların büyük çoğunluğu kadınlardır. İnsan bunu öğrenince Dostoyevski konuşmasını Tatyana üzerinden sürdürmüş olması kadınlara dağıtılan bir mavi boncuk olabilir miydi? diye düşünmeden edemiyor. Edebiyat tarihçileri bu konuda çok şey söylemiyor ama bu konuşma mercek altına alındığında bazı soru işaretleri yok değil. Çünkü kalabalığın büyük çoğunluğu kadınlardır. Ve Dostoyevski Puşkin’in şiir romanındaki, kocasına sadakatiyle tanınan Tatyana’yı anlatır ve konuşmasının bir yerinde, “Tanık mı istiyorsunuz? İşte Tatyana: Korkunç yalandan kendini koruyan olgun Rus kadını” Tatyana’nın kocasına nasıl sadık bir Rus kadını olduğunu anlata anlata bitiremez. Tatyana örneğinden iz sürüp, Rus kadınlarının kocalarına sadık olduklarını uzun uzadıya anlatınca, onu orada dinleyen kadınlar heyecanla alkışlamaya başlarlar. Yine edebiyat tarihçilerinin anlatımlarına bakılırsa Dostoyevski o gün hayatının en ateşli konuşmasını yapmıştır. Bunun karşılığı olarak da Dostoyevski kürsüden, “Sen bizim peygamberimizsin!” diyen kadınların yoğun alkışları eşliğinde inmiştir. Dostoyevski, o gün orada kadınları etkilemek istemiş ve bunu fazlasıyla başarmıştır. Ve bunu Puşkin’in kadın karakteri Tatyana üzerinden yapmıştır. Görüldüğü gibi konuşmasında Puşkin’e peygamber diyen Dostoyevski kürsüden peygamber olarak iniyor.

Şimdi biraz da eleştiri zamanı. Puşkin konuşmasının tamamı okunduğunda eleştirilecek iki nokta önemli bence. Birincisi Puşkin konuşması milliyetçi bir konuşmadır, o günün Rusya’sı için “Belki de bu zavallı, perişan ülke bir gün gelecek bütün dünyaya yeni bir ülkü aşılayacak” dedikten sonra, Avrupa’nın gelecekte çökeceğini ileri sürüyordu.

Daha önemlisi edebiyat tarihçilerinin övüp bitiremediği Dostoyevski’nin “Puşkin konuşması”na damgasını vuran şey, erkek egemen bir dil ve serzeniştir. Çünkü sadakat gibi sorunlu bir konuda, sadakat eden ve etmesi istenen kişi bir kadındır. Tersinden düşünecek olursak kadına sadakat eden neden bir erkek karakter seçilmemiştir? Daha da önemlisi Tatyana’dan yola çıkılarak bütün Rus kadınlarının kocasına sadakatli kadınlar olduğu yargısına ulaşılmıştır. Madem edebiyat konuşuyoruz, Tolstoy konuşuyoruz o halde bir de Tolstoy romanlarındaki Rus kadın karakterlere bakalım. Mesela Anna Karenina Romanındaki Anna’ ya bakalım nasıl biri? Anna sekiz yıllık kocasından henüz boşanmadığı halde Voronski ile aşk yaşar. Demek ki Puşkin’in Tatyanası kocasına sadık bir kadın olabilir ama bundan yola çıkılarak bütün Rus kadınları eşlerine sadıktır genellemesi yapılamaz ve bu sadakat kadından beklenmemelidir.

Tolstoy mu, Dostoyevski mi?

Dinler tarihi peygamberlerin birer mucize yaratmasını zorunlu kılıyor. Her peygamberin yaratıcı bir özelliğinden bahsedilir. Bu mucize yaratma şartını 19.yüzyıl Rus edebiyatına tuttuğumuzda hangi eserin mucize sayılabileceği tartışılabilir. Dinler tarihinde neyin mucize olacağını ve kimin peygamber olacağını tanrı belirliyor. Ayrıca sadece mucize yaratmak da yeterli değildir. Yaratılan mucizeye inanmış insanların olması gerekmektedir. Bu iki şey yan yana getirildiğinde ve biraz zorlandığında Rus edebiyatı tarihi Tolstoy’u gösteriyor. Çünkü Rusya’da ve Uzak Doğu’da sadece Tolstoy’a inanıldı ve tapıldı. Eğer daha da zorlarsak bu konuyu peygamberlik tanımına en yakın ve somut isim Tolstoy’dur. Bilindiği üzere ölümünden sonra bazı Uzak Doğu ülkelerinde ve Rusya’da Tolstoyculuk diye bir akım başladı. Hatta sağlığında bile insanlar tarafından bir peygamber gibi ziyaret edildi. 1902 de resmen kiliseden aforoz edilmesine rağmen kendisine inananlar her geçen gün çoğalıyordu. 1910’lu  yıllarda Lenin tarafından “Rus devriminin aynası” denilip, övgüler dizilmesine rağmen sonraki yıllarda Tolstoyculuk gerici bir akım olduğu gerekçesiyle yasaklandı. Lenin’in çok önemsediği, “Rus işçi sınıfı kapitalizm eleştirisini Tolstoy’un eserlerinden öğrenecektir.” demesine rağmen aynı ilgi SBKP döneminde gösterilmedi.

Tolstoy’un asıl mucizesi eserleridir. Diriliş romanında katilden melek yaratabilmiş olması edebiyat tarihinin en büyük mucizesidir. İşte bu yüzden de tüm dünyada çok okunan bir yazardır Tolstoy. Birçok edebiyat eleştirmeni ne zaman Tolstoy’dan söz açılsa “Savaş ve Barış” romanını öne çıkarmaktadırlar. Hatta bu roman için Rusların en büyük kitabı diyenler var. Böyle de olabilir. Ama ben yine de Tolstoy’un mucizesinin Diriliş romanı olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü Tolstoy yaşam felsefesini Diriliş’le dile getirmeye çalıştı. Bir derece de Anna Karenina da yaptı bunu.

Tolstoy üzerine konuşurken Rus klasiklerinin usta yazarlarını önemsizleştirme gibi bir gayemin olmadığını belirtmeme gerek yok sanırım. Rus klasikleri büyük bir edebiyat denizi ise, Puşkin, Gogol, Dostoyevski, Çernişevski, Turgenyev bu denizi oluşturan damlalardan bazılarıdır. Her yazarın bu edebiyat denizine kattığı ayrı bir özgünlük vardır.

Ne Tolstoy ne de Dostoyevski: Tolstoyevski

Rus edebiyatının bu iki dev yazarını birbiriyle karşılaştırmak gereklidir ama birini birinden daha büyük göstermenin doğru olmayacağını düşünenlerdenim. Geçmiş yıllarda Tolstoy hayranlığından kaynaklı olarak Tolstoy’u öne çıkarıp Dostoyevski’yi ötelemek gibi bir yanılgım oldu. Esasında sadece Tolstoy ve Dostoyevski için değil, bir yazarı bir başka yazarla karşılaştırırken sadece eserlerinin özgünlüklerini dile getirmek doğru olanıdır. Yoksa ki hiçbir yazarın bir diğerinin yerinde olması gerekmiyor. Buradan hareketle iki yazarın özgünlüklerini sıralayacak olursak,  Tolstoy, Rus edebiyatında epik geleneğin en önemli mirasçılarından biridir, Dostoyevski ise, Shakespeare’den sonra gelmiş en önemli dramatik yazarlarından biridir; Tolstoy’un zihni mantık ve gerçeklerle ilgilidir, Dostoyevski akılcılığı aşağılar, büyük bir çelişki aşığıdır; Tolstoy, toprağın, kırsalın ve pastoral tarzın yazarıdır; Dostoyevski tipik kentli, dilde modern metropolü yaratan kişidir; Tolstoy, gerçeğin peşinde koşarken çok aşırıya kaçarak hem kendini hem çevresindekileri yok etmiştir, Dostoyevski, Mesih’e karşı olmaktansa gerçeğe karşı olmayı yeğleyen, bütüncül anlayışlardan kuşku duyan ve gizemi seven biridir; Tolstoy “Sürekli olarak ahlak yolunda kalan”, Dostoyevski ise doğal olmayan labirentlere dalan, ruhun dehlizlerinde ve bataklıklarında gezinen biridir; Tolstoy, somut dünyayı adımlayan, somut yaşantıların dokunulabilir niteliğini ve duyularla algılanabilir gerçekliğini aktarabilen bir dev, Dostoyevski ise sanrıların, hayaletlerin sınırında gezinen, sonunda yalnızca bir düş olduğu anlaşılabilecek şeytani ayartmalara her zaman açık biridir; Tolstoy, bir sağlık ve Olympos canlılığı timsalidir, Dostoyevski ise hastalığın ve cinler tarafından ele geçirilmenin yüklediği enerjilerin toplamıdır. Tolstoy, insanlığın varacağı yeri tarihsel olarak ve zaman akışı içinde görmüştür, Dostoyevski ise kendi çağında ve dramatik anın canlı durgunluğunda; Tolstoy mezarına Rusya’da ilk kez yapılan laik bir cenaze töreniyle konmuştur, Dostoyevski ise Petersburg mezarlığında Ortadoks kilisesinin  ağırbaşlı bir cenaze töreniyle toprağa verilmiştir; Dostoyevski Tanrı’ya inan bir insandır, Tolstoy ise ona gizlice meydan okuyanlardan biridir.

Dostoyevski romanlarında insanın içini açarak en çukur yanlarına kadar bütün çıplaklığıyla vermeye çalıştı. Belki Dostoyevski ve Tolstoy arasındaki fark tam da burada anlaşılabilir. Dostoyevski tüm romanlarında insanın ruhundaki yaraları göstermekle yetindi. Tolstoy ise yaraların sarılması için dilinin döndüğünce melhem olmaya çalıştı. Peki, bu yaralar sarılabildi mi? Tolstoy “İnsan Ne İle Yaşar?” Sorusu ile bu sihirli boşluğu doldurmak istedi. Bulduğu çözümü Diriliş romanında Nehludov’a söyletti, ona göre, “İnsan hayatının temel yasası insanlar arasındaki karşılıklı sevgidir.”  Bunu besleyecek, yaşatacak şeyin ise şiddetsizlik olduğunu söyledi.

Kaynaklar

1- Diriliş- Lev Tolstoy – Çev. Ergin Altay – 1.Baskı 2004 İletişim yay.

2- Puşkin Konuşması – Dostoyevski –Çev. Tektaş Ağaoğlu – 1. Baskı 2009 İletişim Yay.

3- Sanat ve Edebiyat – Lenin – Çev. Emre Kapkın – Payel Yay.

4- Tolstoy mu, Dostoyevski mi? George Steıner-İş Bankası yay. 2015

5- İnsan Ne İle Yaşar? Lev Tolstoy – Çev. İhsan Özdemir – 2009 – Lacivert yay.

Aytekin Yılmaz – edebiyathaber.net (7 Ağustos 2017)

Yorum yapın