“Nasipse Adayız” ve “İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı?” adlı romanlar üzerine | Onur Uludoğan

Kasım 30, 2015

“Nasipse Adayız” ve “İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı?” adlı romanlar üzerine | Onur Uludoğan

nasipse-adayizI

Kadir Has Üniversitesi’nin Ocak 2015 tarihinde sonuçlarını açıkladığı Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması’nda “Siyasal partilere güveniyor musunuz?” sorusuna, araştırmaya katılanların % 47,2’si olumsuz cevap verirken, olumlu cevap verenlerin oranı ise, % 22,9’da kalmıştı.[i] BAREM Araştırma Şirketi’nin, sonuçlarını Kasım 2015’te açıkladığı bir başka ankette[ii] ise politikacılara güvenenlerin oranı %17’de kalmıştı. Bu araştırmalara bakarak, siyasi partilere ve siyasete toplumun genelinde ciddi bir güvensizlik duyulduğu sonucuna ulaşabiliriz.

Geçtiğimiz aylarda toplumdaki bu güvensizliğin edebiyatımızdaki yansıması olarak düşünebileceğimiz iki roman yayımlandı: Ercan Kesal’ın İletişim Yayınları tarafından basımı yapılan, Nasipse Adayız’ı ve Nihat Genç’in otuz yıllık aranın ardından yazdığı İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı? isimli kitabı.

Nasipse Adayız, yasal partilerin katıldığı ve teoride seçmen iradesine göre şekillenmesi beklenen seçimlere dair bir öyküyü anlatırken, İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı? ise görüşü ne olursa olsun Türkiye’de yaşayan hemen hemen herkesin hayatına doğrudan etki eden bir siyasi görüşü, siyasal İslam’ı merkezine alan bir kitap.

Nasipse Adayız’ı siyaseti hicveden bir roman olarak, İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı?’yı ise belli bir ideolojiyle hesaplaşmanın romanı olarak okursak kitapların bu dar çerçeve içinde başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Ancak, kurmaca metinlerin öncelikle bir sanat ürünü olduğunu düşünenlerdenseniz ve okuduğunuz bir edebi eseri, sanatsal niteliğine göre değerlendiriyorsanız maalesef her iki kitap da sizi tatmin etmeyecektir.

II

Ercan Kesal, 2013 yılında, daha önce çeşitli mecralarda yayımlanan yazılarını yeniden düzenleyerek Peri Gazozu isimli bir kitapta toplamıştı. Peri Gazozu’nda otobiyografik yönü ağır basan ve edebi lezzeti yoğun metinler yer alıyordu. Yazar, yaşam tecrübelerinden yola çıkarak sakin bir dille tarafını açıkça belli ederek ülkemizin birçok önemli sorununa dair çarpıcı cümleler kurmuştu bu kitabında.

Nasipse Adayız’da yerel seçimlerde belediye başkanlığı için aday adayı olan bir karakterin yaşadıkları anlatılmış. Ercan Kesal’ın da bir dönem belediye başkanlığına niyetlendiğini ve aday adayı olarak çabaladığını ancak aday gösterilmediğini düşündüğümüzde kitabın çekirdeğinde, yine yazarın yaşam tecrübelerinin bulunduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Buna rağmen, Kesal, kitabının kurgu yönünün daha ağır bastığını bu nedenle otobiyografik bir yapıt olarak değil de kurmaca bir metin olarak değerlendirilmesi gerektiğini özellikle belirtiyor:

“2000’lerin başında Beyoğlu Belediye Başkanlığı için sen de aday adayı olmuştun. Senin ne işin vardı siyasette? Seni de roman kahramanı gibi gaza mı getirdiler?

“Öyle” dersem, romanın alteregosu gibi olurum. Yazdıklarım kurmaca ve hayal mahsulü şeylerdir. Deneyimlerim sadece ilham verir.

Ama çok benziyorsunuz. Roman kahramanımız doktor, kentin kıyısında bir mahallede özel hastanesi var, çok yönlü, çeşitli ilgi alanları olan biri… “Ercan Kesal, aday adaylığı sürecinin romanını yazmış” gibi bir fotoğraf ortaya çıkıyor.

Peri Gazozu’ndaki durumun yine başıma gelmesini istemem doğrusu…” (Radikal Kitap, 16.10.2015)

Nasipse Adayız’ın oldukça sinematografik bir açılışı var. Kesal, okuru romanın içine çekiveren bir rüyanın anlatımıyla açılışı yapmış. Bu ilk bölümün ardından da kitap 2-3 sayfalık bölümler halinde ve konuşma diliyle yazılmış. Kitabın her bir bölümünde anlatıcının gün içinde yapıp ettikleri, konuştuğu kişiler vs. birinci tekil kişi ağzından aktarılmış. Bu anlatım sırasında yüzlerce farklı karakter bu kısacık bölümlerde bir ortaokul müsameresinde sırasını savmayı bekleyen oyuncular misali hızla görünüyorlar ve kayboluyorlar. “Başgan, anlatıcının eski eşi Figen, partinin bir numarası, şoförü Naci” gibi daha sıkça karşılaşılan kimi figürleri biraz daha sık görsek de hiçbirisi sağlam bir romanda olması gerektiği gibi derinlemesine anlatılmıyor. Bu durumdan kitabın anlatıcısı, “aday adayı doktor” da nasibini alıyor.

Nasipse Adayız’ı, yoğun bir edebi lezzet sunamasa da sahip olduğu mizahi unsurlarla, kısa kısa yazılmış bölümleriyle, anlatıcının düşüncelerinden ziyade yaptıklarının aktarılmasıyla kolay okunan bir roman olarak niteleyebiliriz. Bu nedenle, günün koşturmacası içinde yorulmadan, orta karar bir roman okumak istiyorum diyen okurlara önerilebilir.

III

islamci-erol-nasil-cildirdiNihat Genç’in yazdıklarını, Sait Faik, Kemal Tahir ve Milan Kundera edebiyatıyla akraba ama son derece özgün ürünler olarak görür ve öyle okurum. Bu yönüyle, Modern Çağın Canileri’ni, Arkası Karanlık Ağaçlar’ı ve İhtiyar Kemancı’yı onun başyapıtları olarak algılar ve döne döne okunması gereken kitaplar olarak değerlendiririm. Bunun dışında, katıldığı programlardaki üslubuna bakarak da sıkı bir polemikçi olduğunu söyleyebilirim.

İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı? yukarıda andığım tüm unsurları içinde barındıran bir roman olsa da Nasipse Adayız’dan bahsederken değindiğim derinleşememe sorununa sahip bir kitap olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.

İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı? Erol isimli, muhafazakâr kesim içinde kitapçılık yapan ve etrafındaki insanların gücün ve iktidarın etkisiyle yaşadıkları değişimi gören ve bu değişime ayak uydurmadığı için git gide deliren bir kahramanın yaşadıklarını anlatıyor.

Kitabın ilk bölümü, “Öbür Dünyadan Fırlatılan Cesetler” adını taşıyor ve oldukça çarpıcı bir anlatımla biz okurları bir anda romanın içine çekiveriyor. Roman, devamında, Nasipse Adayız’daki gibi kısa bölümler halinde ilerliyor ve Erol’un çok yakınındaki bir kişinin ağzından Erol’un yaşamına ait kimi kesitleri biz okurlara anlatıyor.

Kitapta oldukça öfkeli bir anlatıcı var. Yoğun argoyla ve küfürle süslediği cümleleri, roman bütünlüğünden ayrı olarak düşünüldüğünde de son derece etkili.

Nihat Genç’in Ayşe Arman’la yaptığı röportaja baktığımızda bu öfkeli anlatıcının, bize doğrudan seslenen Nihat Genç olduğunu söyleyebiliriz:

Bazen kendinizi kaptırıp, insanlara o kadar derinlemesine saldırıyorsunuz ki, sonradan “Bu kadarını hak ettiler mi?” diye düşünüyor musunuz?

– Evet, düşünüyorum. Bir-iki kere kendimi haksız bulduğum da oldu.

Duramıyor musunuz? Kendinizi kontrol edemiyor musunuz? Yoksa gerek mi duymuyorsunuz?

– Ben bu konuda ‘hasta’ olarak kabul ediyorum kendimi. Benimki tedavi edilemez bir hastalık, içimde tutamıyorum hiçbir şeyi, tutulmasına da karşıyım. Söylemek zorundayım ama “Bunu basit söylemeyeyim!” diyorum. Hakaret edeceksem bile edebi şekilde etmek istiyorum. Küfrümün bile orijinal olması için uğraşıyorum. Aslında amacım düşmanlık değil, o yüzden asla iki kez saldırı yapmam mesela.

Küfretmenin, insanı iyileştirici ve özgürleştirici yanından söz ediyorsunuz…

– Evet, çünkü bir reflekstir. Samimidir. İnsanın ilk aklına gelen şey, beyninin, ağzının ucundaki şeydir.” (Hürriyet, 18.10.2015)

İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı? Belli bir düşüncenin aktarılması amacıyla yazıldığı için kitaptaki karakterlerin, kahraman özelliği taşımalarına gerek kalmamış ve “tip” olarak kalmaları yeterli görülmüş. Bu nedenle, en başta Erol olmak üzere, Bahri Abi, Osman, Nur, Aysun gibi kişilerin tamamı yukarıda yaptığım müsamere benzetmesine uygun kişilikler olarak yerlerini almışlar.

İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı? Nasipse Adayız’a kıyasla biraz daha zor okunan bir roman. İçinde oldukça doğru tespitler, yerinde kullanılan cümleler, altı çizilecek, alıntı yapılacak paragraflar mevcut. Yine de tüm bu olumlu özelliklerine rağmen, kitabı okuyup bitirdiğinizde sizi içinde eriten yüce bir edebi eserle karşı karşıyaymışsınız düşüncesine kapılamıyorsunuz. Bunun yerine tuttuğunuz tarafa göre, “adam lafı gediğine koymuş” ya da “adam bize açıkça saldırmış” cümlelerinden birisini kuruyor ve kitabın kapağını kapatıyorsunuz.

[i] Söz konusu araştırmanın tamamına şu adresten ulaşılabilir: http://www.khas.edu.tr/uploads/pdf-doc-vb/news/TSSEA20OCAK2015.pdf

[ii] BAREM’in araştırmasına ise şuradan ulaşabilirsiniz: http://www.barem.com.tr/bazi-meslekler-hic-guven-vermiyor/

Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (30 Kasım 2015)

 

Yorum yapın