Murathan Mungan’ın “Solak Defterler”inde zaman ve bellek | Emek Erez

Nisan 12, 2016

Murathan Mungan’ın “Solak Defterler”inde zaman ve bellek | Emek Erez

emek-erezMurathan Mungan, gerek entelektüel duruşu gerekse üretkenliği ve odaklandığı konular bakımından Türkiye yazınının önemli düşünürlerinden. Düşünür kelimesini Mungan’ı daha iyi ifade edeceğine inandığım için kullandığımı belirtmeliyim. Yazmak ve yazarlığın getirdiği misyonların yanı sıra Mungan’ın coğrafyamızın sıkıntılarına dair aldığı tutum, geçmişin kirli belleğine yaptığı daimi vurgu bence kendisine bir “düşünür” sıfatı da kazandırıyor. Geçtiğimiz günlerde Metis tarafından basılan “Solak Defterler” adlı şiir kitabı da kullanılan imgeler ve seçilen konular bakımından okurunu mutlu edecek bir yerde duruyor.

“Solak Defterler” kitabının en önemli imgelerinden birisini zaman ve bellek oluşturuyor zannımca ki, Mungan’ın yazınında belleğin önemli bir yere sahip olduğunu söylemek aşırı yoruma kaçmayacaktır. Bence zaman insanın elinden çıkaramadığı tek şey. Her şeyden bir şekilde kurtulabiliyor da insan, zamanın kalıntıları hep bir yerde var ediyor kendisini. Geçmişin şimdisinde yaşıyoruz ve bu nedenle aslında şimdinin varlığı geçmişe bağlı. Şimdinin ânının mutlu bir varoluşa karşılık gelmesi içinde bu nedenle geçmişin az sancılı geçmesi gerekiyor. Ancak günümüz koşullarında özellikle de bir savaş ortamında yaşarken, hem de daha geçmiş ile hiçbir şekilde yüzleşmeden, yeni sancılar eklenirken belleğimize bizler için durum oldukça zor görünüyor. Mungan’ın şu dizelerinde de hatırlatıldığı gibi: “Bazı hâtıralar kurumuş nehir yataklarıdır, susuz ama hâlâ orada.” Evet, bazı geçmişler geçmiyor ve insan, bu geçmişlerin geçemeyişinde, belleğin acılı karanlığında bir yaşama mahkûm oluyor. Çünkü şiirde de işaret edildiği gibi; kurusa bile nehir, susuz da olsa yerini koruyor.

Mungan’ın “Solak Defterler”in de çocukluk ve bellek ilişkisinin de ayrı bir yeri var. Çocukluk insan belleğinin en berrak dönemi olarak tanımlanabilir. Çünkü çocuk, bize çizilen zaman çizgisinin dışında kovalar yaşamı. Onun zamanı ile saatin tik takları arasında bir ilişkisizlik durumu vardır. Çocuk için zamanın döngüsü oyunla ölçülür bile diyebiliriz. Oyuna başlanan an ve oyunu bitiren, şimdilerde çok sık rastlanmasa bile  anne sesi, işte çocuk zamanının sınır ölçüsü. İşte Mungan şiirlerinde bu konuyla ilgili göstergelerden de yararlanılmış. “Hadi!” adlı şiirin şu dizelerinde olduğu gibi:

“Denize gidelim mi deyince bir çocuk

Sesinin bütün tazeliğiyle

Birden içimde eski bir yaz söküldü

Geçmişte unuttuğu ne varsa

Sanki hepsini hatırlar insan

Böyle anlarda aynı arzuyla

Bir çocuğun sesinin hatırlattığı

Yarım kalmış bir yaz mevsimi

Tamamlar gibi yıllar sonra

Denize gidelim hadi, dedim

Albümdeki fotoğrafa”

solak-defterler-kitabi-murathan-munganBu şiirin başlığındaki “hadi”nin, çocukluk zamanını çok iyi anlattığı kanısındayım. Çocuğun zamanı; kayıtsızdır, hesapsızdır, çizgiye hapsolmuş büyükler için hâttâ saygısızca olarak bile adlandırılabilir. İnsanın belki de en kaygısız dönemidir çocukluk ve bu nedenle insan belleği çocukluğun çağrıştırdığı anlara koşarak gider. Çünkü yine Mungan’ın “Yılları Tanıdıkça” şiirinde belirteceği gibidir durum:

“Hatıradan fazlası saklıdır

Eskimeye bırakılmış yılların penceresinde

Ne kadar durup baksan da dışarı

Bilirsin,

Kar çocukken yağar”

Beatriz Sarlo “Geçmiş Zaman” adlı kitabında şöyle bir değerlendirme yapar: “Geçmiş kamusal ya da özel kararların ötesinde, kolay kolay baş edilemez bir şey içerir. Bu şey, her neyse, psikoloji, entelektüel ya da ahlâki pataloji tarafından bastırılabilir yalnızca, ama hep oradadır, uzak ve yakındır; en beklenmedik anlarda boy gösteren bir anı, hatırlanamayan ya da hatırlanmak istenmeyen bir olayı sarmalayan sinsi bir bulut gibi bugünün peşini bırakmaz.” (age. s. 9)

Geçmiş gerçekten de sinsi bir bulut gibi peşimizi bırakmaz. Ve sanırım bellek insan iradesinin en yetersiz kaldığı durum olarak da çıkar karşımıza hatırlamak istemediğimiz onca şey vardır ama Sarlo’nun da belirttiği gibi beklenmedik anda hatırlanmak istenmeyen, kaçılan, baskılanan şey beliriverir yaşamımızın bir yerinde. O nedenle insan türü için olaylar yaşayıp geçilmiş olmaz. Yaşarsın, devam edersin ama bir yanın orada kalır. Uzaklaşsa bile bir çağrışım onu yanı başınızda kılıverir. Coğrafyamızın acı yüklü belleğiyle yaşamaya çalışan bizler o nedenle unutamayan bir tür olmanın da getirisiyle, bize bırakılan ve bıraktığımız kötü geçmişle yaşamaya hapsedilmiş mahkûmlar olarak, anımsamak istemediğimiz tanıklıkların gölgesinde var olabileceğiz ancak,  “Solak Defterler” kitabının “Hatıra” şiirinin de anımsattığı gibi:

“Dicle’nin Fırat’ın hatırası yıkıyor

Ölülerimizi

Dağlarda bıraktığımız ölülerimizi

Bir zamanlar gördüklerimizin

Hatırasıyla ölürüz

Onlarla birlikte yeniden gömülürüz

Kanınızda öldürdüklerinizin kanı,

Toprağa kadar akar

Dicle’nin, Fırat’ın hatırası

Ardınız sıra”

Bellek denilince ilişkisi kurulabilecek bir diğer şey de fotoğraflardır. Fotoğraflar dondurulmuş insan anlarıdır belki de ve bu nedenle insanın hatıralarının ve geçmişinin önemli bir parçasını oluştururlar. İnsan bir fotoğrafına baktığında aslında orada sadece o ânı görmez, sıradan bir insanla fotoğrafın öznesinin bakışı arasında bir fark vardır. Çünkü fotoğraf ânının sahibi o zamanın öncesini ve sonrasını bilir, mutlu olup olmadığını, o fotoğrafta zoraki olarak bulunup bulunmadığının farkındadır. Ve onun o âna bakışı bellektir, yaralı veya neşeli bir geçmiş izidir. Mungan zamanın fotoğraf anlarına da gönderme yapmış şiirlerinde ve zaman ile fotoğraf arasındaki an ilişkisini “İpek ve Bakır” şiirinde şöyle ifade etmiş;

“İpek an

İpekten an

İpek bir an

Fotoğraflandığında

Bakır tutan yüzey

Donup kalan

Birdenbire her şey zaman”

Murathan Mungan’ın “Solak Defterler” kitabının tek imgesi zaman değil elbette: doğa, aşk, dünyanın sıkıntısı, gündelikler, insanlar, anlar, hayvanlar, ağaçlar ve daha pek çok şey ancak bana kalırsa zaman ve bellek kitabı bütünleyen bir imge olarak çıkıyor karşımıza. Bu günün dünü, dünün yarını kısaca insanın asla kurtulamayacağı zamanın ve belleğin yükü.

Emek Erez – edebiyathaber.net (12 Nisan 2016)

Yorum yapın