Murathan Mungan’ın ‘Merhaba Asker’ adlı öykü seçkisi üzerine | Hüseyin Bul

Haziran 2, 2014

Murathan Mungan’ın ‘Merhaba Asker’ adlı öykü seçkisi üzerine | Hüseyin Bul

Merhaba-Asker_172742_1Murathan Mungan çok çalışkan bir yazar/şair/oyun yazarı. Mungan’ın daha pek çok maharetinin olduğunu hepimiz biliyoruz. Mungan isminin yanına ne koyarsanız koyun fazla olmaz. Söyleşiler yapar, derlemeler, seçkiler hazırlar sinema üzerine yazılar v.s.

Metis yayınlarından Merhaba Asker öykü seçkisiyle birlikte Kadınlar Arasında öykü seçkisi kitapları aynı anda yayımlandı. İki kitabı da Mungan hazırlamış. Merhaba asker’deki öyküler başka bir yerde yayınlanmayan, tamamen bu kitabın konseptine, ruhuna uygun bir bütünlük oluşturacak şekilde yazılmış öykülerden oluşuyor. Kitaptaki bütün öyküler askerle, askerlikle ilgili. Her yazar başka yerden bakmış. Çoğu içerden-birinci tekil ağızdan-kimi de dışarıdan bir gözlemcinin, anlatıcının gözünde (ağzından) anlatılmış. Kimi bizzat askerin kendisi olmuş, kimi de acılı annenin, sevgilinin, arkadaşın yanında olmuş. Mungan’ın Şüpheli asker ölümleri giriş yazısı kitaba başlarken okuyucuyu nelerin beklediğini haber verir nitelikte.

Birçok tanıdık yazar var kitapta. Niyazi Zorlu (Kahraman), Sibel K.Türker (Kâhin), Müge İplikçi (Süha), Behçet Çelik (Estağfurullah Asker), Toprak Işık (Nöbete benim yanımdan gitti), Neslihan Önderoğlu (Ammo’ya bir tabut), Türker Armaner (Tel örgü), Haydar Karataş (İki siyah erkek donu), Hakkı İnanç (Bir iki üçler, yaşasın Türkler), Seray Şahiner (Kişer Pari Mama), Sema Kaygusuz (Anı), Jaklin Çelik (Askerin arkadaşı), Bora Abdo (Kir’le başlayıp Kor’la biten) Aslı Tohumcu (Sana şafak yok) Murat Özyaşar (Altıotuzbeş) Şule Gürbüz (Sağol sağol). Bütün öyküler ülkemizin askerlikle ilgili gerçekliğini bir yerinden kavrıyor. Kimi çok karamsar hikâyeler diyebilir ama ve lakin neredeyse her ailede askerlikle ilgili kötü bir anı anlatılır, anlatılmıştır. Burası ana kucağı değil asker ocağı diye azar işiten, küfür yiyen asker kendisini neyin beklediğini az çok tahmin eder, etmiştir. Bu öykülerin bir kaçı buradan bir kaçı öteki dediğimiz dışlanmışlardan, bir kaçı da erkeklik ispatından, sapıklıktan, bastırılmış cinsellikten. Kısacası her gün gazetelerden okuduğumuz asker haberlerinden hiç de farklı değiller, tek farkları edebi dil ve kurgu. Böyle olunca da nefis bir kitap çıkmış ortaya.

Bizde askerlik deyince argo gelir akla, küfür gelir, hakaret gelir, sürünme, yüz şınav çekme gelir. Kitapta gerçekliği yakalamayan öykü yok gibi. Argoyla başlayan tek öykü neredeyse sadece Aslı Tohumcuya ait. Tohumcu, şehitlik mertebesini ve doymayan toprağın açgözlülüğünü ironiyle sanata çevirmiş. Kısaca birkaç öyküden bahsedecek olursak;

Türker Armaner’in Tel örgü öyküsü için ilk etapta savaş karşıtı bir öykü diyebiliriz. Öykü, vurulduğunu söyleyerek başlıyor. Sonuna kadar kimin vurulduğunu öğrenemeyecek kadar ustalıkla örülmüş bir öykü.  İsminden dolayı sivil hayattaki zorluklarını, ismini nasıl sakladığını ya da söylememeyi tercih eden birinin bütün bu kaçmalarına rağmen belanın nasıl gelip kendisini MurathanMunganMardinbulduğunu anlatıyor. Aslında bela dediğimiz şey ırkçılığın ta kendisi.  Gayri Müslimlerin, Kürtlerin, Çingenelerin, eşcinsellerin kısacası ötekileştirilmişlerin toplumdaki sıkıntıların nasılda kesintiye uğramadan gelip kendilerini bulduklarını, kaçamadıkları “kaderlerini” anlatıyor.

Sibel K.Türker’in Kâhin öyküsü çocuğunu askere gönderdikten sonra böyle “sosyal” bir devlette ve askerliğin zorunlu olduğu bir ülkede çocuğunun başına nelerin gelebileceğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok demeye getiriyorsa da aslı başka. Asker cenazesinin daha on gün önce çıkmış bir eve geleceği rüyalar aracılığıyla gören birinin başka bir haber vermeye gittikten sonra gördükleri karşısındaki şaşkınlığını, ev ahalinin yeni bir cenaze haberini kaldıramayacağını anlamasıyla sürüyor.

Haydar Karataş, askerlikteyken “özelinin” olamayacağını her şeyin özensizce ve saygısızca didik didik edilişini iki siyah erkek donu öyküsüyle mektubun içinde çıkan bir fotoğrafın Yüzbaşı tarafından yanlış anlaşılmasının ağır sonuçlarını yüreğimizi burkarak anlatıyor. Önyargı zehrinin şuursuzluğunu hatırlatıyor.

Seray Şahiner, Ermeni bir annenin ağzından sıradan, gelenekselleşen paskalya çörek hamurunun inceliklerini anlatıyor. Bunu yaparken annenin istemeyerek askere gönderdiği oğluna dair kaygılarını, endişelerini Kişer pari mama’da okuyoruz. Türküm, doğruyum, çalışkanımla büyüyen, büyütülen benliğine işlenen Türklük’le şekillenen çocuğunun tezgâhın üzerindeki mayalanmış çörek hamuruyla insan hamurunun nasıl şekillendiğini; bu topraklarda iki şey değişmez; bir, müfredat; iki, mukadderat diyerek özetlemiş öyküsünü.

Sema Kaygusuz, Anı’da okuyucuyu ters köşeye yatırıyor. Hastane koridorlarında endişeli, kaygılı bir kıdemli albayın ruh haliyle açılıyor öykü. Otopsi bölümündeki askerinin “derdine” düşen kıdemli albayın korkuları şefkatli yaklaşımları, acımaları bizim olayın ne şekilde olduğuna dair merakımızı kamçılamayı çok iyi başarıyor.

Murat Özyaşar, dumanlı bir kafanın inceliklerini altıotuzbeş öyküsüyle anlatırken karşımıza bambaşka bir kıskançlık hikâyesi çıkarıyor. Abisinin gölgesinden kaçan, kaçarken hep toslayan, mutsuz olan kısa boylu olmasından mütevellit altıotuzbeş lakabını alan bir askerin ot çekme maceraları oldukça renkli ve eğlenceli olduğu kadar da trajik…

Merhaba Asker seçkisi iyi derlenmiş, ülkemizin kronikleşmiş “eğitim zayiatı” klişesine göndermeleri olan işinin ehli yazarlardan oluşan bir an önce okunması gereken kitaplardan biri.

Hüseyin Bul – edebiyathaber.net (2 Haziran 2014)

Yorum yapın