Her gözünü kapayan uyumaz, her veda eden gitmiş sayılmaz | Seval Akbıyık

Şubat 3, 2017

Her gözünü kapayan uyumaz, her veda eden gitmiş sayılmaz | Seval Akbıyık

yazdan-kalan

Amerikalı yazar Muhyiddin Şekûr, son kitabı ve ilk romanı Yazdan Kalan Son Gül’de daha önce Türkçede yayınlanan Su Üstüne Yazı Yazmak ve Gölgeler Koridoru adlı kitaplarından hayli farklı bir metinle çıkıyor okurların karşısına.

Türkiyeli okurların aşina oldukları bir isim aslında Muhyiddin Şekûr. Öyle ki son birkaç yıldır yılın belli zamanlarını İstanbul’da geçiren Şekûr, şehirde dolaşırken zaman zaman kendisini tanıyan kişilerin çıkmasından duyduğu şaşkınlıktan bahsediyordu verdiği bir röportajda. Yazdan Kalan Son Gül, işte o, Şekûr’u “Sufi Günlükleri” adını verdiği kitaplarıyla tanıyan okurlar için sürprizli bir kitap olacak gibi görünüyor.

Karakterleri ve olay örgüsüyle zengin bir roman Yazdan Kalan Son Gül. 1960’ların Amerika’sında, Cleveland’da bir mahalle geçiyor romanın çerçevesindeki hikâye. Daha çok siyahilerin yaşadığı bir mahalle burası. Her ne kadar Amerikan rüyasından henüz pek de uyanılmamış olsa da işler bu mahallenin sakinleri için biraz daha zordur Amerikan toplumunun geneline nispetle. Fakat mahallede bu hava pek de hissedilmez; daha doğrusu mevzu edilmez. Onlar müzikle, dostlukla, dayanışmayla, bazen kapışmayla, imkânları çok geniş olmasa da kurdukları geniş ve neşeli sofralarla fena gitmeyen bir düzen kurmuşlardır kendilerine. Sıcakkanlı insanların renkli dünyasıdır burası.

Romanın merkezindeki karakter Carlos, 14 yaşındadır henüz; çocuklukla ergenlik arasında. Hayat onun için sanki en çok uyandığı o güneşli Ağustos sabahında mahallede atacağı bisiklet turudur. Neşeli ama sıradan bir güne uyandığını zanneden Carlos, bir anda insanoğlunun hayatının en belirleyici duygularından birinin ellerinde bulur kendini. Aşkın ne demek olduğuna dair bir ürpertiyle karşılaşmıştır o sabah Carlos. Henüz bu karşılaşmanın hayatında nelere gebe olacağını tahmin edemese de kendisine “bir şeyler” olduğunu fark eder. Bu ürpertinin sebebi yan komşuları Helen Blue’nun çok da ahım şahım bir güzelliği olmasa Carlos’a çok sevimli görünen yeğeni, Kamara’dır. Görünen o ki hayat Kamara’dan sonra daha coşkun bir nehir olarak akacaktır Carlos için.

Mahalle sakinlerinin çoğunun Afro-Amerikan olduğunu söylemiştik. Tahmin edileceği gibi, Carlos da ataları köleleştirilerek Afrika’dan getirilmiş biridir. Babasını ne uğruna olduğunu bilmediği bir sebeple Kore Savaşı’nda yitirmiştir. Doğrusu, bu konu evde pek konuşulmaz. Carlos’un annesi Delores sanki bu kaybın üzerini itinayla örtmüş gibidir. Delores roman boyunca, Carlos’la babası hakkında sadece bir kere konuşur ve orada da söyledikleriyle Carlos’u şaşkınlığa uğratır. Carlos hem duyduklarına şaşırır hem de annesinin bunları bugüne kadar kendisine anlatmamış olmasına.

Muhyiddin Şekür
Muhyiddin Şekûr

Neyse ki mahallede hayat sanki geniş bir aileymiş gibi yaşanmaktadır. Babasızlığın Carlos’un hayatında bıraktığı boşluğu doldurmak mahallenin bilge ihtiyarı Dan Amca’ya düşer. Dan Amca başı sıkıştığı her an Carlos’un yanındadır. Yeri geldiğinde aşk acısına ortak olur.

“Hey ufaklık, anlaşılan derdinin ne olduğunu kimse bulamıyor. Anneni de Emma Teyze’ni de neredeyse üzüntüden öldüreceksin. […] Ateşler içinde yanıyorsun, bir türlü söndüremiyoruz. Ayrıca fark ettim de burnunda da bir gariplik var sanki.”

[Dan Amca] biraz daha yakınlaştı ve Carlos’un burnunu hafifçe bir iki çimdik attı. “Evet evlat, o küçük kız resmen senin burnunda tütüyor.”

Carlos cevap vermedi ama Dan Amca, alnında oluşan çizgiden, onun ilgisini çekmeyi başardığını anla­mıştı. Carlos’un alnını okşadı.

“Hiçbir şey ateşini düşüremiyor çünkü sen yanıyorsun ev­lat. O küçük kız seni ateşin içine atmış, sen de şimdi alevlerle boğuşuyorsun. Vaaay beee! Yani ufaklık,” dedi sonra kulağına eğilip neredeyse fısıldayarak. “Bu aşktan başka bir şey değil. Sen basbayağı âşık olmuşsun. Ama merak etme, kimseye söyleyecek değilim.”

Çoğu zaman da anlattığı hikâyelerle, telkinleriyle, tesellileriyle Carlos’u içe doğru derinleşeceği bir hayata hazırlayacaktır.

“Seni doktora götüreceğiz ufaklık. Ama merak etme, iyi ola­caksın. Artık çocukluğa ait şeyleri bir kenara bırakıp yepyeni bir dünyaya girmek üzeresin. Başına gelenler için endişe etmene gerek yok evlat. Bugün birisi seni iyi bir tartaklamış olabilir. Kısmetse yarın da sen birine gününü gösterirsin. Şimdi senle birlikte bizim sokağa gireceğiz ve başımız dimdik yürüyeceğiz. Yaşadığın sürece ufaklık, bir tek şeyi asla unutma: Şu dünyadaki hiç kimseden kork­mana gerek yok, buna Blue Joe da dahil. Hadi şimdi eve gidelim.” 

Yazdan Kalan Son Gül’de hikâye ve karakterler gerçekten zengin. Romanın ilk bölümlerine hakim olan Carlos-Kamara ve mahallenin başı dertten kurtulmayan hergele delikanlısı Blue Joe üçgeni ve Dan Amca’nın üstlendiği bilge ihtiyar rolü, ilk bakışta metnin salt bir ilk aşk hikâyesi olarak algılanmasına yol açabilir. Karakterlerin canlılığı, diyalogların sürükleyiciliği –burada anılmadan geçilmemesi gereken bir nokta da çevirinin başarısı–  ve hızlı kurgusuyla kitap bir film akıcılığında da okunabilir. Oysa roman bundan daha fazlasını vaat ediyor. Bir yanıyla 1960’ların Amerika’sında bir banliyöde yaşanan gündelik hayatı tüm gerçekliğiyle sunarken, ilerleyen yıllarda başarılı bir deniz piyadesi olan Carlos’la birlikte savaş ve kahramanlık kavramlarını tartışıyor. Devletlerin vatanseverlik ve kahramanlık duygularını kullanarak insanın hayatından çaldıklarına, can kaybı olmasa bile ortaya çıkan tahribata işaret ediyor. Fakat her şeyin ötesinde, bence romanın en büyük vaadi, sunduğu manevi genişleme hissi. Roman işte bu tarafıyla Şekûr’un önceki kitaplarının okuyucusunun beklentilerini de karşılayacak gibi görünüyor. Birkaç paragraf önce Dan Amca’nın, Carlos’u içe doğru derinleşeceği bir hayata hazırlayacağını söylerken ima ettiğim tarafı da buydu romanın.

Dan Amca ve mahallenin “ustalar” olarak anılan diğer ihtiyarları –ihtiyar dediklerimiz yaşları çok geçkin kişiler değil esasında, orijinal metinde “Elders” olarak geçen bu karakterler– Carlos ve mahallenin seçilmiş diğer delikanlılarını adeta uzun soluklu bir “Ninja”lık eğitiminden geçiriyorlar. Ustalar, Afrikalı atalarıyla sürdürdükleri esrarlı bağı Capo-Kung adını verdikleri felsefi temeli olan bir savaş sanatıyla Carlos’a ve diğer gençlere aktarıyorlar. İşte romanının bu ustalık-çıraklık üzerinden yol alan katmanı, asıl sürprizleri ve içsel derinleşmeyi vaat eden kısmı. Kitaba ismini veren “gül” ise Şekûr’un önceki kitaplarının okurlarının aşina oldukları bir kavramla ifade edersek bir tür “altın iplik”.

Yazdan Kalan Son Gül, Cleveland’ın bir mahallesinden Vietnam’a, hatta Batı Afrika’nın çoğumuzun nerede olduğunu bilmediğimiz gizemli şehri Timbuktu’ya uzanan bir serüven vaat ediyor okura. Mehmet Emin Baş’ın son derece titiz çevirisiyle pürüzsüzce akan bir metin çıkmış ortaya. Akıcı ama aynı zamanda kalıcı izler bırakacak bir roman.

Seval Akbıyık – edebiyathaber.net (3 Şubat 2017)

Yorum yapın