Masumiyet Müzesi açılıyor

Nisan 14, 2012

Masumiyet Müzesi açılıyor

Orhan Pamuk'un edebiyat tarihine geçecek büyük projesi tamamlandı. Romanla aynı adı taşıyan müze gecikmeli de olsa 28 Nisan'da açılıyor. Kemal'in Füsun'a duyduğu aşkı anlatan Masumiyet Müzesi, romanı okumayanlar için bile çok ilginç bir 'gündelik hayat' müzesi gibi

Kapının önünde bekleyen gazeteci grubuna doğru yaklaşanOrhan Pamuk’a ilk soruyu İhsan Yılmaz sordu: Heyecanlı mısınız? “Evet” dedi Orhan Pamuk. “Fark ettim ki konferanslara, ödül törenlerine gitmeden önce yaptığım gibi çıkmadan ayakkabılarımı boyadım…” 
Tabii Orhan Pamuk’un üzerinde 15 yıllık fikrini tamamlamış olmanın rahatlığı ve onu yıllardır bekleyenlere gösterecek olmanın heyecanı vardı. Altı ay kadar önce birlikte yaptığımız küçük turda, müzeyi oluşturan vitrinler hazırlanıp yerlerine konmuştu. Geçen zaman içinde eksikler tamamlanmış ve Masumiyet Müzesi, Türkiye’deki ve dünyadaki Orhan Pamuk okurları için hazır hale getirilmiş. 
Meraklı okurların çok iyi bildiği gibi, burası Orhan Pamuk’un 2008’de yayımlanan son romanı ‘Masumiyet Müzesi’nin bir parçası. Roman, zengin bir aileden gelen Kemal’in, yoksul uzak akrabası Füsun’a duyduğu yıllar süren aşkı anlatıyor. Kemal, Füsun’a ait eşyaları toplar ve en sonunda bunlardan bir müze kurup orada yaşamaya başlar. Orhan Pamuk da yıllarca bir yandan romanı yazarken bir yandan bu müzeyi yaptı. Romanda geçen objelerin, 70 ve 80’lerdeki gündelik hayatı simgeleyen fotoğrafların, görüntülerin ve başka her şeyin olduğu bir müze. 

4213 sigara izmariti 
Çukurcuma’da hala eski püskü ahşap evlerin bile olduğu dar bir sokaktan girdiğiniz müzede sizi önce Kemal’in topladığı 4213 sigara izmaritiyle kaplı duvar, yani bir nevi sigara izmaritleri enstalasyonu karşılıyor. Zaten müzenin tamamını tek ve büyük bir edebiyat enstalasyonu ya da enstalasyonlardan oluşan bir sergi gibi düşünmek mümkün. Bu serginin tek sanatçısı ve küratörü ise Orhan Pamuk… Müze, romanın 83 bölümünü canlandıran 83 vitrinden oluşuyor. 

Gazoz reklamı Sinan Çetin ve Serdar Erener’in armağanı 
Önce karşınıza birinci bölüm, yani ‘Hayatımın en mutlu anı’ çıkıyor. Romandaki “Açık balkon penceresinden deniz ve ıhlamur kokan bir bahar rüzgârı esti, tül perdeleri kaldırıp ağır çekimle sırtlarımıza bıraktı ve çıplak vücutlarımızı ürpertti” satırları kabarık bir tül perdenin arkasından gelen şehir gürültüsüyle canlanıyor izleyicinin içinde. Sonra ‘Şanzelize Butik’ bölümünün unutulmaz sarı ayakkabıları ve o Jenny Colon marka çanta… Merhamet Apartmanı’nın tabelası, Füsun’un küpesi, zengin arkadaşın sahibi olduğu Meltem Gazozları’nın şişeleri. Meltem Gazozları’na ayrılan vitrinin üzerinde siyah beyaz bir reklam filmi dönüyor. Bu film, günümüzün ünlü reklamcılarından Orhan Pamuk’a bir armağan: Serdar Erener ve Sinan Çetin hazırlamışlar. Cıngılı da Nil Karaibrahimgil’e ait… 
Vitrinlerin ahşabı, onlara eşlik eden beyaz küçük tabelalar hep eski bir zamanın estetiği, rengi, ışığı içinde. Bazen bir eski lavaboya yaklaşıp dışarıdan gelen yağmurun sesini duyuyor, bazen aralık panjurlardan Füsun’la Kemal’in yatak odalarında olduğu gibi iskeleye çarpan kayıkların tıkırtısını dinleyebiliyorsunuz. Füsun’un elbisesi ve küpeleri, ehliyeti, o meşhur ayva rendesi, televizyonların üzerindeki köpek biblolarının yüzlercesi vitrinlerde bekliyor… Kemal’in o evde yediği sigara börekleri ve hatta dolmalar da… 
1200’den fazla eşyanın yer aldığı müzenin en üst katında ise Kemal’in yattığı ve ortadaki boşluktan hayatını ve müzesini izlediği odası var. Bir yatak, pijama ve terlikler, bir eski valiz, üç tekerlekli bisiklet. Duvarda romanın son cümlesi: “Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım.” 
Bu katta romanın elyazması nüshaları da, Pamuk’un notları, desenleri, düzeltmeleri ve hatta yayımlanmamış bölümlerle birlikte sergileniyor. 
Nobel ödüllü bir yazarın sözcüklerle kurduğu dünyayı, nesnelerle somut bir hale getirdiği Masumiyet Müzesi dünya edebiyat tarihini ilgilendiren bir proje. Pamuk’un 10 yılı aşkın bir süre ince ince uğraşmasının sonucunda Masumiyet Müzesi, romanın duygusunu ve atmosferini hiç okumayanlara bile aktarabilecek bir incelikte hazırlanmış. Belli ki 28 Nisan’dan itibaren elinde ‘Masumiyet Müzesi’nin farklı dillerdeki baskıları olan okurlar ve İstanbul’un geçmiş hayatını merak edenler kapıda uzun bir kuyruk oluşturacak. 

Biletler kitabın içinde 
Müzeye elinizde ‘Masumiyet Müzesi’ kitabıyla gidebilirsiniz. Kitabın sonundaki bilet geçerli. Kapıda o bilete bir damga basılacak ve kitabınız daha da ‘özelleşecek’. Bilet fiyatları kitaptan ucuz tabii, öğrenci 10, tam 15 TL. Açılış günü kuyrukta beklemek istemeyenler Masumiyet Müzesi’nin web sitesinden biletlerini şimdiden alabilir.www.masumiyetmuzesi.org 

‘Hayatımın en mutlu altı ayıydı’ 

Müzeyi büyük oranda kendi parası, emeği ve yaratıcılığıyla yaptığını anlatan Orhan Pamuk, ‘Ödediğim en büyük bedel altı ay roman yazamamaktı’ diyor. Söz Pamuk’ta… 

* Bugünü dört yıldır bekliyorum. 1990’ların ortasında romanı ve müzeyi düşünürken romanı yayımladığımda müzeyi de açacağımı düşünüyordum. Romanı müze için topladığım eşyalara bakarak yazıyordum ama pek çok sebepten roman daha önce bitti. 2008’de romanı yayımladığımda bir yıl sonra açarım diyordum ama 2012’de oldu. Niye bitiremedim? Tembellikten değil. 

* Bu müzenin biraz mütevazı bir şekilde benim yaşadığım dönemdeki İstanbul’un müzesi olması niteliği de var. Ve ne yazık ki hala bir İstanbul Müzesi yok; büyük eksiklik. Aynı zamanda belgeselci bir yanı var. 70’lerden günümüze kadarİstanbul’un eski otobüs biletleri, sinema biletleri, sigorta kartları, banka kartları gibi gündelik eşya var bu müzede. Tuzluğundan Vim kutusuna. Hepimizin yaşadığı gündelik hayat da var burada, Kemal’le Füsun’un yaşadığı özel hayat da. 

* Müzenin açılmasının bu kadar uzun sürmesi benim müzedeki eşyaları toplayamam değil, onları belirli nizam ve ahenk içinde vitrinlere ve kutulara yerleştirirken taşıdığımız endişeler. Nedir bu endişeler? Birincisi güzel olsun. Sanatçıların temel endişesi budur, güzel olsun, havası olsun! Topladığım eşyaları koyayım masaların üzerine, işte romandaki eşyalar diye, yerli malı yurdun malı haftalarında olduğu gibi… Bunu yapamayacağımı kendime yediremeyeceğimi gördüm. İşler uzadı, ama şikâyetçi değilim. 

* Bazı vitrinler hâlâ bitirilmedi. Onların üzerine kırmızı perdeler koyduk sinema perdesi gibi. Biz o eşyaları da topladık ama onlardan güzel bir vitrin yapamadık. Şu anda artık yapmak istemiyorum. Şu anda müzemi açmak istiyorum. Artık bitti, yeter. Bu müzenin zaten daha 20 yıl üzerinde çalışmak istiyorum. 

* Bu müzeyi bitirdikçe müzenin anlattığı hikâyeyle romanın anlattığı hikâye arasında bir fark doğmaya başladı. Görmekle okumak arasındaki fark gibi. Okumak kelimelerle kafamızda hayal gücümüzle bir film seyretmek gibidir. Bu müze ise eşyalarla kafamızda seyrettiğimiz filme benzer bir şey yapıyor. 

* Ne yaptığımı da fazla bilmiyorum. Ben 7-22 yaşım arasında ressam olmak istemiştim ve ruhumun derinliklerinde bir ölü ressam var dışarı çıkmak, bir şeyler yapmak isteyen. Ben ona izin verdim ve yaptı. Resmetmek, görmekle ilgili düzenlemeler yapmakla ilgili isteklerimin sonucu olarak da yaptım bu müzeyi. Daha kuramsal olarak “Niye yaptın bu müzeyi?” diye soruyorsanız, bir roman yazdım ve bir müze yaptım. Dünyada eşi benzeri yok. Ama niye yaptım bilmiyorum. 

* Bu müzeyi yaparken pek çok kişiyle çalıştım ve pek çok kişiyle kavga ettim. Pek çok kişi değişti.Sürekli bir sabırsızlık içindeydim. Bu müze 2009 ile 2011 sonbaharı arasında yoğun olarak yapıldı. 

* Burayı açarken açıkçası ben çok azını yaparım, çok fazla vakit vermem diye düşünüyordum. Uzaktan bakar, “Evet Sümerbank sergisi gibi masanın üzerine koymayın ama güzel bir şeyler yapın” derim diye düşünürken hoop işin içine girdim. Pek çok sanatçıyla görüştüm, konuştum sonunda onlara sipariş vermedim yavaş yavaş kendi içime çekilip çoğunu kendim yaptım, bazı istinsalar hariç. 

* En sonunda burası kitaptan bağımsız bir yer oldu, bundan çok gurur duyuyorum. Kitabı okumadan da bu müzeyi gezebilirsiniz. Buranın böyle bağımsız bir ruhu olduğunu görmek de bu işin bu kadar uzamasına yol açtı. İşte kitaptaki eşyalar, gelsinler baksınlar demedik. Buranın bağımsız bir ruhu var. Şu yukarıdaki nesnelerin arasında oturarak ben altı ayımı verdim geçen sene. O arada romana elimi sürmedim, utanarak söylüyorum. Benim için müzenin maliyeti işte bu vakitlerdir. Ama sonunda bittiğinde hayatımın en mutlu altı ayıydı diye düşündüm. 

* Bana sanat, resim yapmak mutluluk veriyor, roman yazmak beni daha zeki hissettiriyor ve dünyanın içine girdiğimi ondan daha ahlaki bir şekilde sorumlu olduğumu hissediyorum. Ruhumun iki yanı bu şekilde resimle edebiyat ve roman arasında ayrılmış. İkisi burada birleşiyor, ama böyle iddialarla yapmadım. Resim ve edebiyat birbirinden uzak gösterilen alanlardır. Pek çok ünlü yazar, Victor Hugo, Yaşar Kemal resimle ilgilenmiştir. Ben onlar arasında kendi ressamlığını daha fazla ciddiye alan biriyim ya da içimdeki ressam sonunda ortaya çıktı… 

* Müze ne kadara mal oldu? Size tam olarak 12 lira 15 kuruş diyemem. Çünkü bunu bilmek istemiyorum. Sonuçta kimseden destek alamadım yüzde 95’i benim bir romancı olarak kazandığım paralarla yapıldı. Rakam, Nobel parasından çok daha fazladır; bu kadarını söyleyebilirim. 

* Ben bu müzeye ölene kadar sağından solundan orasından burasından bir şeyler ekleyeceğim. Mesela şu duvardaki boşluklara resimler yapmayı düşünüyorum. Bu arada bu müze yüzünden ben son üç yıldır resim yapmaya döndüm, belki onları da burada sergilerim.

Radikal (14 Nisan 2012)

Yorum yapın