M.Caner Alper: “Ben anılarımı yazmadım, çocukluğumda ve ilk gençliğimde kendi cinsime yönelimin gereği yaşadığım sıkıntıları yazdım.”

Aralık 20, 2018

M.Caner Alper: “Ben anılarımı yazmadım, çocukluğumda ve ilk gençliğimde kendi cinsime yönelimin gereği yaşadığım sıkıntıları yazdım.”

Fotoğraf: Mehmet Binay

Söyleşi: Abdullah Ezik

“Zenne” ve “Çekmeceler” filmlerinin yönetmeni M. Caner Alper ile hep Kitap’tan çıkan anı kitabı Temiz Aile Çocuğu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Kitabından filmlerine kadar birçok konu üzerinde konuşabilme fırsatı bulduk.

Henüz 48 yaşındasınız. İnsanın anılarını yazması için kaç yaşında olması gerektiğini bilmiyorum. Ancak anılarınızı okurken yazılandan çok daha fazlası olduğunu hissettim, hem de bu kararı nasıl verdiğinizi merak ettim. Anılarınızı kaleme almak için doğru zamanı seçtiğinizi düşünüyor musunuz? (Veya doğru zaman var mıdır şu ölümlü dünyada?)

Ben anılarımı yazmadım, çocukluğumda ve ilk gençliğimde kendi cinsime yönelimin gereği yaşadığım sıkıntıları yazdım. Tam bir otobiyografi değildi. Hayatımın bütünü de bundan ibaret değildi, onun için geldiğim noktada bunları paylaşmak istedim. Hem kimin ne kadar yaşayacağı konusunda garantisi var ki?

Anı ve otobiyografilerde aslında yazar için düşünülebilecek tartışmalı bir soru var hâliyle. Gerçekten de yazar geçmişini kaleme alırken objektif davrandı mı, yoksa her şeyi göstermek istediği biçimiyle mi ortaya koydu; işte ben de size doğrudan bunu sormak istiyorum. Okura ve özellikle kendinize karşı gerçekten tarafsız olduğunuzu düşünüyor musunuz? (Anılarınızı paylaşan herkese karşı da.)

Haklısınız. Bence de otobiyografilerin anarşist bir tavrı var. Kendinizi ve ailenizi yıkıp döküp sergilemeden gerçeğe ulaşmanız mümkün değil. Temiz Aile Çocuğu’nu yazarken dikkat ettiğim tek şey bu oldu. Gerçek ne, tam olarak neyi yazıyorum, sakladığım bir şey var mı, diye diye yazdım.

Sanırım insanın anılarını yazması tamamen kurgu olan bir metin yazmaktan veya bunu okura aktarmaktan çok daha farklı bir duygu olmalı. Çünkü bu sefer mercek altında olan, aslında bizzat kendinizin odağa koyduğu kişi kendinizden başkası değil. Anılarınıza bir okur olarak baktığınızda (mümkünlüğü sorgulanabilir) nasıl hissediyorsunuz? Temiz Aile Çocuğu’ndan memnun musunuz?

Bazen geri dönüp okuduğumda, mesela “Vay neler neler yazmışım. Babam her halde bunu okuduğu için bana o soruyu sordu” diyorum. O kadar hesapsız yazmışım, o kadar dipten kum çıkarmışım ki, farkında bile değilim. Temiz Aile Çocuğu’ndan çok memnunum.

Metninizin ilk ve son cümlesi sanırım oldukça sembolik ve önemli bir durumu ortaya çıkarıyor siz ve anılarınız için: “O yılın haziran ayında annemi gömdüm.” “Son arzusuna uyarak dimdik yürüyüp uzaklaştım.” Bu başlangıçla bitiş arasında size en çok eşlik eden ve kendini en çok hatırlatan kişi sanırım anneniz olmuştur. Bunca ölüm kalımdan sonra anneniz için ne söylemek istersiniz? Onun sizin üzerinizdeki olumlu/olumsuz, kalıcı/geçici etkisi ne oldu? Zira bu “temiz aile çocuğu”nu dünyaya getiren ve ona yaşamı boyunca eşlik eden en önemli isimlerden.

Annem beni kendiyle çok meşgul tuttu, bu kitap onun için öyle başladı ve bitti. Dikkat çektiğiniz gibi aynı yerde hem de. Hem bir kaybediş hem de bir kendini buluş anıydı o. Müthiş bir özgürleşme. Beni o ana hazırladığı için ona çok şey borçluyum, dimdik uzaklaşmamı sağladı. Bu kitabı okuyabilse çok iyi anlar, babamın dediği gibi “Çok iyi bir final yazmışsın” der, gülümserdi.

Kitabınızı yazarken dinlediğiniz müziklere göz attım “Spotify”da. Olduka uzun ve kapsamlı bir liste müzikseverler için. Bir yandan da hâliyle sizin kişisel beğeninizi ortaya koyuyor. Öte taraftan filmlerinizde de müzik kullanımınız öne çıkıyor, âdeta bütün yapıtlarınızı bütünlüyor. Tüm bunlarla beraber müzikle ilişkiniz nasıldır? Müziğin üzerinizde ne gibi bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?

Aslında ben müziği yazarken değil dinlenirken veya düşünürken dinliyorum. Yazarken vokalli şarkılar düşüncelerime çelme takıyor. Mehmet için müzik çok daha önemli ve her iki filmimizde de bir miktar fazla olduğunu savundum ben. Hazırlık aşamasında olduğumuz Agunah filminde çok minimalde müzik kullanılması gerektiğini düşünüyorum, zira hikâye çok sürükleyici.

Birçok şey değişti, birçok şey hızla değişiyor, dünyada, Türkiye’de, Anadolu’da… Bazı konularda ise gelişim oldukça yavaş ilerliyor. Sanırım bunlardan biri de homoseksüel insanlara karşı olan yaklaşım. Zenne filminde de olduğu gibi hâlâ bazı tabular olduğu yerde duruyor. Bu kırılmaları sanırım zor yaşıyor toplum. Tüm bunları aşmak için, daha insani değerlerle hayata güzel bir pencereden bakmak için ne yapılmalı? Kendi hikâyenizden de yola çıkarak homoseksüel bireylerle toplumun ilişkisi geçmişte nasıldı ve bugün nasıl?

Homoseksüel kelimesini sevmiyorum. İçinde seksüelite barındırıyor. Halbuki LGBTİ bireyler sadece seksüeliteden ibaret değil. Haklısınız, bu konuda ilerleme çok yavaş. Öncelikle gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı ve hükümet toplumun önüne geçebilmeli. Can güvenliği şart. Namus derdiyle katil olanlara karşı caydırıcı cezalar verilmeli, namusun kanla temizlenmeyeceği öğretilmeli. Benim büyüdüğüm yıllarda sapıklık gibi bakılırdı, sonra “tercihiniz, karışmayız” tavrı benimsendi. Şimdilerde “yinelim” olduğunu ve doğuştan kendi cinsimize yöneldiğimiz duyulmaya, konuşulmaya başlandı. Geçen yaz fabrikalar Onur Haftası kapsamında bizi konuşmacı olarak davet ettiler ve çalışanlarıyla sohbet etmemizi istediler. Yavaş da olsa ilerleme var.

Kitabınızdan da yola çıkarak birçok farklı kişinin, mekânın, zaman diliminin sizin için önemli olduğunu görüyoruz. Mete, Levent, abiniz, anneniz, Mehmet Bey… Tüm bunlar sizin benliğinizi inşa etmenize yardımcı olurken bir yandan da hayattaki eğilimlerinizi ortaya çıkarıyor. Bu oldukça hareketli yaşamınıza baktığınızda sizi en çok etkileyen figür kim oldu? Keşfettiğinizde en mutlu olduğunuz kişi/karakter kimdi?

Elbette Mehmet oldu. Hayat boyu karşıma çıkmasını beklediğim, adeta çamurdan inşa edip can almasını beklediğim bir hayat partneri oldu bana. Diğerleri sanki o gelinceye kadar bana ufak dokunuşlar yaptılar ve ona hazırladılar. Biz Mehmet’le birlikte hem büyüdük hem olgunlaştık. Kitapta da bahsettiğim gibi, Mehmet’e bağlı olarak onun ailesi her ailenin aynı olmayacağını, kimilerinin koruyup kollayacağını bana kanıtladı.

Genelde projelerinizde eşiniz Mehmet Bey ile beraber çalışıyorsunuz. Ancak sanırım kitap yazmak diğer projelerden ayrı bir yerde duruyordur. Bu sefer bütün ortaya çıkan sizin kaleminizin eseri, bir yandan tamamen size ait bir alan. Mehmet Bey ile beraber çalışmak ve tek başınıza bir eser ortaya koymak arasındaki fark sizin için ne oldu?

Daha az kavga ettik! Biz birlikte çalışırken o kadar şiddetli kavgalar ederiz ki settekiler az sonra ayrılacağımızı ve filmi çekmekten vazgeçeceğimizi düşünürler. Oysa biz sonuca bağlar evimize güle oynaya döneriz. Hiçbir sözü hakaret saymayız, kişilik meselesi olarak algılamayız. Kitap yazarken, dediğiniz gibi, yalnız bir akış ama ben her hikâyeyi bitirdiğime inandığımda ona mutlaka okurum. Fikrini alırım. Çok zor beğenir, onun için “Olmuş!” dediğinde sayfayı çeviririm. O daha teknik bakar metne ben daha duygusal.

Bitime yaklaşırken, yineleyerek; tüm bunların ardından yazmak nasıl bir duygu oldu sizin için? Kitabınız ortaya çıkarken ve şimdi ne hissettiniz ve hissediyorsunuz? Sizi sınırladığını veya özgürleştirdiğini düşünüyor musunuz; sinema ve müzikten farklı veya paralel olarak.

hep kitap’tan Deniz Yüce’ye “Beni bu anılardan, karakterlerden kurtarın” diye uzatmıştım Temiz Aile Çocuğu’nu. Müthiş bir terapi gibi yazma. İnsan çocukluğunda yaşadığı travmalarda takılıp kalıyor, orayı pek aşamıyor. Onun için bilinçaltımda ve kalbimde birikmiş bu tortuları temizlemem gerekiyordu. Yazarken özgürleştiğimi hissettim ama okuyanlardan güzel geri dönüşler geldikçe, hele ki ağabeyim ve babamdan, onlar her şeye bedel oldu.

İnsanın anıları bitmez, yaşam devam ettikçe onlara yenileri eklenmeye de devam eder şüphesiz. Temiz Aile Çocuğu’ndan sonra gerek anılarınız için gerekse yazarlık dürtüsü ve yazmanın karşı konulamaz zevki adına, yeni kitaplar gelir mi?

Bu kitapta biraz bahsi geçen Şeref Motel’i şimdi daha ayrıntılı roman olarak yazıyorum. Anne tarafımdan aile motelimizdi. İzmir’e yarım saat mesafede, denize paralel sekiz odası, restoranları olan bir yerdi. Her odada farklı bir karakteri, 60’lardan 90’ların sonuna kadar süren o riya, entrika, sadakatsizlik ve sahtekârlık dolu modernleşme çabamızı, motelin ve ailenin dağılmasını, yıkılmasını anlatıyorum. Neredeyse yarıladım. Çok sevinçliyim.

edebiyathaber.net (20 Aralık 2018)

Yorum yapın