Leylâ Erbil yazınında değişen, dönüşen normlar ve bedenler | Baran Barış

Ağustos 8, 2018

Leylâ Erbil yazınında değişen, dönüşen normlar ve bedenler | Baran Barış

Hulki Aktunç’un, Süha Oğuzertem’in yayına hazırladığı Leylâ Erbil’de Etik ve Estetik (2007) adlı kitapta yer alan yazısı “Leylâ Erbil: İsyan Grameri” başlığını taşır. Leylâ Erbil, Yeniyazı dergisinde yayımlanan bir söyleşisinde Aktunç’un bu yazısına gönderimde bulunarak şunları söyler: “kitaplarım üzerine bence en kısa, açık saptamayı yapan yazarlardan biri de eşsiz bir kalem, sevgili hulki aktunç’tu. hakkımdaki yazısının başlığı, ‘leylâ erbil: isyan grameri’ idi! birçok niteliğimi içeren bir başlık” (s. 92). Erbil’in yazınında biçimden içeriğe kadar belirgindir Aktunç’un dile getirdiği isyan. Yazınsal incelemelerde yazarların özgünlüklerini vurgulamak için “Sınırları zorlar” gibi artık bence epey klişe tümceler kullanılır. Hele hele Leylâ Erbil gibi bir yazar için buna benzer klişeleri sıralayarak değerlendirmeler yapmak, çözümlemeyi yüzeyselleştirir. Erbil, daha ilk yapıtı Hallaç’ta (1960) dili, biçemi ve ele aldığı konularla son yapıtı Tuhaf Bir Erkek’e (2013) kadar olan yazınsal üretiminin verili olan her şeyi alaşağı edeceğinin haberini vermiştir. 1977 tarihli Eski Sevgili adlı yapıtında yer alan ve kitapla aynı adı taşıyan öyküsünde geçen şu tümceler, Erbil yazınının karakteristiğini ortaya koyar:

“Haksızlıkla yüz yüze geldiğin anda sana doğru yolu gösterecek olan tek şey yüreğinde uyacağın o derin öfkedir. Kalıplaşmamış bir öğüttür öfke […] haksızlıkla yüz yüze geldiğin anda öfkelenmesini bil!” (s. 221)

Leylâ Erbil yazınında bu öfke, Aktunç’un vurguladığı isyan nelere karşıdır? Erbil’in söyleşilerinde de dikkat çektiği gibi Sartre, Marx ve Freud, yazarın yapıtlarını çözümlerken okura yardımcı olacak kaynaklardandır. Bu nedenle söz konusu metinlerde sömürüye dayalı düzene yönelik öfke çok belirgindir ve bu izlekler, Marksist eleştiri bağlamında ele alınabilir. Öte yandan Erbil’in Tuhaf Bir Kadın (1971) adlı yapıtı yayımlandıktan sonra yazarın yapıtlarında ataerkil sisteme yönelik öfke önemli yer tutmaya başlar. Düşler Öyküler dergisinin Mayıs 1997 tarihli sayısında ve daha sonra Zihin Kuşları’nda yer alan söyleşisinde feminist hareket ve feminizmin yapıtlarına etkisinden söz ederken şunları söyler:

“Haklısınız işin başında, ‘kadın yazar’ olmaya tepki duyuyor; sadece, ‘iyi yazar kötü yazar’ vardır gibi pek mantıki görünen bir doğruyla bağlıyordum kendimi. Tepkimin bir nedeni de, bir ‘erkek eleştirmenin’ hemen hemen fanatik bir duyguyla adımı vermeden ‘dişi yazar’ diye alay etmesiydi benimle[…] Öte yandan o vakitler, insanın daha özgür bir dünya yaratma amacını içeren sosyalist mücadelenin her şeye yeterli olduğuna ve sosyalizm iktidara geldiğinde, benim de ta 1959’dan (Hallaç) bu yana odak noktası kadın sayılabilecek çalışmalarımın öngördüğü sorunların tümünün çözüleceğine inanıyordum. Bugün o düşüncede değilim[…] 1968’de Gecede, 1970’lerde Tuhaf Bir Kadın yayımlandıktan sonra feminist hareketin ayrışması, güçlenmesi ve kitaplarıma sahip çıkmasıyla sosyalizmi bekleme düşüncesinin saçmalığı ortaya çıktı. Kadının, kadın yazarın içine düştüğü ve orada yüzdüğü dilin erkeklerce kurulmuş ve yazılmış bir tarihin dili olduğu, tüm belleğimizin taraflı bir biçim aldığı olgusunu hayretle izledim. Evet yazarlık gövdeyle değil beyinle yapılıyordu ama erkeklerce örülmüş ve kadınlık durumlarına gerçek yerin verilmemiş olduğu erkek egemen bir dildi miras aldığımız. Biz orada, o noktada sanki onların yoğurduğu amacın ve gerçeklerin sürüp gitmesini sağlayan eklemeler yapmaktaydık. Elbette ki bir olgunun bilincine varmak, hemen onu yenmek anlamına gelmiyor. Ancak görmeden de değiştirme çabasına giremezsiniz. İşte, ‘kadın yazar erkek yazar değil sadece iyi yazar vardır’ gibi bir kabul bu tek taraflı dilin riskini kabul anlamına da gelir.” (s. 196)

Erbil’in bu söyleşisinde irdelediği edebiyattaki erkek egemenliği sorununu kurmaca metinlerinde de ele aldığını görürüz. Tuhaf Bir Kadın (1971), Karanlığın Günü (1985), Cüce (2001) ve “Biz İki Sosyalist Erkek Eleştirmen” gibi öykü ve romanlarında yazınsal üretimi tekeline alan ve üreten kadınları yazın dünyasından dışlamaya, görünmez kılmaya çalışan erkekleri ifşa eder Erbil ve yüzyıllardır erkeklerin elinde olan kalem artık kadınların eline geçtiğinde verili olan her şey tersine çevrilir.

Ataerkil tarih boyunca anlatılarda kadın bedeni cinsel nesneye indirgenirken erkek bedeni norm beden olarak sunulmuş ve cinsel özgürlüğün erkeklere sınırsız bir biçimde verilirken kadınların cinsellikleri üzerinden cezalandırılmaları da olağanlaştırılmıştır. Oysa Leylâ Erbil yazını, “Ölü”, “Sarhoş Yaşantılar”, Karanlığın Günü, Cüce ve Kalan gibi metinlerde gördüğümüz gibi, ataerkil anlatıları tepetaklak etmiştir. İlk yapıtı Hallaç’ta yer alan “Sarhoş Yaşantılar” adlı öykü, bu bağlamda, sonraki metinlerin prototipidir. Öyküde kadın ve erkek karakterlerin adları yoktur. Kadın “A”, erkek “B” olarak kodlanmıştır. Anlatıcı, A tarafından izlendiğini fark edince “gövdesini şişire şişire gezin[en]” B’yi betimlerken ataerkil sistemin olumladığı erkekliğin yüzeyselliğini ve gülünçlüğünü “Adamın pazularını, mazularını şişirtip geçip eşekce durması öyle pek yüzeyde kalmış opoğlan bir gereksinmeydi” tümcesiyle vurgular (s. 32). Bu yüzeysellik ve gülünçlük son derece olağandır aslında; çünkü önünde sonunda gücünü cinsel organının boyuna bağlayan bir kimliktir erkeklik. Erbil’in bu konuyu irdeleyen bir başka yapıtı Karanlığın Günü’nde romanın anlatıcısı Neslihan, kendine hayranlıkla bakan Celil’le Sadrettin arasındaki cinsel organlarının uzunluğuna dayanan rekabeti anlattığı bölümde birbirinden farklıymış gibi görünen iki erkeğin takıntılarını ortaya koyar ve bu takıntılar, erkekliğin de ataerkil sistem tarafından belirli normlarla, ölçütlerle kuşatılan bir kimlik olduğunu, diğer bir deyişle, sistemden dışlanmayı göze alamayan erkeklerin söz konusu normları, ölçütleri, rekabet kurallarını sorgulamadan kabul ederek edilgen bir kimliğe dönüştüğünü bize hatırlatır:

“karyolanın ayakucuna bakan duvardaki altın varak çerçeveli billur aynada Celil durmadan kendine bakardı! O da hiç konuşmazdı sevişirken Sadrettin gibi. En sonunda: ‘Nasıl güzel miymiş benimki Sadrettin’den?’ der keyfini kaçırırdı insanın!.. ‘Benimki yirmi yedi santimdir!’ deyip dururdu[…] oğlunun cetvelini getirdi: yirmi santimdi. ‘İyi ölçemedin!’ diye tutturdu, ölçmüştüm![…] Sadrettin’inkini sordu, ‘Yirmi beş santim!’ dedim; – ölçmemiştim oysa ki – ‘Kaç santimi makbul bunun?’ dedim; ‘En ideali benimkidir,’ dedi!.. Eve döner dönmez ayarttım Sadrettin’i ölçmeye yeltendim ardından, her vakitki gibi iğne suratını takındı, babammış gibi azarlardı: ‘Git başımdan be! Bir ölçümüz eksikti!’ diye kovaladı beni.” (s. 23, 24)

Karanlığın Günü’nde karşımıza çıkan bu sahne ile yazarın Kalan adlı novellasındaki bir sahne arasında metinlerarasılık göze çarpar. Karanlığın Günü’nün Neslihan’ı gibi Kalan’ın Lahzen’i de sevişme sonrasında erkeklerin cinsel organıyla ilgili bir konu açtığında daha büyük bir tepkiyle karşılaşır ve yataktan atılır. Lahzen, kendisini yataktan atan adamın bir yerlerde profesör olduğunu söyler:

“çok sonraları büyüyüp

epeyi deneyim sahibi olduktan sonra da

sünnetin kadının alacağı zevki eksilttiğini söyledim erkeklerime

ama onların anlam veremediğim hiddetiyle

karşılaştım hep

en entelektüellerinden biri bir tekmeyle

şimdi profesördür bir yerlerde

yataktan düşürmüştü beni yere

orgazm sonrası sohbetimizde

işitince bu sözlerimi” (s. 38)

Karanlığın Günü’nün Sadrettin’i ve Celil’i ile Kalan’ın “entelektüel profesörü”nün konumları, titrleri, meslekleri farklı olsa da aynı erkek kimliğinin marazi örnekleridir. Tam da bu yüzden Erbil’in son novellası Tuhaf Bir Erkek’te anlatılan aynı erkek olsa da karakterin adı sürekli değişir. Bir yerde Hurşit, bir yerde Bümin, bir yerde Bünyamin olur. Oysa hepsi aynı adamdır (s. 18, 22, 23). Erbil’in Cüce adlı novellasında ise bu erkekler, hem sözcüklerle hem resimle betimlenir. Elmas Şahin’in “Leylâ Erbil’in Menipo’su Cüce” başlıklı yazısında dikkat çektiği gibi bu resimlerdeki savaş, cinsiyetler arasındadır (s. 49) Savaşta dengeler, kadınların kalemi ellerine alıp yazınsal üretimleri aracılığıyla ataerkil normları, değer yargılarını ifşa ve altüst etmesiyle değişmeye başlar. Yaşar Çabuklu, ucube kavramını ele aldığı ve ucubeliğin toplumsal bir kurgu olduğuna dikkat çektiği “Modernliğin Yarattığı Öteki: Ucube” başlıklı denemesinde kadınların seçme ve seçilme gibi siyasi hakları için mücadele ettikleri dönemde ucube sözcüğünün yeni bir anlam kazanarak mücadele eden kadınlar için ataerkil düzenin bekçileri tarafından kullanıldığına vurgu yapar (s. 101). Oysa Leylâ Erbil’in kaleminde tüm özdeşleştirmeler değişmiştir. Gecede adlı yapıtında yer alan “Ölü” adlı öyküsünde ölen otuz yıllık kocasının başında bundan sonra yaşamını nasıl sürdüreceğini düşünen kadın anlatıcı, “Onca geçimsiz çiftler varken, varken onca dişilerle erkekler, erkeklerle erkekler, dişilerle dişiler[…] Tanrım onları alsaydın[…] Ne istedin benim tatlı dilli, güleç gözlü erkeklik organımdan?” der (s. 50). Elmas Şahin’in Leylâ Erbil Kitabı adlı çalışmasında belirttiği gibi “Ölü” öyküsünün kadın anlatıcısı, “kocasını sadece cinsel organdan başka bir şey olarak tanımamış”tır (s. 120). Anlatıcı, bundan sonrasını sorgularken otuz yıllık evliliklerini de gözden geçirmeye başlar. Otuz yılın bir mülkiyet ilişkisinden ibaret olduğunu fark ederek tarafların birbirini sahip oldukları bir mülk gibi gördüğü, ataerkil bir kurum olan evlilikle alay eder:

“Bana sahip oldun, her işime burnunu soktun. SAHİP olmak… Haaah-hahhahahhahh! Ben de sana sahip oldum kahkahkah kah! Dur bir yol daha bakayım sahip olduğum sana, hah hah hah hah!” (s. 52)

Sonuç olarak Leylâ Erbil’in yapıtlarını erkek bedeni ve cinselliğinin ele alınışı üzerinden incelediğimizde metinler, ataerkil sistemin öznesi olan erkeğin gücünü koruma çabasının, bunun için düştüğü hallerin gülünç, trajik ve marazi yönlerini bize gösterir. Başka bir deyişle Leylâ Erbil, ataerkil sistemin normlarının, ölçütlerinin, değer yargılarının hiçbir ussal temele dayanmadığını görmemizi sağlar.

Kaynakça

Aktunç, Hulki. “Leylâ Erbil: İsyan Grameri”. Leylâ Erbil’de Etik ve Estetik. Yay. Haz. Süha Oğuzertem. İstanbul: Kanat Kitap, 2007: 45-8.

Barış, Baran. Leylâ Erbil ve Pınar Kür’ün Eserlerinde Ataerkinin İfşası: Feminist Psikanalitik Bir Okuma. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Tez Danışmanı. Prof. Dr. Dilek Direnç, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 2017.

Çabuklu, Yaşar. Bedenin Farklı Halleri. İstanbul: Kanat Kitap, 2006.

Erbil, Leylâ. Hallaç. İstanbul: Can Yayınları, 1988.

Erbil, Leylâ. Gecede. İstanbul: Adam Yayınları, 1983.

Erbil, Leylâ. Eski Sevgili. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.

Erbil, Leylâ. Karanlığın Günü. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2009.

Erbil, Leylâ. Zihin Kuşları. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.

Erbil, Leylâ. Cüce. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.

Erbil, Leylâ. Kalan. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2011.

Erbil, Leylâ. Tuhaf Bir Erkek. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2013.

Erbil, Leylâ. “Beni Günah Çıkarmaya Zorlamak İstiyorsunuz Sanki”. Söyleşi: Yalçın Armağan, Erkan Irmak. Yeniyazı. Sayı: 11. Güz – 2011: 88-101.

Şahin, Elmas. Leylâ Erbil Kitabı. İstanbul: Yitik Ülke Yayınları, 2015.

Şahin, Elmas. “Leylâ Erbil’in Menipo’su Cüce”. Çevrimdışı İstanbul. Sayı: 4. Ekim – Kasım – Aralık 2016: 48-54.

Baran Barış – edebiyathaber.net (8 Ağustos 2018)

Yorum yapın