Latin Amerika Edebiyatı ve “Lanetli Topraklar” | Adnan Gerger

Kasım 14, 2017

Latin Amerika Edebiyatı ve “Lanetli Topraklar” | Adnan Gerger

Brezilyalı yazar Antonio Torres ismi edebiyatseverler arasındaki çağrışımı nasıldır, bilmiyorum? Ben yeni tanıdım. Türkiye’de ilk kez bir romanı, daha üç-dört hafta önce Lanetli Topraklar (Yasemin Yener çevirisiyle), Bilgi Yayınevi tarafından yayınlandı. Torres’in biyografisinde; çağdaş Brezilya edebiyatının modern klasikleri arasında yer alan bu romanın dünya çapında ses getirdiği, uluslararası ödüller kazandığı ve akademik tez çalışmalarına konu olduğu yazılıydı. Merakımı yenmek için kitabı bir solukta okudum. İyi ki okudum.

Lanetli Topraklar romanını anlamak için yazar Antonio Torres’in beslendiği kaynağı aramak ve ana damarı bulmak gerekiyor:

“Latin Amerika edebiyatının 20. yüzyıldaki en büyük olayı 1960-1970 yılları arasında gösterdiği etkinliliktir. Bu etkinlilik, büyük bir edebiyat verimi ve onu izleyen kıta dışında yayımlanma patlamasıdır. Avrupa ve Kuzey Amerika’da bu olaya “Latin American Boom” dediler. Latin Amerika kültür ortamında bu İngilizce niteleme benimsendi, fakat kısaca “El Boom” olarak yerleşti. El Boom denilince, yazarlar olarak, Arjantin’den Julio Cortázar, Kolombiya’dan Gabriel García Márquez, Meksika’dan Carlos Fuentes ve Peru’dan Mario Vargas Llosa isimleri akla gelir. Dünyada Latin Amerika Boom’u, bir indirgeme ile “büyülü gerçekçilik” (realismo magico) akımı olarak görme gibi yaygın bir kanının olduğunu söyleyebiliriz. Bu kanının oluşmasındaki başlıca sebep, büyülü gerçekçiliğinin Boom’un sürükleyicisi olmasıdır. Boom’un içinde, (1920’lerde başlayan) indigenismo (Juan Rulfo, José María Arguedas), criollismo (Ricardo Güiraldes), sosyal gerçekçilik (Jorge Amado), politik edebiyat (Miguel Otero Silva), gerçeküstücülük (Ernesto Sabato), yenibarok (José Lezama Lima), Meksika Devrimi edebiyatı (Mariano Azulea) akım ve eğilimleriyle birlikte o günlerin başkaca eğilimleri de vardı. Dönem itibariyle büyülü gerçekçilik, bütün bu akım ve eğilimleri etkilemiştir. Böyle olunca da büyülü gerçekçiliğinin alanı genişlemiştir.

Güçlü bir virüs olduğu kuşku götürmeyen bu akım, pek çok yazarın akım bağlantıları konusunda kıtadaki araştırmacı ve eleştirmenleri dahi içinden çıkılması güç olan bir atlas gerçeğiyle karşı karşıya bırakır: Jorge Luis Borges, Juan Carlos Onetti, Mario Benedetti gibi yazarlar bunlardan birkaçıdır. Latin Amerika Boom’un merkez kişisi olan Kolombiyalı Gabriel García Márquez aynı zamanda büyülü gerçekçiliğin de merkez kişisidir. Yine kıta dışından bir kanı olarak, bu akımın onun tarafından başlatıldığına inanılır. Oysa Márquez’den önce bir üçlü vardır ki büyülü gerçekçilik adına ilk bilinçli tutum onlardan gelmiştir: Alejo Carpentier (Küba), Arturo Uslar Pietri (Venezüela) ve Miguel Ángel Asturias (Guatemala) isimleridir bunlar. Büyülü gerçekçiliği kavram olarak ilk ifade edenin de Alejo Carpentier olduğunu ekleyelim… Ne var ki etkinliliği itibariyle büyülü gerçekçiliğin merkez kişisi yine de García Márquez olmuştur. Belirttiğimiz gibi Boom’un da…” ([1])

(Elbette, Latin Amerika Edebiyatı denilince ilk akla gelen isimlerden Eduardo Galeano’yu da hemen bir derkenar olarak şuraya yazalım.)

İşte böyle bir iklime ev sahipliği yapan bir edebiyatın ürünü Lanetli Topraklar romanı. 1976 yılında Antonio Torres, bu romanıyla dünyada büyük başarı yakalamasının sırrı hiç şüphe yok ki gerçekten yaşadığı lanetli toprakların insana dair her türlü yaşamsal bereketiydi. Aşk, sevgi, yoksulluk, haksız kazanç, sömürü, acı, ailenin ve bireyin ve toplumu çözülüşü ve değerlerini yitirmesi, zenginlik, ihanet, yolsuzluk aklınıza ne geliyorsa… Arka sayfada yer alan tanıtım yazısında yer alan “Büyük şehir rüyası ve peşinden giden herkesin paramparça olan hayatı… Bu toprakların laneti yakalarını hiç bırakmayacaktı.” cümlesi, bu kitabın bu bereketten nasıl pay aldığını net bir şekilde gözler önüne serer. Eserde, bankaya borcu nedeniyle topraklarını kardeşine kaptıran, şehirlerde yaşama ümidi arayan bir ailenin dramı var. Oğul Nelo’nun daha büyük şehre giderek ailesine çektiği zorlukları yansıtmadan para göndermeye çalışan bir ailenin… Bu dramda, giderek çözülen bir ailenin tek umudu halindeki Nelo’nun intiharına kadar uzanan bir çaresizlik, aile birliğinin yoksulluk karşısında dağılımı yer alıyor. Roman aslında bu coğrafyanın da herkes tarafından bildiği bir konuyu ele alıyor. Ama coğrafyanın avantaj sağladığı paradoks var, burada. Yerel renklerin içinde motiflerin daha zengin oluşu, düşlerle gerçekliğin ya da akıl ile düşlerin hayatın her alanında girift ve canlı şekilde boy göstermesi, metafor yaratan kurgu, romanı ayrıcalıklı kılıyor. “Havadan daha ağır olan, kilisenin çalan çanı değil, insanların yüreğiydi. (S.32)”, “İnsanın delirip sonra normale dönebileceğini biliyorum artık. Buralarda o vakitler şeytanın bedeni ele geçirdiğini söylerler. (S.41)”, “Gecenin kendisi can çekişiyor. (S.107)” vs. gibi o büyülü gerçekçiliğin derin izlerini taşıyan metinlerde yer alan cümleler arasında metafizik ve fantastik ögelerin de boy göstermesi romana ayrı bir karmaşıklık katıyor.

Peki, Antonio Torres, Lanetli Topraklar’ı neden bir aile üzerinden kurma ihtiyacı hissediyor? Bu durumu Amerikalı psikolog yazar Pinker’in Boş Sayfa adlı kitabında ([2]) ‘Acılarımızın Kökleri’ başlıklı bölümünde şöyle açıklıyor:

“Organizmaların iyilik yapma isteğini evrimleştirmesinin çeşitli sebepleri vardır. Bir yandan kendi çıkarlarını gözetirken diğer yandan başka yaratıklara yardım edebilirler. Örneğin yırtıcıların kafasını karıştırmak için sürü oluşturabilir veya birbirilerinin yan ürünleri sayesinde yaşayabilirler. Buna mutualizm, ortakyaşam veya işbirliği denir. İnsanlarda ortak zevkler, uğraşlar ya da düşmanlara sahip arkadaşlar bir tür ortak yaşam çifti oluşturur. Çocuk sahibi anne babalar ise daha iyi bir örnektir. Genleri aynı pakete çocuklarına konmuştur, dolayısıyla biri için iyi olan şey diğeri için de iyidir, ayrıca birbirlerini hayatta ve sağlıklı tutmaktan çıkarları vardır. Bu ortak çıkarlar tutkulu aşk ve evlilik aşkının evrimleşmesi için sahneyi hazırlamıştır.”

Torres bu yapıtında; sadece hayatın karmaşasını değil işte bu psikolojiyi de yeni bir biçemle anlatarak okuru da eserine katmaya çalışıyor. Bunu da başarıyor.

Adnan Gerger  – edebiyathaber.net (14 Kasım 2017)

[1] Adnan Özer-G.G.Márquez’den sonra Latin Amerika Edebiyatı.www.oggito.com (11Mayıs 2013.)

[2] Prof. Steven Pinker (Harvard Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi):  İnsan Doğasının Modern İnkârı- Boş Sayfa. Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.2010, 1.Basım. Çeviri: Mehmet Doğan

Yorum yapın