Kubbealtı Akademisi’nde begonvil, Tanpınar ve “Huzur” | Selva Trak Ulupınar

Ekim 22, 2018

Kubbealtı Akademisi’nde begonvil, Tanpınar ve “Huzur” | Selva Trak Ulupınar

Çemberlitaş’taki Köprülü Külliyesi’ne ait medresenin ferah avlusundan içeri adım attığınızda  bir adımla aniden değişiveren ortamın huzuruna eşlik eden demir kafesli pencereyi sarmış rubi rengi begonvil, kenardaki saksının sıcak toprağında uyuklayan kedi ve göğe doğru ellerini uzatmış ağaçlar insana ister istemez; “Tanpınar’ı, ‘Huzur’ romanını ve romandaki musikiyi konuşmak için bundan daha uygun bir ortam olamazdı” diye düşündürtüyor.

20 Ekim Cumartesi günü Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenen “Musiki Hatıran Gibi Peşimde” adlı etkinliğin konuşmacısı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden Prof. Dr. Handan İnci’ydi. Kubbealtı Akademisi’nin yoğun işlev kazanmasında katkısı olacak çalışmalardan biri olan etkinlik, Tanpınar ve musiki üzerine yapılan ikinci toplantı oldu.

Özellikle Ahmet Hamdi Tanpınar’ın müzik sevgisi, “Huzur” romanında adı geçen besteler ve besteciler üzerine düzenlenen etkinlikte, Handan İnci’nin edebî sohbetine bu eserleri icra ederek katılan sanatçılar Hüseyin Kıyak, Selin Yücesoy, Y. Şehnaz Ayan, Serap Çağlayan ve F. Baha Aydın, dinleyenlere huzur dolu dakikalar yaşattılar.

“Tanpınar deyince aklımıza müzik geliyor.” sözleriyle konuşmasına başlayan Handan İnci, Tanpınar’ın bu konuda oldukça mütevazı davranarak: “Musikiye âşina bir amatör bile olamadım. Bu bilgisizlik sayesinde de kendimi sanatların sanatına teslim ettim. Resim, mimari gibi sanatlar bile beni cahili olduğum bu sanat kadar mest etmedi.” şeklindeki sözlerini aktarıyor.

Tanpınar okumaya başladığında Itrî’nin Neva Kâr’ını merak eden Prof. Dr. Handan İnci, kaydedip defalarca dinlediğini belirterek herkesin özellikle gençlerin, içine girdiklerini hissedene dek onu dinlemeleri gerektiği tavsiyesinde bulunuyor. Neva Kâr’ın neden bu kadar önemli olduğunu ise hanendelerden Hüseyin Kıyak: “Biz müzisyenler olarak Türk müziğini temsil edecek bir eser seçecek olsak bu eser Neva Kâr olur.”, şeklinde açıklarken Itrî’nin müzik, din vb birçok unsuru birleştirici yönü üzerinde duruyor ve musikideki “kâr” sözcüğünün, birkaç bestenin birleşmesi anlamına geldiğini de ekleyerek dinleyicileri bilgilendiriyor.

“İşte buyuz… Bu Neva Kâr’ız. Bu Mahur Beste’yiz, bunlara benzeyen nice nice şeyleriz! Onların içimizdeki yüzleri, bize ilham edecekleri hayat şekilleriyiz.”

Tanpınar’ın Yahya Kemal’le İspanya dönüşü sohbet ederlerken karar verip bir arkadaşının müdürü olduğu Tepebaşı’ndaki konservatuara giderek Neva Kâr’ı iki kez çaldırıp dinledikleri anekdotunu paylaşan Prof. Dr. Handan İnci, ünlü yazarın eser hakkındaki hislerini de ekliyor: “Eser, içimize bir yaz öğlesinde denize yerleşen güneş gibi yerleşti.” Eserin, bu sözleri düşünerek dinlenmesini salık veren İnci’nin sözleri üzerine bestesi Itrî’ye, güftesi Hafız-ı Şirazî’ye ait olan Neva Kâr’ı dinlemek ruhları okşayan özel dakikalar yaşanmasına neden oluyor.

“Tevfik Bey’in sesi,  Neva Kâr’da o zamana kadar pek az tanıdıkları bir kudret almıştı. Tanımadıkları bir kuş bir yerde büyük bir nehrin, bir aydınlık tufanının sarayını kurmuş gibiydi. Fakat asıl mühim olan, etraflarındaki şeylerin Itrî’nin elinde birdenbire değişmesiydi.”

Tanpınar’ın edebiyatında gördüğümüz bir başka bestenin Nühüft Beste olduğunu söyleyen İnci, Seyyid Nuh Efendi’nin bestesinden söz açıyor ve konuyu yine “Huzur” la örnekliyor:

“Seyyid Nuh’un Nühüft Beste’si, Mümtaz için bizim şarkımızın en kendisi olan tarafıydı.”

Tanpınar’ın “Huzur”da Mümtaz ve Nuran için “İkisi de alaturkayı çok sevmekle birlikte Sultan-ı Yegâh, Mahur Beste gibi eserleri tercih ederlerdi… Bu, bir iç âlem medeniyetinin özüydü.” gibi düşüncelerini aktaran İnci, Mümtaz’ın, Sultaniyegâh’ı dinlerken maddenin kendilerinden ayrıldığı ve aşk ile ölümün ister istemez birleştiği gibi duygularla hemhal olduğunun altını çiziyor. Bunlar elbette Tanpınar’ın bu besteyi dinlediği anlardaki kendi duyguları ve imgelerini yansıtıyor.

“Eyyubî Bekir Ağa’nın Mahur Beste’si akşamın içinde yüzdü. Mümtaz olduğu yerde sarsıldı. Dinlediği bestenin arasından, Nuran’ın dedesinin Mahur Beste’si, aşkın ve ölümün o muzlim şiiri içine doluyordu.”

“Nuran’la biraz daha beraber kalmak için fıstık ağaçlarına kadar çıkmayı teklif etmiş, orada geceyi beklemişlerdi. Mümtaz işte orada Nuran’dan bir daha ve Dede’nin Sultaniyegâh Bestesi’yle Talât Bey’in Mahur Beste’sini dinledi.”

Itrî’yi değerli bulsa da Dede Efendi’nin, Tanpınar’ın vazgeçilmez bestekârı olduğunun altını çizen Prof. Dr. Handan İnci: “Bir Süleymaniye bir de Dede Efendi’nin birkaç bestesi, onun için çok önemlidir.” diyor. Tanpınar’a göre: “Dede’nin kartalı doğrudan doğruya güneşe kanat açar… Dede okumaz, çağırır. Bu çağrıda bulduğu şey, kendi yalnızlığımızdır.” 

Dede Efendi’nin Acemaşiran Yürük Semai’sinde geçen “Tü be her kücâ ki bâşi büved an behişt-i mârâ (Sen neredeysen cennetimiz orasıdır)” dizesini yine “Huzur”da bulduğumuzu görüyoruz:

“Mümtaz için Nuran’ın yaşadığı ev, tıpkı Acemaşiran Beste’nin son beytinde anlattığı cennetti.” 

Romanında sıklıkla “Tene yapışan musikî” söyleyişini kullanan Tanpınar’a göre musiki, sanatın zirvesidir. Tanpınar’da sanat, musiki ve zaman kavramlarının önemini vurgulayan İnci, bu kez zamanı yenen bir besteci olarak Tab’i Mustafa Efendi’den  ve onun Bayati Aksak Semai’sinden söz açıyor.

Küçük Çamlıca’daki kahve onlar için Derûn-i dil idi. Çünkü Mümtaz orada Nuran’dan Tab’î Mustafa Efendi’nin Bayati’den Aksak Semai’sini, o “Çıkmaz derûn-i dilden efendim muhabbetin” diye başlayan, âdeta ölümden öteye uzanan hatırlamalarla dolu parçayı dinlemişti.” 

“Yazlar hep özlenir,” diyen Handan İnci, “Erenköy’ünde Bahar” gibi pek çok eserin aksine, Mümtazla Nuran’ın aşklarının yaz mevsiminde yaşandığını vurgulayarak bu kez Tanpınar’dan Yahya Kemal’e geçiş yapıyor. Ünlü şairin şiirlerinin genellikle Münir Nurettin tarafından bestelendiğini fakat “Geçmiş Yaz” şiirinin ilk dörtlüğünün Ömer Altuğ, ikinci dörtlüğünün Osman Nihad Akın tarafından Nihavend makamlarında bestelenirken “Özleyen” şiirinin ise Şekip Memduh Bey tarafından yine aynı makamda bestelendiğini belirtiyor ve ardından şiirlerin musikileri medresenin kubbelerinden gökyüzüne doğru kanatlanıyor.

Etkinlik sona erdiğinde, romanla, şiirle el ele tutuşup kubbelerden süzülerek ruhları yıkayan musikili dakikaların devam etmesi dileğiyle bu  “Huzur”lu dünyadan istemeyerek de olsa ayrılıyor ve İstanbul’un kalabalık caddelerine doğru adım atıyoruz.

edebiyathaber.net (22 Ekim 2018)

Yorum yapın