Kötülüğün sınır aşımı: “Kirpi Mesafesi” | Pınar Köksal Üretmen

Kasım 27, 2019

Kötülüğün sınır aşımı: “Kirpi Mesafesi” | Pınar Köksal Üretmen

İnsanı, bilinmeyenin dokunuşundan daha çok korkutan bir şey yoktur, der Elias Canetti. Sınırlı bir süre için, sınırlı mekânlarda yaşarken mesafe isteriz çevremizde. Ama aynı insan, dokunmaya da ihtiyaç duyar. Doğa karşısında yalnız ve çaresiz hissettiği ölçüde diğerleriyle bir ve beraber olmayı amaçlar. Temastan ürkünce mesafeyi açar, korkunca yaklaşır. Schopenhaur, kirpi mesafesi olarak tanımlar bunu. Soğukta bir araya gelen kirpiler donmamak için birbirlerine yaklaşır, ancak fazla sokulunca dikenleri batar ve uzaklaşırlar. Hem donmayacakları hem canlarının yanmayacağı bir mesafedir aradıkları, tıpkı bireysel özgürlükle toplumsal güvenlik sınırını el yordamıyla bulmaya çalışan insanlar gibi.

Soğuk bir kış sabahı yerin altındaki dört kirpi, donmamak için birbirine sokuldu. Isınmak istediler. Dikenleri birbirine battı. Ayrıldılar. Üşüyünce, tekrar yaklaştılar. Dikenleri batınca yine uzaklaştılar. Soğukta tek başına uyumak ile batan dikenlerin acısı arasında gidip geldiler uzun süre.” Eksik Parça Yayınları tarafından Nisan 2019’da yayımlanan Hakan Akdoğan’ın son romanı Kirpi Mesafesi, işte bu mesafe belirleme meselesini odağa alıyor. Akdoğan’ın felsefi, sosyolojik ve psikolojik derinliği olan, okuru aktif olarak anlatının içine çekerek düşünsel yolculuğa çıkaran ve dili önceleyen yazınsal tarzının bu romanda üst seviyeye ulaştığını söylemek mümkün. Roman, terör saldırısı sonucunda yüzünde ve vücudunda izler kalan, çirkinleşen Sorgun’un önyargılı toplumsal düzen içinde hayatta kalma ve sevebilme mücadelesini anlatıyor. Sorgun, yanında patlayan bombanın etkisiyle yüzüne bakılabilirliğini kaybettikten sonra bir apartmanın bodrum katına yerleşir. Bir oda, mutfak ve banyodan mütevellit, doğalgaz dönüşümü nedeniyle kapıcı dairesinden devşirme, demirli penceresinden ancak sokakta yürüyen ayakkabılar görülebilen ufacık bir evdir burası. Tek arkadaşı hiç konuşmayan Uygur’dur ki onun hikâyesi de ayrı bir trajedinin yansımasıdır. Çocukluğundan beri görmediği, ancak felç geçirdiği için bakıma muhtaç hale gelen babası ve hayat kadını Lili de katılınca onlara, dört dışlanmış, hayatın kaybedeni ve öteki sayılanı, kocaman sitenin içindeki küçücük evde sıkışarak sınırları, çirkinliği, kötülüğü sorgular ve sorgulatır okura. “Toplum içindeysen duvar öremezsin. Sana doğru yıkarlar. (Kirpi Mesafesi)

Sorgun’un yüksek duvarlar ve dikenli tellerle çevrili modern sitenin bodrum katı dairesindeki yaşamı, iktidar mücadelesi anlatımıdır. Site yöneticisi Latife’nin davranışları, küçük insanların iktidar savaşlarının ve bu erk dolayımıyla varoluşunu kanıtlama çabasının yansıması olarak çıkar karşımıza. Her gün çevremizde, iş yerinde, okulda, hatta evde, aile içinde deneyimlediğimiz bir güç gösterisidir bu ve ezenle ezileni, efendiyle itaat edeni, dışlananı, ötekileştirileni var eden bu küçük ayak oyunlarıdır aslında. Büyük savaşlara, kıyımlara, faşizme kapı aralayan, günlük hayata sızan kötülüğün sıradanlığı…

Cehennem başkalarıdır

Ne nedenle olursa olsun çekiniriz öteki sayılmaktan. Ait olmayı, onaylanmayı isteriz. Bu nedenle ben dediğimiz varlığımızı, biz olanın içinde eritiriz. İnsanların kendilerini bir gruba dahil ederek öbekler oluşturması, dışarıda kalanı ötekileştirmesi hep korkudandır. Yalnız kalma, onaylanmama korkusunun altında yatan güvenlik ihtiyacıdır ki çevremize dikenli teller, aşılmaz duvarlar, dokunulmaz mesafeler öreriz. Bundan dolayı içine girdiğimiz bir hapishaneye kilitleriz kendimizi. Ben ve öteki kavramları da böyle ortaya çıkar. Ötekileştirerek ve dışarıda bırakarak. Faşizm böyle doğar. “Uygar olduğunu iddia eden özne önce karşıtını tanımlar sonra da kendi tanımını ötekileştirdikleri üzerinden kurgular. Kendi varlığını öteki üzerinden meşru kılar. Bu meşruluk kendisini normal ilan etmesiyle gerçekleşir. Öteki ise anormaldir (Kirpi Mesafesi).”

 “Sınır çizmek şiddet uygulamaktır. Önce tebeşirle sonra yumrukla.

İki tür sınırdan bahsedebiliriz. Birincisi toplumsal sınırlardır. Diğeriyse kişisel sınır meselesidir ki, tanımlanması zor bir alanı içerir. “Ben kimim?” sorgulamasının derinliği bu zorluğu işaret eder. Kişisel sınırın anlaşılabilmesi, bilinçaltının sularına girmeyi göze alabilmekle olabilir ancak. Kirpi Mesafesi, alt metin olarak işte böyle içsel bir yolculuk ve arayışı anlatır bize. Alt metin olsa da gözden kaçırılmaması gerekiyor, zira romanın psikolojik ve felsefi belkemiğini bu bakış oluşturuyor.

Ben dediğimiz varlık, bedenimiz gibi ruhumuzu, bilincimiz kadar bilinçdışımızı da kapsar. Bedensel yaraların yanı sıra ruhsal yaralarımız da vardır. Saldırılarla, yanı başımızda patlayan psikolojik bombalarla örselenen, kanayan, kabuk bağlayan ruhumuz. Karanlıkta bırakarak yok saydığımız, alımlı maskeler takarak gizlediğimiz, rüyalarda açığa çıkardığımız ruhsal yaralarımız. Aynı Sorgun’un bedeni gibi darbe almış, yaralı, çıplak ve tam da bu nedenle gerçek ve sevilmeye değer yanımız. Gölgemiz, çirkinliğimiz. Yaralı olan yüzümüz değil belki, ruhlarımız. İşte bu nedenle Kirpi Mesafesi toplumsal gerçekler ve varoluşsal sorgulamalar kadar içsel bir yolculuktur aynı zamanda. Kötülük, çirkinlik ve kişinin kendi karanlığı üzerine felsefi sorgulamadır. Bu yüzden Sorgun’un yaraları bizi acıtır. Bu şekilde kendimizle yüzleşir ama aynı ölçüde kendimize yabancılaşırız. Nasıl ki dışarıdan roman kahramanlarını seyrediyorsak, kendimizi de bir dış göz olarak görebiliriz: yaralı, yabancı… “Kişi hiçbir zaman tam olarak kendisini tanımlayamaz, dışsal olarak da içsel olarak da. İnsan kendisine yabancıdır. (Kirpi Mesafesi)

“bir davranışı açıklamakla onu mazur görmek arasında vicdan durur”

Kirpi Mesafesi okura kötülük, ahlak, erdem, adalet, özgür seçim hakkı, ötekileştirme, faşizm gibi pek çok konuyu sorgulatan bir roman. Toplumsal bakışın yanı sıra psikolojik derinliği de bilinç akışı ve içsel bakışla vermiş Hakan Akdoğan, melodrama kaçmadan, mesafe koyarak, ustalıkla. Kitap bittikten sonra bile sorular devam ediyor üstelik. Doğru cevaplar için önce doğru sorular gerekli değil mi zaten…

– Kötülüğün sınır çizgisi nerededir? Bir çocuğun hayallerini öldüren de şiddet karşısında susan da cani değil mi?

-Hayat sadece bedenleri mi hırpalar? Ya yaralı, örselenmiş, kan revan ruhlarımız?

-Kirpi mesafesi kime göre belirlenir? Herkesin diken uzunluğu aynı mıdır? Ya senin canının yandığı yerde ben üşüyorsam?

-“Gerçekliğin üzeri sahte bir gerçeklikle örtülürse ona nasıl ulaşacağız? Adını ne koyacağız? Gerçek gerçeklik mi?

Pınar Köksal Üretmen – edebiyathaber.net (27 Kasım 2019)

Yorum yapın