Koray Feyiz: “Şiir dünyaya geldiğinde herkes eşittir.”

Eylül 25, 2018

Koray Feyiz: “Şiir dünyaya geldiğinde herkes eşittir.”

Söyleşi: Emre Hepdeniz

Yıllardır ülkenin önemli edebiyat dergilerindeki şiir ve eleştiri türünde verdiği eserlerle, şiir çevirileriyle tanıdığımız şair, çevirmen ve eleştirmen Koray Feyiz’le geçtiğimiz günlerde Kaos Çocuk Parkı Yayınları etiketiyle yayımlanan inceleme kitabı Şiirden Sesler Korosu üzerine konuştuk. Koray Feyiz edebi teori, eleştiri, 2000’li yıllar Türk şiiri ve eleştirinin, şiir ve şairin mevcut durumuyla ilgili görüşlerini edebi metne uyguladığı eleştiri yönteminin titizliğiyle paylaştı.

Şiirden Sesler Korosu’nda sıklıkla eleştirmenin görevlerinden bahsediyorsunuz. Bu görevlerin başında incelenen metnin –güzellik ve çirkinlik ikiliğinin ötesinde–  çağının edebiyatındaki yerini tespit etmek geliyor. Ancak bu kitapta ortaya koyduğunuz eleştiri anlayışı, aynı tespiti eleştirinin kendisi için de geçerli kılmak gerekliğini doğuruyor. Buna “eleştiriye karşı eleştiri” demek mümkün. Bu doğrultuda eleştirinin her girdiyle kendini denetleyerek yeniden tanımlaması gelenekle olan bağlarına zarar verir mi; öyleyse bunun eleştiriye etkisi nedir?

Bir eleştiri, şeylerin olduğu gibi doğru olmadığını söylemek meselesi değildir. Ne tür varsayımların, ne tür tanıdık, tartışmasız, düşünülmeyen düşünce biçimlerinin, dinlediğimiz uygulamalara dikkat çekmesi meselesidir… Eleştiri, bu düşünceyi ortadan kaldırmaya ve onu değiştirmeye çalışmaktır. Bir kişinin inanıldığı gibi, kendini gösterdiği gibi, kendini kabul edilemez olarak kabul edilen şeyin artık böyle kabul edilmeyeceğini görmektir. Bu anlamda “eleştiriye karşı eleştiri”nin uygulanmasında belli bir ethos vardır. İşte bu noktada eleştirinin yeniden tanımlanması gelenekle olan ilişkisine herhangi bir zarar vermeyeceği gibi neyin iyi ve dürüstçe kötüyü kastettiğini de tanımlamaktır. Bu ethos doğrultusunda yapılan bir tanımlamanın eleştiriye etkisi, yaratıcı endüstrilerin yükselişi ile eleştirel diyaloğun başlangıç ​​noktasından ziyade genellikle yaratıcı bir fenomen olarak ele alınır. Yaratıcılık genellikle eser ile etkileşimlerden esinlenen ve eserin içerisinde var olan konuşmaları incelemek yerine, bu konuşmaları kendi içinde bir ‘son’ olarak kutlamaktır. Kritik sürtünmenin ileriye doğru ilerleme üzerinde olumsuz bir güç olduğunu ima eden bu tavır, şiirsel pratiğin niyeti ve neticelerinden birinin reddedilmesidir. Bunun doğal bir sonucu olarak şiirin gelişimi gittikçe daha fazla akademik teori gerektirmektedir. Böylece eleştiri, teorik şiir sisteminin vazgeçilmez bir parçası haline gelmektedir. Bir eserin değerlendirilmesi ve şiirsel yaratıma geri dönüşler, şairlerin yaratma deneyimlerini özetlemelerine ve kendilerini sürekli geliştirmelerine yardımcı olabilir. Geçmişte eleştirinin ana odağı kalite kontrol olsa da, bugün, iyi bir eleştirmen halkı eğitme, tartışmayı teşvik etme ve okuyucuyu şiire, iyi ya da kötüye kullanmaya ikna etme ve kendileri için düşünmelerine neden olma konusunda özellikle dikkatli olmaya yönlendirmektedir. Eleştirinin bir eseri kamusal söylemle birleştirmedeki rolü açısından, her zaman bu ilişki üzerinde daha fazla ve çeşitli perspektiflere ihtiyaç vardır.

Günümüzde eleştiri, bireyin gündelik yaşamı ve psikolojisinin, toplumsal gerçekliğin neresinde konumlanıyor; hayatlarımıza etkisi ne?

Şiir kendinin dışında bir düşüncenin ve daha geniş dünyayla bağlantının bir parçası olarak bir şeylere ihtiyaç duyuyor. Eleştirinin merkezi olan konulardan biri, gerçekle, toplumsalla olan bağlantısını nasıl kurduğumuz ve anladığımız olmalıdır. Şiir hepimize doğrudan konuşuyor ve sezgisel kritik hassasiyetlerimizi bir araya getiriyor. Bilinçli ve bilgisiz görüşlere sahip olma hakkına sahibiz, çünkü şiir dünyaya geldiğinde herkes eşittir. Şiir yapabilmek için şiirin eleştiriye ihtiyacı var. Şiir nesnesine dayanan şiir eleştirisi, politik ve sosyal analiz, tarih, teori ve hikâye anlatımı sağlar. Şiir eleştirisi, dünyayı bir eser aracılığıyla yürütür. Bir eserin kalitesini küçümseyen şiir incelemeleri bile, bir şiir yapıtının işini ve daha geniş dünyayla olan ilişkisini tahmin etme çabasıdır. Belirli bir eserin, genellikle “olumsuz” olarak adlandırılan, toplumu ilgilendiren ya da önemini yeterince ya da etkin bir şekilde taşımadığını savunan bir inceleme, hem okuyucu hem de şair için bu eksiklikleri açığa çıkaran “olumlu”dur. Bu nedenle gerçekliğin verilmediğini, sürekli arandığını, tutulduğunu, kurtarılmaya ve iktidardakiler tarafından kontrol edilmeye çalışıldığını savundum. İyi bir şiirin gerçeği tekrar odağa getirdiğine ve bu anlamda bir ‘devrim’ yaratabileceğine inanıyorum ve bizlerin hayatlarına da çok büyük bir etkisinin olduğunu düşünüyorum. Onun için, bir eleştirmenin işi, bir şairin bu devrimi nasıl ve niçin gerçekleştirdiğini anlamak ve anlatmaktır.

Eleştirinin mevcut durumuna bakıldığında ülkemizde, edebi teorinin eleştiriye doğrudan sirayet ettiğini söylemek güç. Özellikle şiir eleştirisi çoğu kez teoriden bihaber halde pratiğe dökülüyor. Dolayısıyla edebi teorinin ve eleştirinin yeterince kavramsallaştırılmadığı söylenebilir. Eleştiride metot ve sistem özelinde saptadığınız boşluklar nelerdir?

Bugün, Türk şiirinde bir eleştiri geleneği var elbette ama bir eleştiri kültüründen söz etmek olanaksız. Çünkü yayımlanan eleştiri kitaplarında sözün özünü söylemek gerekirse “yıkama-yağlama” dışında farklı bir eleştiri anlayışı yok. Bu durumda “iyi” şiir ile “kötü” şiiri nasıl ayırt edebileceğiz? Eleştirmenler, her ne kadar çatışan ya da çelişkili hislerin eşzamanlı olarak eğlendirilebileceğini kabul eden ortalama insandan daha olgun görünürlerse de her iki durumda da aşk ya da nefret yoktur. Bir kez duygular birbirleriyle savaşmaya görsün… Yine eleştirmenler, anlaşılmaz farklılıklara cevap vermek zorunda. Prensip olarak eğer bunlar uzlaştırılamaz ise, o zaman hiçbir şiir ortaya çıkamaz ya da şiir tamamen yüzeysel ve kozmetik hale gelir. Ama eleştiri, bu farklılıkları ortak bir çerçeve içinde tutma olasılıkları da önerir. Bu “çerçeve”, eleştirmenler tarafından hâlihazırda tercih edilen ortak dilin içinde açıkça ifade edilmesinin mümkün olmadığını kanıtlayabilir. Başka bir deyişle, daha çeşitli şiirsel dillerin iletişim kurmak ve onu bağlamak için kullanılması koşuluyla, inatçı farklılıkların gerçek meydan okumasına daha uygun bir eleştiri türü olasılığını da içerir. Sizin de yukarıdaki sorunuzda belirttiğiniz gibi dolayısıyla edebi teorinin ve eleştirinin yeterince kavramsallaştırılmadığı apaçık ortada. Ancak görülüyor ki bir edebi teorinin, önerilen eylem modelinin yaratıcı keşifleri için uygun özgürlüğü bırakmaya yönelik bir eleştiriyi eklemesine ihtiyaç vardır. En azından yaratıcı şairlerin kendi uygulamalarına kendi katkıları yoluyla büyümeleri beklenildiğinde şiirdeki dil ile şiir dışındaki dil arasındaki ana farkın birinin diğerinden daha yapılandırılmış olması karmaşıklık ve anlaşılabilirlik arasındaki uygun bir uzlaşmadır. Edebi eleştiri soyut, entelektüel bir alıştırma değildir; edebiyata doğal bir insan cevabıdır.

Bir arkadaşınız, bitirdiğiniz bir kitabı okuduğunda sizi bu kitapla ilgili bilgilendirmesi üzerine fikirlerinizi değiştirmeye başlamadıysanız bu gerçekten tuhaf olur. Edebiyat eleştirisi, sözlü veya yazılı olarak, edebiyat hakkında söylemden başka bir şey değildir. Edebiyattan bahseden arkadaşlara yapılan resmi olmayan eleştiriler, gündelik, örgütlenmemiş ve öznel olma eğilimindedir. Ancak Aristoteles’ten bu yana, filozoflar, âlimler ve yazarlar edebiyatı tartışmak için daha kesin ve disiplinli yollar yaratmaya çalışmışlardır. Edebiyat eleştirmenlerinin dilbilim, psikoloji ve antropoloji gibi diğer disiplinlerin kavramlarını ödünç almalarının sebebi edebiyatı daha algısal bir şekilde analiz edebilmekti. Bazı eleştirmenler edebi teorinin soyut alanında çalışmayı yararlı buldular ve belirli metinleri tartışmaktan ziyade genel prensipleri formüle etmeye çalıştılar. Gazete eleştirmenleri gibi kitle iletişim araçları eleştirmenleri genellikle çalışmalarını değerlendirmek için zaman harcıyorlar -bize hangi kitapların okumaya değer olduğunu söylüyorlar ve bu da görmeyi rahatsız etmiyor. Fakat en ciddi edebi eleştiri, öncelikle değerlendirici değildir; analitik olandır; analitik eleştiri, edebi bir çalışmayı daha iyi anlamamıza yardımcı olmaya çalışır. Eleştiri, şairlerin çalışmalarını geliştirme ve derinleştirme konusunda önemli bir role sahip olmakla birlikte, okuyucuların bir eseri algılamaya ve yorumlamaya yardımcı olmalarında da önemli bir role sahiptir. Eleştiri, en ciddiyetinde, değişime kanal açmaya çalışır ve hiçbir şey değişmediğinde, kimsenin muhalif olmadığı, kimin eleştiriye ihtiyacı olduğu sesi devam eden bir tartışma yaratır. Eleştiri uzun zamandan beri şiirin kendisine özel bir ‘göz’ gerektiren bir anlayış sağlayan ayrıcalıklı bir bilinç biçimi olarak algılandı. Şiir eleştirmenleri, şiirin baskı sayısı ve kabulü için düzenleyici ve içsel bir işleve hizmet ettiler ve şairler onların bu fikirlerini genellikle yararlı, anlayışlı veya öğretici olarak gördüler. Böylelikle şiir pratiği ve şiir eleştirisinin diyalektik bir ilişki içinde olmasının gerekliliği ortaya çıktı. En büyük boşluk bu bence.

Daha da önemlisi, eleştirel düşünceye yönelik destek, Türk şiirinde, çekingen antagonistler olarak eleştirinin korkutucu bir karikatürü ile belirsiz görünmektedir. Eleştiride bir krizden ziyade, şu anda eleştiri ile tedavi edilebilecek görece değerler krizi ile de karşı karşıya kalıyoruz. Eleştirilmeksizin, şiirdeki tek değer ölçüsü “yıkama-yağlama”ya dönüşüyor. Hem ölçülü hem de zorlayıcı bir ölçü… Çağdaş şiir pazarı, esas olarak şiirin doğurganlığı değil, “yıkama-yağlama”nın ıslahı ile ilgilidir. Böylece, kötü şiir örnekleri, şiirin değerini değil, kendisini döllemek için “yıkama-yağlama”nın gücünü arttırmak için var oluyorlar. “Yıkama-yağlama”nın kendi içinde bir değeri yoktur, bunun için ne değişebileceği değerlidir. Oysa bu ölçüt kapitalist toplumlarda kendini değerin özü olarak sunmaktadır. Şiirin manevi değerini geri döndüren “yıkama-yağlama” değeriyle, eleştirel diyalektik çeşitlerinin estetik, bilişsel, duygusal, ahlaki ve diğer değerleri “yıkama-yağlama”nın değeriyle belirlenmiştir. Basılıp satıldıktan sonra her şiir kitabı, diğer seri üretilen nesneler gibi tüketilmek üzere tasarlanan bir ‘ürün’ durumuna gelmektedir. Şiir, kitlesel üretim koşullarının ve şiirin yeniden üretilmesinin kendi işlevini bireysel bir birim olarak biçimlendirdiği kapitalist çıkarlara uygun hale getirildi. Şiirin kendisi satın alınacak ve satılacak bir ‘mal’ haline gelmiş gibi görünüyor. Diğer tüm ürünler gibi, şiir de para tarafından emildi ve çağın seçkin şairlerinin kim olduğuna karar veren eleştirmenlerden ziyade piyasa olmaktadır. Bu açıdan, piyasa, bir eserin değerlendirildiği tek yol olarak ‘eleştiri’ için ikame edilmektedir.

Şiir elbette içinde bulunduğu çağdan bağımsız düşünülemez. Kitabınızda “her şeyden önce bir karışıklık, arayış ve çeşitlilik dönemi” olarak tanımladığınız 2000’ler Türk şiirinin postmodernizm bağlamında kültür endüstrisiyle olan bağından ve bunun yine “şiir medyası” ve “medyatik eleştiri” olarak belirttiğiniz olgularla ilişkisinden; bunların şair ve şiir üzerindeki etkilerinden bahseder misiniz?

Evet, bu doğrudur. Şiir, insan ifadesinin en eski biçimlerinden biridir demiştim. 2000’ler Türk şiiri bir karışıklık içindedir ve bir arayış ve çeşitlilik dönemi yaşamaktadır ve 1990’lar Türk şiirindeki ‘kaos’ gibi eleştiri eklemlerinin önemli bir kusuruna işaret etmektedir. Bunlar bir müzakere sürecinin bitmiş nihai ürünleridir, ancak hayati öğrenme süreci hiçbir şekilde bu ürünlere dâhil değildir. Diğerleri ise, farklılıkların yüzleşmesi ve nihai uzlaşmayı kendi başlarına değerlendirmek için okura bir izleme olanağı sunmazlar.  Okurlar eleştiriyi neyin getirdiğini deneyimleyemezler ve kasten katılımsızdırlar. Aslında vurgu uzlaşma üzerindedir ve ilk farkın derecesi gizlenmiştir ve yine de tam tersi, herhangi bir uzlaşmanın öneminin ortaya çıktığı tezadın enerjisidir ve bu uzlaşmanın dramatik hakikatini anlamadaki önemi de olabilir. Bu anlamda, şu anda anlaşıldığı gibi ‘kaos’ bir öğrenme toplumu için uygun değildir. Geleceğin öngörülemeyen sorunları, bilinmeyen bilinmeyenler, aynı zamanda, yaratıcı bir hazırlık, yani kanatların bize sıçramasını bekleyen sorunlar ile karşı karşıya kaldıklarında hızla öğrenebilme becerisini gerektirmektedir. İkili kimyasal silahlar gibi temel farklılıklar, radikal yeni problemler sunmak için belirli koşullar altında birleşebilir. Bu tür sosyal sinerjistlere verilecek cevap, yaratıcılıkla ve farklılıklarla başa çıkma becerisine bağlıdır. Eleştiri konusundaki süregelen zorluk, geçmiş sorun çözme dilinin ne sunabileceğinin ötesinde, operasyonel ilişkilerin zengin bir modelini öngörme, anlama ve ifade etme becerisinde yatmaktadır. Çünkü entelektüel ilişkiler sözel ifadeler değildir, şekil alırlar ve biçimsel olarak kavranırlar, fakat sözlü bir ifadenin sabitliğine ve sınırlandırılmasına girmezler. Anlaşılıyor ki, dil ve iletişimin sınırlamalarında açıkça bir meydan okuma var. Bu yüzden bir olasılık, söylemin farklı anlayışlarını açıklığa kavuşturmak için metafordan yararlanmaktır.

Bir başka olasılık, aslında metafor yoluyla yürütülen yeni bir söylem biçimini araştırmaktır. Bu iki perspektif, bir söylemin nasıl anlaşıldığı ve bu söylemle neyin aktarıldığı arasında hayati bir tamamlayıcılık oluşturmaktadır. Mevcut zorlukların bulunduğu dilin sınırlarında, birindeki gelişme sadece diğerinde eşdeğer gelişme ile sağlanabilmektedir. Bu yeni söylem biçiminin “şiir medyası” ve “medyatik eleştiri” ile ilişkisine bakalım. Sosyal medya, neredeyse anlık geri bildirim sağlayabilen bir kitleye doğrudan bağlanmak için bir kanal sağladı. Artık dijital tüketimdeki büyük artışla, parmak ucundaki şiirlerin, şiirin geleceği olup olmadığını merak etmek alışılmadık bir şey değil. Bu sosyal hareketlerin daha önce bir forum arzusu olmayan binlerce genç şairi uyandırdığını da belirtmekte yarar var. Teknolojik yenilikler sadece bilgisayarla oluşturulan şiirle ilgili bazı keşiflere ve kelime işlemlerinin, sözlüklere de dâhil olmak üzere, doğrudan erişim avantajlarıyla yol açmıştır. Artık pek çok şiir CD’de mevcut ve bu kısa zamanda görsel bilgilerle ilişkilendirilecektir. Böyle bir ortam, daha iyi bir şiiri teşvik etse de etmese de, sofistike metin araştırmalarına izin verecektir. ‘Beğen’ ya da ‘beğenme’, zamanın bir işareti olarak karşımıza çıkıyor. Şiir, bu patlamayla yok edilen bir ‘ada’ için bir Google Haritalar aramasının dilini getiriyor.

Çağımız tüketim kültüründe şiir de pekâla tüketilecek herhangi bir şey olarak görülebilir. Okurun şiirle kurması gereken ilişkinin doğası ne olmalıdır? Günümüz okuyucusu şiiri okur mu, tüketir mi? Bir şair ve eleştirmen olarak bu ikisi arasında nasıl bir fark görüyorsunuz?

Ne okuru, ne şiiri, ne ilişkisi, ne doğası? Günümüz okuru şiir okumuyor ki şiiri tüketsin! Bunun çeşitli nedenleri var elbette. Eğer eleştiri piyasaya rehin alınmışsa ve bir şairin çalışmasının kaderi ebedi bir abaküste değerlendirilmek isteniyorsa, hayati önemde bir şeyler kaybolmuş demektir şairler ve okurlar arasında. Şairlerin sadece fiyatla derecelendirildiği bu durum, eleştirinin devalüasyonundan kaynaklanıyor. Eğer eleştiri devalüe edilirse, şairler ve yayımcılar, mevcut değerlerin mevcut krizinde ancak piyasanın siren şarkısına kulak verirler, başka çareleri yoktur. Bu nedenledir ki eleştirinin iki teorik sınırı olmalıdır. Birinde ‘şiir nedir’ sorusuna cevap vermeye çalışıyoruz bir diğerinde ise ‘bu iyi bir şiir mi?’ diye soruyoruz. Teorik bir yaratıcılık, ikinci soruyu cevaplamak için yeterli değil. Çünkü hiçbir teori, iyi bir şiirin doğrudan bir tecrübesi üzerine kurulamayan çok şey olamaz; ama öte yandan şiirimizin doğrudan deneyimleri, iyi bir genelleştirici faaliyet gerektirir. Böylece bu iki soru birbirini ima eder. Eleştiri bugün neden rahatsız? İşte bu yüzden rahatsız. Eleştiri önemlidir çünkü bir eserin pazar güçleri ile ilgisi olmayan bir ‘alan’ yaratması için eleştiri bir ‘yer’ yaratır. Bu bağlamda savunduğum edebiyat teorisi mutlakçıdır. Bir eserin değerli olduğu ölçüde nesnel olan bir gerçeklik ile iletişime geçebileceğine inanıyorum.

Burada bir bulmaca var ve şu anda çok farklı şeylerle ilgileniyoruz: Eleştirinin bir bütün olarak düşünülmesi anlamında anlamın büyüklüğü ve parçaları hakkında düşünürken anlamın canlılığını da düşünüyoruz ve kesin anlamı ve kesinlik olmadan nasıl canlı bir anlamın var olabileceğini açıklamak kolay değil. Bu yüzden bir eleştirinin ‘yapı’ fikrini izleyerek de olağanüstü bir kapasiteye sahip bir şey peşinde koşuyoruz. Eleştiri bir yandan, her ne kadar elle yoklanabilen bireysel ve somut anlamları, bir yandan da somut olarak anlatılabilen ve aynı zamanda bu ‘yapı’ eleştirisinin bir bütün olarak bu anlamlılığının yayılmasına neden olan şiirin kendi tutarlılıklarını ve ilişkilerini sağlamada benzer pek çok zorlukla karşı karşıyadır. Parçaların operasyonel sonuçlarıyla ilgili olarak ve bir bütün olarak toplumsal önemin iletilmesi arasında bir çelişki vardır. Bu paradoksal ilişkinin şiirsel dile ilişkin önemi, parçaların içindeki bütünlük ve ayrışmaların çözülemezliğidir ve çözülemezlerse eleştiri hakkında tatmin edici olmayan bir şey var demektir. Eleştirmenler parçalara değinerek bağlamsal anlamın düzenini sonsuza dek inceleyerek, oradakilerin oraya nasıl geldiğini göstermeden ama tüm eleştiriden söz ederken, şiirin sürekliliği ile harekete geçirilen zihinsel süreçlerin karmaşıklığına ve eşzamanlılığına dikkat çekerler. Bu bakımdan eleştiri şiirsel dilin işleyişinin en karakteristik olduğu ve canlı anlamların iç çemberinin çok büyük öneme sahip dışsal çevreyle ilişkili olması gerektiğinin farkına varılmasını savunuyor. Şiirsel dil gerçekten de bireysel cümleciklerin anlamlarını bireyselleştirecek şekilde kendi devresine ve aynı zamanda da söylenen şeyin önemini o kadar başarılı bir şekilde genişletebilir ki… Bunun nasıl olabileceğini bulmaktan başka hiçbir şey bir eleştirmen için daha önemli olamaz. Bu çözüm eleştirmenler için temel sorunu vurgular. Eleştirinin bir ‘bütün’ olarak önemi, parçalarının uygulanmasıyla nasıl erişilebilir duruma gelir ve parçaların uygunluğu bütünün önemini nasıl artırır sorusuna kendi içinde vereceği cevapta gizlidir.

edebiyathaber.net (25 Eylül 2018)

Yorum yapın